NEYİN ASLINI ÖĞRENDİYSEM, ORADA BİR ACI BULDU BENİ…

(Toplumsal İlişkiler 80)


وَرَاَ الْمُجْرِمُونَ النَّارَ فَظَنُّٓوا اَنَّهُمْ مُوَاقِعُوهَا وَلَمْ يَجِدُوا عَنْهَا مَصْرِفاً۟
“Ve nihâyet suçlular, cehennem ateşini tüm dehşetiyle karşılarında görecek ve artık oraya düşeceklerini anlayacaklar. Kurtulmak için çırpınacak, fakat ondan kaçıp sığınacak bir yer bulamayacaklar.” (Kehf/53)

“Zamanında açıklamaktan kaçındığımız gerçeklerin her zaman arkamızdan vurmak gibi kötü bir huyu vardır,” der Harold Bowden. Hayallerimiz de hep önden gider ama eninde sonunda gerçeklerle yüzleşiriz. Çünkü gerçekler kazanır her zaman.

         İsmet Özel de “neyin aslını öğrendimse, orada bir acı buldu beni,” derken gerçeklerin daima acı olduğuna vurgu yapar. Yukarıdaki resimde de “mevzu atlıkarıncalar değil, dönen dolaplardır,” derken sanki maskeli bir baloda hayatın yalanlarını öğrenip hakikati gün yüzüne çıkaran bir portre çizilir gibidir.

         Ancak bazı insanlarla yüzleşmek gerçekten zordur, haksız çıkarsın. Zira onların zeytinyağı gibi üste çıkmak için, her zaman ikinci bir yüzleri daha vardır. İşte küçük samimiyetsizlikler, küçük oyunlar ve anlam kaydırmaları falan. Bu tutum ve davranışları gördüğünde kahrolur insan. Ömrünüzden ömür gider. Benim dostum böyle dalaverelere girişmemeliydi diye hayıflanırsınız. İşin garibi de en sert darbeleri düşmandan beklerken, dosttan yersiniz. Abandone olursunuz tabiri caizse boks diliyle.  

         Sözleri Faruk Nafiz Çamlıbel’e, bestesi Alaeddin Yavaşça’ya ait Hicaz makamındaki “Artık Bu Solan Bahçede Bülbüllere Yer Yok,” şarkısının çıkış hikâyesi, gerçeklerin acıtıcı yüzünü bir kez daha gösterir bize. Azize Hanımla evlidir şair. İki çocukları var. Mutlu, sevecen, sıcak bir yuva… Ne var ki Azize Hanım hastalanmıştır. Dostu, Alaattin Yavaşça’ya danışır. Yavaşça da yakın zamanın ünlü besteci ve ses sanatçılarından, ama aynı zamanda, kadın doğum uzmanı ve bir hastanenin başhekimidir. İlk muayenesinden sonra keyfi kaçar Yavaşça’nın. Bir şey söyleyemez dostuna. “Benim bu konularda uzman bir hocam var. Bir de o görsün, ben pek emin olamadım,” der ve alır Çamlıbel’i arkadaşına götürür.

Hocanın teşhisi, Yavaşça’nınkiyle örtüşmüştür.

Artık çok geçtir. Hoca:

“Alâeddin kardeşim, durum fena. Göğüsten başlamış tüm koltuk altını sarmış kanser. Mutlaka vücudun başka yerlerinde de metastaz yapmıştır. Bu hastayı hiçbir şekilde ameliyat etmek istemem. Hekim olarak ilaçlar verip ömrünün son demlerini mümkün olduğunca ağrısız geçirmesini sağlamaktan başka yapacağımız bir şey yok,” der.

Yıkılır Yavaşça. Böyle bir haber nasıl söylenir ki? Aslında yüzlerce, belki de binlerce defa söylemiştir benzer şeyleri. Ya sevdiğin bir insana söylemek…

Çamlıbel eşinin üzerine titreyen, ona delice sevdalı, kırılgan, duygulu bir adam. Dünyasını Azize Hanım üzerine kurmuş onunla ve onun için yaşayan bir şair yürek. Nasıl denir, nasıl söylenir? Bestekâr, koluna girer şairin.

“Gel biraz yürüyelim üstat”, der. Başlar bin dereden su getirmeye. Bir türlü anlatamaz. Aslında anlatamadığını zanneder. Ama anlamıştır koca yürekli adam. Susar şair, hiçbir şey söylemez. Bir susuş ki, feryattan daha büyük bir çığlık, çığlıktan daha büyük bir gök gürültüsü… Yıkılır elbet. Çok sürmez Azize Hanım’ın acıları. Teşhis doğrudur. Ölüm son verir acılarına; arkasında dayanılmaz, hiç unutulmaz acılar bırakarak. Haftalar sonra tekrar gider Alaeddin Yavaşça’ya, Çamlıbel. Omuzları düşük, avurtları çökmüş, gözleri kan çanağı gibidir.

Cebinden katlanmış bir kâğıt çıkartıp, uzatır bestekâra. “Bunu yazdım. Bestelersen sevinirim,” der ve çıkar gider;

“Artıkbu solan bahçede bülbüllere yer yok.                       

Bir yer ki, sevenle sevilenlerden eser yok               

Bezminde kadeh kırdığımız sevgililer yok                            

Bir yer ki, sevenle sevilenlerden eser yok.”                             

        İman etmemenin acı sonuçlarını insan ancak hesap gününde tüm çıplaklığıyla ve dehşetiyle cehennem ateşini karşısında görünce anlar, kaçmak ister ama kaçıp kurtulamaz. Gerçeklerle yüzleşince çok geç kaldığını anlar. Gerçek özgürlüğün Allah’a esir olmak olduğunu anlamayanların karşılaşacakları korkunç sonu anlatan bazı ayetlerle mevzumuzu noktalayalım: 

Biz sizi yakın bir azap ile uyardık. O gün kişi ellerinin ne takdim ettiğine bakacak ve kâfir diyecek ki: “Ah ne olaydı, ben bir toprak olaydım.” (NEBE/40)

Elleri boyunlarına bağlı olarak onun dar bir yerine atıldıkları zaman da, oracıkta yok olmayı isterler.

(Onlara şöyle denilir) Bu gün bir yok olmayı değil, nice yok olmaları isteyin! (FURKAN/13-14)

Onlar cehennem bekçisine: “Ey Mâlik! Rabbin artık bizi öldürsün.” diye seslenirler. Mâlik de: “Siz böylece kalacaksınız.” der. (ZUHRUF/77)

Şemsettin ÖZKAN

28.07.2020 KONYA

KAYNAKLAR

1-kuran.diyanet.gov.tr

2-kuranmeali.com

3-secmehikayeler.com

4-kurandan.com

NEYİN ASLINI ÖĞRENDİYSEM, ORADA BİR ACI BULDU BENİ…” için 1 yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir