LAFTA ÖLÇÜ BİLMEYEN EDEPSİZLİKTE SINIR TANIMAZ

(Toplumsal İlişkiler 1972)

يَٓا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا لَا تَتَّبِعُوا خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ وَمَنْ يَتَّبِـعْ خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ فَاِنَّهُ يَأْمُرُ بِالْفَحْشَٓاءِ وَالْمُنْكَرِؕ وَلَوْلَا فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ مَا زَكٰى مِنْكُمْ مِنْ اَحَدٍ اَبَداً وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يُزَكّٖي مَنْ يَشَٓاءُ وَاللّٰهُ سَمٖيعٌ عَلٖيمٌ 

“Ey iman edenler, (hiçbir konuda) şeytanın (sizi çirkefe ve felakete sürükleyecek adamlarına ve) adımlarına tâbi olup (münafıkları takip etmeyin). Kim şeytanın adımlarına uyarsa, (bilsin ki) gerçekten o (şeytan edep ve erdeme aykırı) fuhşiyatı (cinsi sapkınlıkları ve çirkin utanmazlıkları) ve münkeratı (kötülük kaynaklı haksızlık ve ahlâksızlıkları dürtükleyip) emretmektedir. Eğer Allah’ın üzerinizde fazlu inayeti ve rahmeti olmasaydı, sizden hiçbirinizin (ve özellikle iftiralara gereken tepkiyi göstermeyenlerin) ebedi olarak temize çıkması mümkün değildi. Ancak Allah, dilediğini (iyi niyetini ve meşru mazeretini bilip merhamet ettiklerini) temize çıkarır. Allah, İşitendir, Bilendir.” (Nur/21)

Üslubu insanın kimliğidir. İnsanların size karşı kurmuş olduğu cümleler ve sergilemiş olduğu davranışlar, sizin değil, onların kalitesini belirler. Bakınız Sadi Şirazi ne diyor:
“Lafta ölçü bilmeyen, edepsizlikte sınır tanımaz.”

         Öyle değil midir, ağzına geleni söyleyen, dur durak bilmeden konuşup duranlar, lafın nereye gideceğini kestiremeyenler bir bakıma edebini aşanlardır. Buna haddi aşmak da denir.

         Atalarımız “tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır” derken dilin temiz oluşuna, arılığına ve duruluğuna dikkat çekerken bizleri aynı zamanda güzel konuşmaya, kibarı kelam etmeye de teşvik etmişlerdir. Hz. Mevlana; “güzellik dilin altında gizlidir. Sükut, incelik, edep ve zerâfet, insanı her gittiği yerde sultan yapar” derken güzelliğin sırrının tatlı dil olduğunu söyler. 

        Bu yüzden güzel konuşmak, diliyle insanları incitmemek, her daim, takdire şayan kabul edilmiştir.“Güzelliğin dilin altında olduğunu” söyleyen Hz. Pir, kalple dil arasındaki bağlantıya dikkatlerimizi çeker. Zira insanın kalbinde ne varsa, diline de o yansıyacaktır. Bir sözünde de, kalbi denize, dili kıyıya benzetmesi boşuna değildir. Çünkü denizde ne varsa kıyıya da, elbette o vuracaktır.                                                                       

         Mevzuyu bir hikaye ile bitirelim. Edep sadece sözle değil, davranışlarda da olmalıdır. Salih bir zat vardı. Çok cömertti. Elinde avucundakileri muhtaçlara dağıttığı gibi, yardım isteyen fakirler olursa, onlara belli etmeden, başkalarından kendi adına borç alır fakirlere hediye ederdi.     

         Bu zat bir gün hastalanır, yatağa düşer. Hastalığı gittikçe  artar. Bunu duyan alacaklılar, onun ölüm döşeğinde olduğunu düşünerek başucuna dikildiler. Salih zat bundan son derece utanmış, rahatsız olmuştu. Asık yüzlü, sıkıntılı tiplerle çevrili olması onu üzmüştü. Bir şeyler söylemek istedi ancak, bize para gerek, nasihat değil, diye susturuldu.

         Bu sırada dışarıdan  helva satan bir çocuğun sesi duyuldu. Salih zat, bir adamına seslenerek helvaları satın alıp ziyaretçilere ikram etmesini istedi. Görevli, çocuğun tepsisindeki bütün helvaları aldı. Ziyaretçilere ikram etti.

Herkes abus çehrelerle helvaları yediler. Çocuk gelip helvaların parasını istedi. Salih zat;
“– Evlat bunları bana borç olarak yazar mısın?” deyince çocuk, tek kelime söylemeden dışarı çıktı, 50-100 metre ileride bir ağacın altına oturup sessizce ağlamaya başladı. 

        Oradan geçmekte olan şehrin valisi onu gördü, yanına gelip başını okşadı, niye ağladığını sordu. Çocuk olup biteni anlattı, o zata edebimden bir şey diyemedim ama;
“– Ben bunları zaten borç olarak almıştım, nasıl ödeyeceğim, evime nasıl para götüreceğim?” diye ağlıyorum dedi. Vali, hasta yatan salih zatı yakından tanıyordu. Çocuğun parasını ödedi. Çocuğa içi altın dolu yedi sekiz kese altın vererek gidip o salih zata vermesini söyledi. Altınlar eve gelince alacaklıların neşesi yerine geldi. Herkes alacağını tahsil etti. Ancak böyle aniden paranın gelmesine de bir anlam veremediler. Salih zat şu cevabı verdi: “Ben sıkıntı içindeydim. Siz de sıkıntı içindeydiniz. Buna bir de çocuğun üzüntüsü eklendi. Çocuğun edebi, tek kelime etmeden gitmesi, işi çözdü. Allahü teâlâ o masumun ihlası, edebi hürmetine sıkıntıları giderdi. İmtihanı kazanan o masum oldu. Alacaklılar utanıp paraları tekrar vermek istediler. Ancak kabul etmedi ve şunları söyledi;
“– İnsan bir iyilik yaptığında samimiyetinin belli olması için peş peşe imtihanlardan geçirilir. Hatta iyilik yaptıklarından küfranı nimet görür. Eğer sabrederse iyiliğinin karşılığını kat kat alır. Sizler bir iyilik yaptınız. Ama sabredemediniz. Eşyanın hakikati görüldükten sonra pişman oldunuz.”

Şemsettin ÖZKAN
19.11.2025 GÜZELYALI

KAYNAKLAR
1-kuran.diyanet.gov.tr
2-kuranmeali.com
3-pixabay.com
4-suskunduvar.com

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir