YAĞMUR GİBİ SEVMELİ İNSAN, KAÇMAK MÜMKÜN OLMAMALI…

 (Toplumsal İlişkiler 81)


عُـرُباً اَتْـرَاباًۙ “Eşlerine sevgiyle tutkun, âşık   (ve) hep aynı yaşta.” (Vakıa/37)

“Ey yüreklerinde aşk derdi olmayanlar! Kalkın ve âşık olun,” der Hz. Mevlana. Haksız da sayılmaz. Aşk olmayınca zaten meşk olmaz. Her şey aşk üzerine bina edilmiş bu âlemde. Fuzuli üstadımız, “her ne var ise bu âlemde, gerisi gılü kâl imiş,” der. Âlemi aşktan ibaret sayar.

        İnsan öyle sevmeli ki, sevdiğine; “telaşımı hoş gör, ıslandığım ilk yağmurumsun,” diyebilmeli, kaçabilmenin mümkün olmadığı sağanak bir yağmur gibi sevebilmeli ve onda ıslanmalıdır.

        İnsanın gözleri sadece sev diyebilmeli ve aşktan müebbet hapis yemelidir. Sakar bir kalbi olmalı ve sürekli sevdiğine çarpmalıdır.

        Hz. Mevlana; “Okuyarak öğreneceksin ama severek anlayacaksın,” der. Ama çağımızın insanında ne okuma var, ne de sevme! Dolayısıyla da ne öğrenme gerçekleşiyor, ne de anlama. Öylece mal mal geziyor ortalıklarda. Bir de bilgiçlik taslayıp ukalalığı yok mu? Akıllara ziyan. Sinema tarihinin birbirinden güzel filmlerine imza atan, Hindistan’ın ünlü yönetmen ve sinema oyuncusu Amir Khan, “Hristiyanlığın ilk emri sev, Yahudiliğin yaşat, Müslümanlığın ise okudur. Hristiyan sevmiyor, Yahudi yaşatmıyor ve de Müslüman okumuyor,” diye haklı bir serzenişte bulunuyor.

         Yağmur gibi sevip kaçmanın mümkün olmadığı aşk türünün örneği şüphesiz edebiyat tarihinde Leyla ile Mecnun hikâyesidir. Mecnun, bir kabile reisinin dualar ve adaklarla dünyaya gelmiş olan Kays adlı oğludur. Okulda bir başka kabile reisinin kızı olan Leyla ile tanışır. Bu iki genç âşık olurlar. Okulda başlayıp gittikçe alevlenen bu macerayı Leyla’nın annesi öğrenir. Kızının bu durumuna kızan annesi, kızına çıkışır ve bir daha okula göndermez. Kays okulda Leyla’yı göremeyince üzüntüden çılgına döner, başını alıp çöllere gider ve Mecnun diye anılmaya başlar.

        Mecnun’ un babası, oğlunu bu durumdan kurtarmak için Leyla’yı isterse de Mecnun oldu diye Leyla’yı vermezler. Leyla evden kaçarak, Mecnun’ u çölde bulur. Halbuki o, çölde ahular, ceylanlar ve kuşlarla arkadaşlık etmektedir ve mecazî aşktan ilahi aşka yükselmiştir. Bu sebeple Leyla’yı tanımaz. Babası Mecnun’ u iyileşmesi için Kâbe’ye götürür. Duaların kabul olduğu bu yerde Mecnun, kendisindeki aşkını daha da arttırması için Allah-u Teâlâ’ya dua eder:

“Ya Rab bela-yı aşk ile kıl aşina beni
Bir dem bela-yı aşktan etme cüda beni.”

Duası neticesi aşkı daha da çoğalır ve bütün vaktini çöllerde geçirmeye başlar. Diğer tarafta ise Leyla da aşk ıstırabı içindedir.

       Bir zaman sonra ailesi, Leyla’yı İbn-i Selam isimli zengin ve itibarlı birine verir. Ancak, Leyla kendisini bir perinin sevdiğini ve eğer kendisine dokunursa ikisinin de mahvolacağını söyleyerek İbn-i Selam’ı vuslatından uzak tutmayı başarır. Mecnun, çölde Leyla’nın evlendiğini arkadaşı Zeyd’den işitince çok üzülür. Leyla’ya acı bir sitem mektubu gönderir. Leyla da durumunu bir mektupla Mecnun’ a anlatır. Kendisini anlamadığından dolayı o da sitem eder.

        Bir müddet sonra Mecnun’ un ahı tutarak İbn-i Selâm ölür. Leyla baba evine döner. Birçok tereddütten sonra her şeyi göze alarak, Mecnun’ u çölde aramaya başlar. Fakat Mecnun, dünyadan elini eteğini çekmiş ilahi aşk yüzünden Leyla’nın maddi varlığını unutmuştur. Leyla, çölde Mecnun’ u bulduğu halde, Mecnun onu tanımaz. Leyla onun erdiğini anlarsa da yine onsuz yaşayamaz. Hastalanıp yataklara düşer. Kısa zaman sonra da ölür. Mecnun, Leyla’nın ölüm haberini öğrenir. Gelip mezarını kucaklar, ağlayıp inler;
“Ya Rab mana cism ü can gerekmez
Canansuz cihan gerekmez.” der, kabri kucaklayarak ölür.

        Bir zaman sonra Mecnun’ un sadık arkadaşı Zeyd rüyasında, Cennet bahçelerinde birbiriyle buluşmuş iki mesut sevgili görür. Bunlar kimdir? Diye sorunca, derler ki:
“Bunlar Mecnun ile onun vefalı sevgilisi Leyla’dır. Aşk yoluna girip temiz öldükleri, aşklarını dünya hevesleriyle kirletmedikleri için burada buluştular.”

         Yukarıda meal ve metnini verdiğimiz Vakıa suresi 36-37. Ayetini açıklayan Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır şöyle der: “Kılmışızdır bir yaşıt ebkâri şeyda”

         Öyle ki hep güzel kadınlar olarak. Urub, arubun çoğuludur. Bu kelimenin üç farklı tefsiri vardır.

1) Kocalarını çok seven kadınlar.

2) Cilveli, nazlı edalı kadınlar.

3) Güzel söz söyleyen kadınlar. Şüphesiz cilve ve anlatım güzelliği de, sevişmenin en latif sebeplerinden ve edalı kadının şiarındandır. Hep aynı yaşıt, yani yaşları da eşit, hep birbirine denktir. Tirmizî’nin Muaz (r.a.)’dan rivayet ettiği bir hadiste şöyle denilmiştir: “Cennet ehli cennete tüysüz, bıyıkları henüz terlemeye başlamış, gözleri sürmeli, otuz, otuz üç yaşlarında girerler.”

Şemsettin ÖZKAN

29.07.2020 KONYA

KAYNAKLAR

1-kuran.diyanet.gov.tr

2-kuranmeali.com

3-hikayeleroku.net

4-kuranikerim.com

5-kuranvemeali.com

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir