Ayıyla Dost Olan Adam
Günümüz çağdaş dünyasında insanlar, teknolojinin gelişmesiyle daha da bireyselleşti. Daha doğrusu bireyselleşme, bir yaşam biçimi oldu. Doksan jenerasyonu gençlik, bilgi iletişim teknolojilerini, denize düşen yılana sarılır hesabı bunu güçlü bir biçimde benimsedi. Geçmişe dair her şeye, koca karı ilaçları gibi bakarak, sanki internet dünyası her şeyi doğru yazıp çiziyormuş gibi reddetti. Yaşını başını almış insanların tecrübeleri sıfırlandı. Üstelik insanların birbirinden etkileşimleri de bitti. Dünyamız sanallaştı. Bir ego, bir ego, bir kibir, bir kibir… Bunun sonucunda şöyle bir olumsuz düşünce kalıbı oluştu:
Artık benim için neyin iyi olduğunu çok iyi biliyorum, başkaları bana ne yapmam gerektiğini asla söylemesinler. Ben bilirim.
Ne diyelim eski bir şarkı da söylendiği gibi; O BİLİYOR demekten başka…
Aşağıdaki Hz. Mevlana’nın “ayıyla dost olan adam” hikâyesi tam da bu yeni jenerasyona uygun düşüyor. Çocukluğumdan beri bildiğim ve seve seve okuduğum bu hikâyeden, başta ben olmak üzere umarım dersler çıkarırız.
Bir kobra yılanı, bir ayıyı yakalamıştı. Yiğidin biri de ayının bağırmasını duydu ve onu kobra yılanından kurtardı.
Hile ile babayiğitlik birleşip de kobra yılanını bu güçle alt edip öldürünce, ayı da kobra yılanından kurtuldu ve o babayiğit adamdan iyilik gördüğü için, bir köpek gibi onun peşine takıldı; adamla birlikte evine dek gitti. O Müslüman hastalanıp yastığa baş koyunca da adama gönül borcu olduğundan onu bırakmadı, başında beklemeye başladı.
Komşusu oradan geçerken, nasıl olduğunu sormak için adamın evine uğradı, “Halin nasıl?” derken ayıyı gördü:
“Kardeş, bu ayıyla ne işin var?” dedi.
Adam, kobra yılanı olayını anlattı. Komşusu:
“Ayıya güvenme be ahmak. Ayının dostluğu düşmanlıktan beterdir. Nasıl olursa olsun, köyden sürülmesi gerek,” dedi.
Adam dedi ki:
“Vallahi bunu kıskançlığından söyledin, yoksa sen ayıya ne bakıyorsun; hele onun sevgisini bir gör!”
Komşusu:
“Ayıların sevgisi aldatıcı bir sevgidir; benim bu kıskançlığım onun sevgisinden iyidir. Be adam, gel benimle bir ol da o ayıyı köyden sür!” dedi.
Adam:
“Hadi oradan, sen kendi işine bak, kıskanç herif!” diye yanıt verdi.
Adam:
“İşim buydu, ama sana nasip değilmiş. Yüce kişi, ben bir ayıdan daha aşağı değilim ya, onu bırak da eşin dostun ben olayım. Başına bir şey gelecek diye yüreğim titriyor. Böyle bir ayı ile ormanlığa gitme. Yüreğim asla olmayacak şeyden titremedi. Bu seziş Tanrı ışığındandır, saçma değil,” dedi.
Bu sözler adamın kulağına girmedi. Ayının elini tuttu, adamın elini bıraktı. Adam da:
“Senin aklın başında değil, ben gidiyorum,” dedi.
Adam dedi ki:
“Git, benim için kaygılanma! Boşboğaz herif, her şeyi de bilirim sanma! Uykum geldi. Bırak beni, işine git!”
Komşusu:
“Yahu, ne olur bir dosta uy da, akıllı birinin korumasında, gönül sahibi bir dostun yakınında uyu,” dedi.
Babayiğit, o adamın ısrarına kızıverdi; yüzünü çevirip:
“Bu belki de bana düşman; ya da bir şey umuyor, dilenci ve kabadayı herifin biri. Ya da beni bu ayıyla korkutma konusunda önceden dostlarıyla bahse girmiş olmalı,” dedi.
İçinin kötülüğünden hatırına iyi bir şey gelmedi.
O Müslüman kızdı:
“Benim ona ciddilikle öğüt vermemden, üstüne düşmemden, gönlündeki hayaller arttı; büsbütün kuruntu ediyor. Demek ki öğüt yolu kapandı,” dedi ve gitti.
Adam uyudu. Ayı sinek kovalamaktaydı. Sinek, kovulunca kalktı, ama inadına gene kalktığı yere gelip kondu. Ayı o gencin yüzünden kaç kere sineği kovduysa da sinek hemen kalktığı yere gelip konmaktaydı. Ayı sineğe kızıp gitti dağdan kocaman bir taş yakalayıp getirdi, sineğin yeniden uyuyan adamın suratına konmuş olduğunu görünce, o koca değirmen taşını alıp sineği ezmek için adamın suratına fırlattı. Taş, uyuyan adamın suratını paramparça etti. Bu olay da herkese yayıldı.
Aptalın sevgisi, şüphesiz ayının sevgisidir. Kini sevgidir, sevgisi kin. Ant içse bile inanma. Eğri sözlü adam andını da bozar.
