HAKİKAT İKİ KİŞİYE MUHTAÇ BİRİ ONU DİLLENDİREN DİĞERİ ONU ANLAYAN

(Toplumsal İlişkiler 527)


فَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِؕ اِنَّكَ عَلَى الْحَقِّ الْمُبٖينِ
O hâlde, ey Peygamber! Allah’a güven ve kararlılıkla yoluna devam et! Muhakkak sen, Allah’tan gelen apaçık bir gerçek (hakikat) üzerindesin. Ancak bu gerçeği, diri kalpler, duyan kulaklar benimseyebilir.” (Neml/79)

Bu nedir?” sorusunun cevabını verdiğimizde bir şeyin hakikatini yani gerçekliğini de açıklamıyor muyuz? Onun aynı zamanda tanımını da yapmış olmuyor muyuz? Evet.

İslam filozoflarından Kindî, “her tanımlananın hakikatinin tanımda bulunduğunu belirtir. Çünkü bir tanımda tanımlananın hem sûreti hem unsuru (öz, soy, asıl, element, ilke (felsefede) varlığın özünü oluşturan dört ögenin her biri) hem de illeti (zafiyet, sebep ve gerekçesi) mevcuttur.” (Resâʾil, I, 26, 31).

İslâm felsefe tarihinde hakikat daha ziyade ontolojik bir kavram olarak ele alınmıştır. Bu açıdan Fârâbî “şeyin hakikati”ni “bir şeyin kendine özgü varlığı” diye açıklar. Benzer bir yaklaşım, hakikat konusuna ilk defa metafiziğinde önemli bir yer veren İbn Sînâ’da da görülür. Ona göre her şeyin bir hakikati vardır ve o şey bu hakikatle kendi kendisi olur. Bu anlamda hakikat filozofun “özel varlık” (el-vücûdü’l-hâs) diye adlandırdığı ve “somut varlık” ile (el-vücûdü’l-isbâtî) karıştırılmaması hususunda uyarıda bulunduğu şeydir (eş-Şifâʾ, s. 31).

İbn Sînâ’nın diğer bir açıklamasına göre hakikat, her bir varlığın kendisi için gerekli olan ve ona belli bir gerçeklik değeri kazandıran özelliğidir (en-Necât, s. 505). Hakikati olmayanın ne dış dünyada ne de zihinde herhangi bir gerçekliğinden söz edilebilir. Meselâ bir üçgen tasavvuru çizgi (kenar) ve yüzeyden oluşan özel şekli düşündürür; böylece bu iki unsurla zihinde üçgenin hakikati gerçekleşir. Zira çizgi ve yüzey üçgenin maddî ve formel illetleridir. Zihinde tasarlanan bir şeyin dış dünyada gerçekleşmesi için ayrıca fâil ve gāî illetlere ihtiyaç vardır. İbn Sînâ’nın idealist anlayışına göre hakikat zihinde hâsıl olan ve kavranabilen gerçeklik, vücut ise ona sonradan katılan bu gerçekliğin zihin dışında sabit olan varlığıdır (eş-Şifâʾ, s. 31; a.mlf., el-İşârât ve’t-tenbîhât, s. 105).

Bu açıdan bakıldığında Tanrı ve diğer varlıkların biri kendilerinde ve kendi varlıklarına özgü olan (vücûdî), diğeri de bizim zihnimizde tasavvur ettiğimiz ve bu anlamıyla bizim zihnimizde bulunan (zihnî) olmak üzere iki türlü hakikatinden söz etmek mümkündür (İbn Sînâ, el-Mübâḥas̱ât, s. 157-158).

Tasavvufta ise hakikat terimi “zâhirin ardındaki örtülü ve gizli mâna, dinî hayatın en yüksek seviyede yaşanarak ilâhî sırlara âşina olunması” demektir.

Şems-i Tebrizi de der ki; “hakikat iki kişiye muhtaç; biri onu dillendiren, diğeri onu anlayan.” Hz. Peygamber hakikati “dillendiriyor” “Yarabbi eşyanın hakikatini bana olduğu gibi göster” buyuruyor. (Burada Kur’an’da Kehf suresinde geçen Hz. Musa (a.s) ve Hızır kıssasına değerli okuyucularım bir bakarsa iyi olur.) Peygamberi “anlayanlar” yani O’na iman edenlerle birleşince hakikat ortaya çıkıyor. Yukarıdaki ayette Hz. Peygambere sen çok açık ve seçik, lamı cimi olmayan, çok net bir hakikat, üzerindesin buyurmuyor mu? Hz. Peygamberin gizlisi saklısı yok, kendisine indirileni, hakikati, noktasına virgülüne dokunmadan tebliğ ediyor. Dolayısıyla hakikatin ilk aşaması ortaya çıkıyor. İkinci aşamasında ise bu hakikati anlayanlar, yani sahabeler ve sonradan günümüze kadar tüm O’na inananlar, devreye giriyor. Sonuç ortada, hak ve hakikat güneş gibi her yerden görülüyor. İsterse hakikati görmek istemeyenler, hakikati yani güneşi görmemek için, elleriyle gözlerini kapatsınlar. Sonuç değişmez. Onlar gözlerini kapattı diye güneş ve ışığı yok olmuyor. Algılama bozukluğu ya da hallüsinasyon (sanrı) görüyorlar o kadar.

Şemsettin ÖZKAN

26.11.2021 DOĞANŞEHİR

KAYNAKLAR

1-kuran.diyanet.gov.tr

2-kuranmeali.com

3-islamansiklopedisi.org.tr (Mustafa Çağrıcı ve Mehmet Demirci’nin ‘Hakikat’ maddesi yazısından alıntı)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir