AŞK GÖRMEKTEN ÇOK ÖZLEMEYİ SEVER DOKUNMAKTAN ÇOK DÜŞLEMEYİ VE AŞK ÖYLE HAİNDİR Kİ NERDE İMKANSIZ VARSA GİDER ONU SEVER

(Toplumsal İlişkiler 1342)

ٓا اَنْتُمْ اُو۬لَٓاءِ تُحِبُّونَهُمْ وَلَا يُحِبُّونَكُمْ وَتُؤْمِنُونَ بِالْكِتَابِ كُلِّهٖۚ وَاِذَا لَقُوكُمْ قَالُٓوا اٰمَنَّاࣗ وَاِذَا خَلَوْا عَضُّوا عَلَيْكُمُ الْاَنَامِلَ مِنَ الْغَيْظِؕ قُلْ مُوتُوا بِغَيْظِكُمْؕ اِنَّ اللّٰهَ عَلٖيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ
“Size gelince, bakın siz onları seviyorsunuz, ama onlar sizi sevmiyorlar. Siz kitabın tamamına inanıyorsunuz; onlar sizinle karşılaştıkları zaman “inandık” diyorlar; yalnız kaldıklarında ise size karşı öfkelerinden parmaklarını ısırıyorlar. De ki: “Öfkenizden çatlayın!” Şüphesiz Allah kalplerde olanı bilmektedir.” (Al-i imran/119)

Özdemir Asaf; “aşk görmekten çok özlemeyi sever, dokunmaktan çok düşlemeyi ve aşk öyle haindir ki, nerde imkansız varsa, gider onu sever” derken vurguladığı şey onun sınır tanımayan yönü olsa gerek. Ha bir de aşkla aklın ne hikmetse yanyana gelmekten imtina etmeleri.

           Derler ki, aşk evliliği mi, mantık evliliği mi? Aşk olmadan mantık evliliği yapsan neye yarar ki? Sevmeden sevilmeden bir  hayat neye yarar ki? Bir kere ikisinin kimyası bambaşka şeyler. Gönlü geniş ruhu gezginlerin beşinci kuralı bize şunu öğretir:
“Aklın kimyası ile aşkın kimyası başkadır. Akıl temkinlidir. Korka korka atar adımlarını. “Aman sakın kendini” diye tembihler. Halbuki aşk öyle mi? Onun tek dediği: ” Bırak kendini, ko gitsin! ” Akıl kolay kolay yıkılmaz. Aşk ise kendini yıpratır, harap düşer. Halbuki hazineler ve defineler yıkıntılar arasında olur. Ne varsa harap bir kalpte var.” Yine erenlerin onikinci kuralında; “aşk bir seferdir. Bu sefere çıkan her yolcu, istese de istemese de tepeden tırnağa değişir. Bu yollara dalıp da değişmeyen yoktur” denilmesi, aşkın akılla asla aynı çizgide olmadığının, açık seçik beyanıdır.

        Aliye Çınar Köysüren, “İbni Hazm Düşüncesinde Keşfetme Aracı Olarak Aşk” adlı çalışmasında aşk olayına bambaşka bir şöyle der:  

       “Aşkın önce bütünüyle sonsuza rapt olma ve dağılma, ama esasında bütünleşme ve odaklanma olduğunu anımsarsak, aşkta asıl olan sınırların bulunmasıdır. Şehvet bu sınırın tuzağıdır. Âdeta pusuda beklemektedir. Bu sıratı geçemeyen, sınırlarını kaybettiği gibi bir parçalanma da yaşayacaktır. Aşkın ve şehvetin ‘sınır’ bulmak ya da kaybetmekteki önemini, kadın yüzünden akan ilk kan temsil etmektedir. Âdem’in iki oğlu kadın yüzünden birbirine rakipti. Bu kan, sınırın kaybedilişinden ve dağılmanın bir ifadesinden başka bir şey değildir. İlahî güzellik, sınırını kaybeden ötekinin varlığına tahammül edemeyecektir. Bir başka deyişle âşık, dizginlerini ‘edep ya hu’ ilkesine mi yoksa ‘iblise’ mi verecektir?

      Aşk sonsuza uzanmak olarak, olma ya da olmama beşiğiyse, buradaki sınır da örtülü kalma ya da açığa çıkma eşiğidir. Buradaki sınırı med-cezir şeklinde tecrübe eden ruh, bu iki duyguyu haram ve helali ya da cennet veya cehennemi    birleştirir ve onları birbirine bağlayan bağı ve karşılaştıkları yeri belirler.

     Sadakatte karar kılma da bu sınırları iyi yoklamayla ilgilidir. Ancak bunları söylerken İbn Hazm, hiç karşılığı olmayan platonik aşktan bahsetmemektedir. Aşklarının eşitliğinden ve güzel günlerden bahsetmektedir. Dahası ud çalan sevgilinin mızrabının sanki kalbine vurduğunu söyleyerek, hayranlıkla seyredebilecek kadar ona yakın olduğunu ifşa etmektedir. Zaten aşktan korkan zahirileri, dindarlıkta aşırı gitmelerinden dolayı da eleştirir: Eğer sen iffetli davranırsan, sevgi de sana  iffetli davranır ve eğer bir gün sen terk edilirsen, bil ki, sevgi de terk edilmiştir sence.

