BİZE KALMAYACAK DÜNYA İÇİN, GÜNAHLAR BİRİKTİRMEK…

( Toplumsal İlişkiler 22 )

Hazar Denizi Bakü AZERBAYCAN

فَكُلاًّ اَخَذْنَا بِذَنْبِه۪ۚ فَمِنْهُمْ مَنْ اَرْسَلْنَا عَـلَيْهِ حَـاصِباًۚ وَمِنْهُمْ مَنْ اَخَذَتْهُ الصَّيْحَةُۚ وَمِنْهُمْ مَنْ خَسَفْنَا بِهِ الْاَرْضَۚ وَمِنْهُمْ مَنْ اَغْرَقْنَاۚ وَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيَظْلِمَهُمْ وَلٰكِنْ كَانُٓوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ

“İşte Biz, onların her birini kendi günahıyla yakalayıverdik. Böylece onlardan kiminin üstüne taş fırtınası gönderdik, kimini şiddetli bir çığlık sarıverdi, kimini yerin dibine geçirdik, kimini de suda boğduk. Allah onlara zulmedici değildi, ancak onlar kendi nefislerine zulmediyorlardı.”

Ankebut suresinin 40. Ayeti olan bu kutsal metin,  bize kalmayacak şu dünya için bizim başımıza bela olacak günahlar biriktirdiğimizi tarihin dramatik sonuçlarıyla sunar bizlere.

        Üstüne üstlük bu zulmün Allah’tan kaynaklanmadığını,  bilakis insanın günahları sebebiyle kendisinin ürettiğini anlatır.

         Modern zaman şarkıları günahlarımızı itiraf eder ve masum olmadığımızı söyler:

Eller günahkâr,
Diller günahkâr
Bir çağ yangını bu bütün
Dünya günahkâr
Masum değiliz hiçbirimiz
Masum değiliz hiçbirimiz

           “Size kim öğretti derinizin renginden nefret etmeyi? Size kim öğretti saçınızın dokusundan nefret etmeyi? Size kim öğretti, burnunuzun biçiminden, dudaklarınızın biçiminden nefret etmeyi? Size kim öğretti kafanızın tepesinden topuklarınıza varıncaya kadar kendinizden nefret etmeyi? Size kim öğretti, kendi türünüzden nefret etmeyi? Size kim öğretti, birbirinizin yakınında dahi bulunmak istemeyecek kadar ırkınızdan nefret etmeyi? Evet, kendinize sormalısınız, size kim öğretti, Tanrı’nın size yarattığı şekilden nefret etmeyi? Bize kalmayacak bir dünya için, bize kalacak günahlar biriktiriyoruz” derken, Malcolm X, haksız sayılmaz. Boğazına kadar günaha dalmış şu merhametsiz, nefret duygularıyla dolu insanlık, hiç de masum değildir. Bir çağ yangını bu…

           Bu çağ yangınından korkmamız lazım. Zira Hz. Mevlana’nın dediği gibidir bu dünya merkezli devasa yangınımız; “Yaktığınız ateşlerden korkun. Siz onu günahlarınızla çoğalttınız. Günahınız yüzünden de alevler içindesiniz.” Çözümü de Hz. Pir’in dediği gibi gayet basittir: “Günah işlediğinizde derhal tövbe edin. İnsan suya düştüğü için değil, sudan çıkamadığı için boğulur.” Sıkıntı ve huzursuzluk mutlaka bir günahın karşılığıdır. Huzur ve mutluluk ise bir ibadetin karşılığıdır.

           O halde nedir günah? Günah, genellikle dinî bağlamda kullanılan bir terimdir. Allah’ın açıkladığı ilahi kanunlara karşı yapılan bilinçli ihmalkârlık veya inkâr olarak da tanımlanabilir. Örneğin; kul hakkı yemek gibi…     Günah işleyenlere veya günahı olanlara günahkâr denir. Aşağıda geçen İsrail oğulları dönemine ait Rahip Bersisa hikâyesi günahlar ve günahkârın tipik bir örneğini anlatır bize.

            Bersisa isminde bir zat, inzivaya çekilmiş, gece ve gündüzü Allah’a (c.c) ibadetle geçirir ve hiçbir kötülükte bulunmazdı. Bu zatı şeytan kandırmak için türlü hilelere başvurmuş, ancak bir türlü kandıramamıştı. En sonunda şeytan işin kolayını bulmuştu. Çünkü Rahip Bersisa, amil, züht ve takva sahibi bir zattı ama âlim değildi. Yani ilim ehli değildi. Ondan dolayı onu kandırmak kolay olacaktı.

Plânını şöyle tatbik etti:

Şeytan, sırtında cübbesi, elinde asası, başında sarığı, elinde tespihi olduğu halde bembeyaz sakalıyla Rahip Bersisa’nın ibadet ettiği yere varıp kapısını çaldı. Rahip Bersisa kapıyı açtıktan sonra, kim olup, nereden geldiğini ve niçin geldiğini sordu.