- Ders: Realite körlüğü. Ayıyla dost olan adamı komşusu kaç kez uyarıyor hadi oradan kıskanç, boşboğaz gibi laflarla bir de üstelik komşusunu azarlıyor. Herhalde biriyle bahse girmiş olmalı, kabadayı, dilencinin teki gibi düşüncelerle de önyargısını yüksek seviyeye çıkarıyor. Egosu tavan yapıyor. Ben her şeyi bilirim havasında. Ayının kendisine bağlanmasıyla adamda katıksız bir duygusal körlük oluşuyor. Yahu bu nihayetinde bir hayvan, üstelik vahşi karakterde olan bir ayı demiyor. Ayının hata yapabileceği hiç hatırına gelmiyor. Dışarıdan gelen yorumlara da sağır kalıyor. İnsanın her şeyi bilmesi mümkün mü? İlmin başı “la edri”dir. Ben bilmiyorumdur.
- Ders: Evet ayı iyi niyetli, ama iyi niyetle yapılabilecek kötülüklerin de olabileceği gerçeğine, adamın gözleri tamamen kapalı. Cehenneme giden yollar iyi niyet taşlarıyla döşeli değil mi dostlar? O halde sıradan dostluk ve arkadaşlıkların mutlaka hakkaniyet ölçülerinde sorgulanmasında fayda var.
- Ders: Hikâyedeki adam ayı ile dostluk kurmada tecrübesiz olduğundan zekâyı kullanamıyor sonuçta da akılsız bir olay, hazin sonunu hazırlıyor. Ayı adamın üzerine konan sineği öldüreceğim derken, adamı hunharca katlediyor. Tecrübe ve istişare metoduna başvuranlar akıllı insanlardır. Kendi hatalarından ders çıkaranlar akıllıdır. Bir daha aynı hatayı yapmazlar. “Mü’min bir delikten iki kez ısırılmaz” (Sahih-i Buhari, c.12, s.153/hadis no:2004) Bazıları da başkalarının hatalarından hemen ders çıkarır. Bazıları da hiç ders çıkarmaz, burnunun dikine dikine gider, aynı hataya bir daha bir daha düşer dururlar. Eleştiriye açık olmamız gerekir. Ayrılıkların gayrılıkların temelinde de bu yatar.
- Ders: Dost ve düşmanla ilişki nasıl olmalı noktasında daha çok dosta odaklanıyoruz ama düşmanı unutuyoruz. Strateji uzmanları bu işi çok iyi bilir. Düşmanı bilmezsen savaşı kazanamazsın. Efendim ben orduma güveniyorum, biz bu işi evvel Allah, yaparız demek yetmez. Fatih İstanbul’u fethetmeden önce İstanbul’u ve yönetenleri, Haliç’i ve gemileri karadan yürütmenin hesaplarını, hâsılı maddi, manevi tüm planlarını sonuna kadar yapmıştı. İnsan ilişkilerinde de insanlar karşıdakinin zayıf ve güçlü yönlerini dikkate alsalardı daha sağlıklı olurdu. Bilhassa yöneticiler, onlardan maksimum miktarda verim ve başarı alabilirlerdi. Hikâyedeki adamın egosu, ayının her dediğini yapmasından ötürü, tabiri caizse onun şişmesine neden oluyor. Çok güveniyor ayıya, ama bedelini de canıyla ödüyor. Şüphe hiç duymuyor, ama ayıya güveni tam. Şüphe ile güvenin sınırlarını iyi çizmek hayati öneme haizdir.
- Ders: Savaş düşmana benzeyince kaybedilir diye bir söz vardır. Adam burada aklını hiç kullanmamadan ötürü, insan türünden çıkmasa da, çıkmış hükmündedir. Çünkü düşünme, akıl yürütme melekelerini sanki kaybetmiş gibidir. Hatta ayıdan da aşağı mertebeye inmiştir.
اُو۬لٰٓئِكَ كَالْاَنْعَامِ بَلْ هُمْ اَضَلُّۜ (Belhüm adal)
“ Bunlar hayvanlar gibi hatta daha aşağıdırlar” (Araf/179)
“Onlar hiç akletmiyorlar mı, düşünmüyorlar mı? Tefekkür etmiyorlar mı?” ayetleri o kadar çok ki, benim bildiğim 550 küsür say say saymakla bitiremezsiniz. Ayı ne kadar akılsız davranış sergilemişse, hikâyedeki adam da, o kadar akılsız bir davranış sergilemiştir. İnsanlar da akıllarını doğru, güzel insana yakışır bir şekilde kullanmadıkları sürece Rablerine karşı görevlerini yerine getirmemiş olurlar. Derhal Allah’ın insan için yarattığı fabrika ayarlarına dönmemiz gerekir.
Şemsettin ÖZKAN 02/11/2019 KONYA
Bir ego bir ego, bir kibir bir kibir… Gören de sanır ki, küçük dağları yaratmış…
Herkesin yaşadığı hayat tecrübeleri farklı farklıdır. İlk defa karşılaştığın bir hadisede önce akli melekelerini kullanmak gerekir. Akli melekelerinle bir yere varamıyorsan daha önce aynı olayla karşılaşmış insanların tecrübelerine başvurmalısın. (Atasözleri bu yüzden çok kabul görür) Buda seni tatmin etmiyorsa konunun uzmanlarıyla bir araya gelerek istişare etmen gerekir. Bu senin yanlış yapmana mani olacak erdemli bir davranış olacaktır. Bunlarda mümkün değilse içinden gelen vicdanının sesine kulak vermen sana hayatındaki en güzel tecrübeyi kazandıracaktır. Hata yapma olasılığın neredeyse sıfıra inecektir.