      Sonuç olarak İbn Hazm Güvercin Gerdanlığı’nda aşkın görünümlerini ve insanın kendini görme serüvenini bütün gelgitleriyle ve görünümleriyle işlemektedir. Nihaî temaşa aynı zamanda ahlâk olarak karşımıza çıkmaktadır. Güzeli fark eden güzel davranacaktır. Cemâl tarafından seyredildiğini bilen, zarafete koşar. Bunun için ahlâk, ruhun, davranışların ve sözlerin inceltilmesi ve işlenmesi olarak karşımıza çıkmaktadır. 

     Bütün bu gelişim ve büyümenin adına şimdilerde farkındalık denilmektedir. Ancak farkına varabilmek için güçlü araçlara ve referanslara ihtiyaç vardır. Bu araçların en sıra dışı olanı aşk deneyimidir. Zira aşk, başka türlü gerçekleşemeyen, ruhsal ve ahlâki gelişim ve değişim için emsalsiz bir araçtır. Mevlana’nın ifadesiyle, “eğer şeytan âşık olacak olsa, şüphesiz şeytanlığı gider, melek kesilirdi.”

     Aşkın dönüştürücü ve bütünüyle değiştirme gücü vardır. İbn Hazm’a göre de, doğuştan olan huyları ve doğal eğilimleri değiştirecek kadar güçlüdür aşk. Çünkü aşk, hiç kimsenin itiraz edemeyeceği bir efendidir. Sevenin ahlâkını ve doğasını değiştirecek olağanüstü bir güce sahiptir. Aşığın daha önceden tenezzül etmeyeceği şey, gözüne güzel görünür, daha önce zor gelen şeyler ona kolay gelmeye başlar.

     Ancak sevenin ruhsal durumuna göre etkileri olan aşkın,  derinlere dalamayan ruhlarda marazi etkileri de olabilir. İbn Hazm’ın çözümlemesinin çok boyutluluğuna işaret eden A. Homori, şehvetin nefrete dönüşebilme riskini ve insanı hayvanileştirmeye de sürükleyeceğini hatırlatır. Güvercin Gerdanlığı’nda ruhun kendini farklı aynalarda görmesinin önemine şâhit oluruz. Esasında bu şahlık sayesinde keşif mümkün olmaktadır. Dahası bu farklı aynalarda görme, farkındalık kazanma veya boyut elde etmedir. Seven ve sevgililerin değişmesi bunun dışa vurumudur. Ruh âdeta akord yaparken aradığı sese ulaşmak için farklı kıyılara uğramaktadır. Hatta İbn Hazm’ın aşka dair söylediği gazeller düşüncesini gizlemekte, maskelemektedir. Çünkü bir sevgiliye dair söylediğini duyan, nihai bir sevgilinin var olduğu kanaatine ulaşır. Oysa bu sözler birer perdedir. Düşüncesi ve ruhu daha gezinecektir. Dilin ortak bir uzlaşı aracı olmasının önemi burada yatmaktadır. Dalgalanmaya değil, durulmuşluğa pirim verilecektir. Belki zahiriliğin anlamlarından biri de bundan başkası değildir. Sözün, görünen ve literal anlamına bağlı olma anlamına gelmektedir zahirilik. Sembolik dil bu perdenin arkasına göndermede bulunmaktadır. Zihnin değişkenliğini, lafzî dilden ziyade sembolik dilin temsil edebileceğini söyleyenler, esasında bu gerçeğe işaret etmektedir.”

        Şahsi kanaatim aşkın hainliği sınırları belirleyememesiyle ilgili bir durumdur. Yani hain olan aşk değil, aşkta asıl olan sınırların bulunmasında pusuda bekleyen şehvet tuzağıdır. Şeytanın aşksızlığıyla, akıl yürütürken vahyin kontrolünden çıkan Hz. Adem Peygamberin oğlu Kabil’in de, kadın üzerinden yürüttüğü aşkla yakından uzaktan hiç ilgisi olmayan yanlış mantığının bir tezahürü olarak küçük kardeşi öldürmesiyle dökülen ilk kan aşkı değil tam tersine aşksızlıklarını açık eder. Aşkı, sınır ya da sınır hattında pusuda bekleyen şehvetle karıştırmamak gerek. 

Şemsettin ÖZKAN

28.02.2024 GÜZELYALI

KAYNAKLAR

1-kuran.diyanet.gov.tr

2-kuranmeali.com

3-pixabay.com4-dergipark.org.tr (Aliye Çınar KÖYSÜREN, İbni Hazm Düşü

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.