HASRET BİR RÜZĞAR, KAPI KAPI ARALAR GEÇER

(Toplumsal İlişkiler 52)

   Kalehan Ecdat Parkı, KONYA


وَاَنْذِرْهُمْ يَوْمَ الْحَسْرَةِ اِذْ قُضِيَ الْاَمْرُۚ وَهُمْ ف۪ي غَفْلَةٍ وَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ 
“Onları şu hasret gününe karşı uyar ki, o zaman kendileri gaflet içinde inanmamakta ısrar ederlerken iş bitirilmiş olur (yaptıklarına pişman olup hasret çeker dururlar, ama iş işten geçmiştir artık).” (Meryem/39)

Seni sensiz, senden uzakta yaşamak ne zormuş. Bu hasretin süresi yok, bir gün sona eresi yok. Özlemim öyle derin ki, hiç bir dilde çevirisi yok…

          Geceler uyumak için değil, özlemek için var gibi. Sen de fark ettin mi saat vuslatı hasret geçiyor. Öyle özlersin ki gel diyemezsin, sadece beklersin, beklersin…

          Özlemek geçmişe ait değil, geleceğe ait bir eylem. İnsan artık yok diye üzülmez bir daha olmayacak diye kahrolur. Bu yüzden olsa gerek hasret özlem yakıcıdır. İnsanı yüreğinden yakalar.

               Söz ve bestesi Yalçın Tura’ya ait muhayyer kürdi bir şarkıda hasretin tüm tınısıyla dinleyen hüzne sürüklenir:

Hasretinle yandı gönlüm/ Yandı yandı, söndü gönlüm
Evvel yükseklerden uçtu/ Düze indi şimdi gönlüm

Gözlerimde, kanlı yaşlar/ Hasretin bağrımda kışlar
Başa geldi, olmaz işler/ Bin bir dertle, doldu gönlüm

Gelecektin, gelmez oldun/ Halimi hiç, sormaz oldun
Yaralarımı sarmaz oldun/ Yokluğundan soldu gönlüm

Aramızda karlı dağlar/ Hasretin bağrımı dağlar
Çaresizlik yolu bağlar/ Yokluğundan öldü gönlüm
  
 Hasret; özlem, özleyiş, iç çekme, bir şeyi çok isteyip, arzulayıp ona kavuşamamaktan gelen üzüntü gibi anlamlara gelir. Hasret kelimesi genellikle “özlem” karşılığı kullanılır ve öyle algılanır. Bu yalınkat karşılık, yukarıdaki ayette anlatılmak istenenin anlaşılması için yeterli değildir. Hasret, gerçekte, kaybedilmiş bir şey için pişmanlık, esef duymak; henüz kazanılmamış bir şey için arzu ve iştiyak içinde olmak; kaybetme/kayıp, ziyan, zarar, hüsran hissiyatı anlamlarına gelir. 

           Hz. Mevlana der ki; “Ey âşık hani özlem duyuyorsun ya sevgiliye. Özlemin özü odur. Çünkü odur asıl sana özlem duyan. O ateşi tutuşturmayınca kimsede olmaz ateş. Aşk ateşi önce sevilene, sonra sevene düşer.” Gerçekten ilginç değil mi? Hasret duyan âşıktan önce hasret duyulan sevgili özlemin kaynağı olduğundan, sevgili ateşi tutuşturuyor. Bu yüzden sevgiliye, aşk ateşi önce düşüyormuş. Âşık, hasretlik ateşini kendisi yaktığını düşüne dursun.

       1996 Örnekköy çıkışlı “Sığınak” adlı şiirimde hasret tırnak olup yüreğime saplanmış:

Gecenin esmerliğinde,

Kalbimi kanatan

Gonca bir güldü.

Mümbit kelimelerde

Ruhumu aydınlatan,

Bir tehlildi.

Hasretin tırnakları

Saplanırken yüreğime,

Dağlarda vurulurken ceylanlar,

Kirli sularda

Görülmezken yüzler,

Ve hüznün yağmurları

İnerken içime,

Köyün harabe duvarlarına

Yağarken kar,

Kapanırken

Şehre giden yollar,

Sana açıktı Rabbim,

Karıncalanmış ellerim.

       Aşağıda uzun zamandır görmediği, babasına olan hasreti, trajikomik bir hal almış çocuğun hikâyesinde de, görmek mümkün.

       Küçük çocuğu, teravih namazına giderken görmüştüm. Sevinçten âdeta uçar gibiydi. Evlerinin balkonunda zıplayıp duruyordu. Her yeri bayram yerine çevirmiş, sağa sola kâğıt süsler asmıştı.

 — Hayrola Ömer, dedim. Neden böyle süsledin ortalığı?

 — Babam geliyormuş, diye bağırdı. Bayramda da burada kalacakmış.

      Ömer’in babası, her nedense yıllar önce evden ayrılmış, Avrupa’da bir yere yerleşmişti. “Bir Alman kadınla evlenmiş” diyorlardı. Daha sonra ne olmuş, şu anda neredeymiş, kimseler bilmiyordu.

Küçük çocuk, yine aynı neşeyle:

 — Babam geliyor, diye tekrarladı. Herkes onun dönmesini bekliyor. Şimdiden hazırlığa başlamışlar.

 — Anlayamadım, dedim. Hazırlığa başlayanlar kimler acaba?

 — Herkees, diye atıldı. Sağa sola birçok yazı asmışlar. Bir tanesi de ilerde duruyor.

 Meraka kapılmıştım. Saatime göz atıp:

 — Namaz için biraz daha vakit var, dedim. Eğer uzak değilse, o yazıyı bana gösterir misin?

       Hiç nazlanmadı. Annesinden izin alıp yanıma geldi. Tüy gibi vücudunu eğilip kucakladım. Kalbi yerinden çıkacak gibiydi. El ele tutuşup ilerlemeye, daha sonra da koşmaya başladık. Caddeye çıkar çıkmaz, büyük bir gururla parmağını uzatıp:

 — Bak işte, dedi. Hem de ne kadar kocaman yazmışlar!

         İşaret ettiği yere baktığım zaman, söyleyecek tek bir kelime bulamadım. Karşımdaki yazıda babasının adı geçen bu sevimli ufaklık, bir caminin mahyasını gösteriyordu.

 Yazılanları, o küçük yavruyla birlikte heceledik.

 Işıklı satırlarda: “Hoş geldin mübarek Ramazan” yazıyordu.

      Son sözü hasreti kapı kapı aralayıp geçen bir rüzgâra benzeten Üstat Necip Fazıl söyler:    

Hasret bir rüzgâr, kapı kapı aralar geçer                   Gördüğüm her güzel şey, beni yaralar geçer.

Şemsettin ÖZKAN

  25.05.2020 KONYA

KAYNAKLAR

1-kuran.diyanet.gov.tr

2-kuranmeali.com

3-neyzen.com

4-neguzelsozler.com

5-osmanlicasozluk.spedictionary.com

HASRET BİR RÜZĞAR, KAPI KAPI ARALAR GEÇER” için 1 yorum

  1. Tekrarı yok maalesef bazı şeylerin. Hayat gibi… Aşk gibi… Ömür gibi… Hasret kor gibi içini içten içe yakar durur…

suskunduvar için bir cevap yazın Cevabı iptal et

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.