Şeytan ona şu, cevabı verdi:

— Ben dünya nimetlerinden uzak, ömrünü Allah’a ibadetle geçirmek isteyen bir kimseyim. Bir Allah dostu bulup kendime arkadaş edinmek için çok yer dolaştım, fakat sizden başka bir kimseye rastlamadım. Memleketine yaklaştığımda, sizin isminizi duydum. Sizin de bütün gayretiniz Allah’ın rızasını kazanmak olduğuna göre, beni de kabul buyur da, beraber ibadete devam edelim, dedi.

Rahip Bersisa, onun şeytan olduğunu ve kendisinin ayağını kaydırmak için geldiğini nereden bilecekti. Arkadaşlığı kabul etti… Beraber ibadete başladılar. Aradan zaman geçiyor, Rahip Bersisa ibadet ediyor, yiyor içiyor ve diğer insanlar gibi yaşıyor, lâkin Şeytan Allah’a öyle ibadet eder gözüküyordu ki yemiyor içmiyor, yatıp uyumuyor ve bütün zamanını ibadet ederek geçiriyordu.

Rahip Bersisa, yeni dostuna hayran kalmıştı. Aradan- çok zaman geçmeden dayanamayarak:

— Ey Allah’ın salih kulu, sen bu mertebeye nasıl eriştin? Ben senelerden beri ibadet ederim, yiyip içmekten kurtulamadım. Sense bütün zamanını ibadete ayırabiliyorsun. Ne olur, bunun sırrını bana da öğret de, ben de senin gibi olayım, dedi.

Şeytanın istediği doğmuştu…

— Bunun kolayı var! Evvela bir büyük günah işleyecek, sonra da -ona samimiyetle tövbe edeceksin. Büyük bir günah işlemiş olduğundan Allah’tan daha fazla korkmaya başlayacak ve böylece de benim gibi, sen de her türlü insanî kötü hasletlerden kurtulmuş olacaksın, dedi.

Rahip, meselâ ne gibi bir günah işlemesi lazım geldiğini sordu. Şeytan, artık bayram ediyordu. Çünkü avını kandırmıştı.

— Zina edebilirsin, dedi. Rahip:

— Yapamam, dedi.

Bu sefer şeytan:

— Adam öldür! Dedi.

Bersisa, yine:

— Onu da yapamam, dedi.

Şeytan:

— İçki içersin, dedi…

Bersisa, düşündü taşındı, onu biraz hafif görmüştü:

— O olur, yapabilirim, dedi.

Şeytan artık sevincinden havalarda uçuyordu. Bersisa doğru kasabadaki meyhanelerden birine gidip bir miktar içki istedi, içkiyi sunan saki kadındı, içtikçe içti ve sonunda sarhoş olup kadına zina etmeyi düşünmeye başladı. Şeytan tabiî ki boş durmuyor, adamın gözüne gözükmeden nefs yoluyla durma, böyle fırsat ele geçmez, hemen bu kadınla münasebet kur, diyordu.

Bersisa, tamamen sarhoş olduktan sonra, meyhaneci kadına orada zina etti. Bu onun için çok kötü bir şeydi… Duyulursa ne derlerdi. En iyisi o kadını öldürüp gömmekti ve öyle de yaptı. Kadını öldürüp meyhanenin arkasında bir yere gömdü. Fakat hadise duyulmakta ve yayılmakta gecikmedi. Bersisa’yı yakalayıp mahkemeye çıkardılar. Katil olduğu için kısasa kısas ölümüne hükmolundu.

Bersisa idam sehpasına çıkmış, artık ip boğazına geçirildikten sonra onu kurtaracak hiçbir kimse yoktu. Şeytan karşıda görüldü.

– Bu hal nedir ey dostum, dedi. Bersisa:

— Görüyorsun ey Allah’ın sevgili kulu beni kurtar, diye yalvarmaya başladı. Şeytan:

— Bir şartla seni kurtarırım. O da bana secde edeceksin, dedi. Bersisa:

— Görüyorsun ip boğazıma geçirilmiş nasıl secde edebilirim, deyince de:

— İşaretle secde edebilirsin, dedi.

Bersisa başıyla işaret ederek secde etti ve sandalye ayağının altından çekilince imansız olarak göçüp gitti. Allah muhafaza buyursun.

İlimsiz amelin, insanı nereye kadar götüreceğine güzel bir örnek böylece gerçekleşmiş oldu. Eğer onda şeriata müteallik ilim olsaydı içki içmek, zina etmekle, adam öldürmekle evliya olunamayacağını bilir ve şeytana uymazdı.

        Yukarıda geçen ayette de baskıcı yönetici kadro ve zengin  (mele) takımının tarih içinde yaptıkları zulüm, kötülük, günahları ve inkârları yüzünden başlarına gelen felaketlerden örnekler verilmektedir. Yukarıdaki ayette ve Kur’an-ı Kerim’in konuyla ilgili birçok ayetinde, Lut toplumunun taşları savuran fırtınalarla, Semud ve Medyen halkının korkunç ve dehşet verici bir sesle gelen depremlerle, Nuh Peygamber ve Firavun’un adamlarının suda boğularak, Karun’un ise mal ve mülküyle yere gömülerek cezalandırıldıkları, çarpıcı bir dille anlatılmaktadır.

Şemsettin ÖZKAN

16.03.2020 KONYA

 KAYNAKLAR

1-kuran.diyanet.gov.tr

2-hizirbey.com

3-secdem.net

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.