(Toplumsal İlişkiler 248)
وَهُمْ يَصْطَرِخُونَ ف۪يهَاۚ رَبَّـنَٓا اَخْرِجْنَا نَعْمَلْ صَالِحاً غَيْرَ الَّذ۪ي كُنَّا نَعْمَلُۜ اَوَلَمْ نُعَمِّرْكُمْ مَا يَتَذَكَّرُ ف۪يهِ مَنْ تَذَكَّرَ وَجَٓاءَكُمُ النَّذ۪يرُۜ فَذُوقُوا فَمَا لِلظَّالِم۪ينَ مِنْ نَص۪يرٍ۟
“Orada, “Ey Rabb’imiz!” diye feryat edecekler, “Ne olur, bizi
buradan çıkar; sana söz veriyoruz, daha önce yaptıklarımızdan bambaşka güzel işler yapacağız!” Buna karşılık, Allah onlara diyecek ki: “Ben size, düşünüp ibret almak isteyen birinin düşünebileceği kadar uzun bir ömür vermedim mi? Ayrıca, size bu günün gelip çatacağını haber veren uyarıcılar gelmemiş miydi? Geldi, fakat siz bile bile kötülüğü tercih ettiniz! Öyleyse
yaptıklarınızın cezasını tadın bakalım; bugün zâlimlere hiç kimse yardım edemeyecek!”O hâlde, ey insanlar, bu gün gelip
çatmadan önce Rabb’inize kulluk edin!” (Fatır/37)
Hatice Kutsal’a ait vedanın, gün batımının, hüznün, ömrün ve üzüntünün muhteşem birlikteliği “üzgün” şiiriylemısralarına çok güzel yansımış. Doğrusu bu şiir beni ta ruhumdan yakaladı desem yalan olmaz:
Vedasından mıdır günün?
Yoksa kızıllığından mıdır hüzün?
Bir gün daha eksildi ömürden,
Sen üzgün, ben üzgün, gün üzgün.
Veda ne hikmetse insana hep keder vermiştir. Daragacına gitmek gibi birşeydir, elveda demeyi insanın elgelleyememesi. Bir hoşçakala sığdırır, seni yere göğe sığdıramadığın aşkın. O senin ellerini bırakır sen ise herşeyini.
Vedayı en güzel tanımlayanlardan Atilla İlhan “acı bir tütün gibi genzimi yakıyor senden uzak olmak,” der.
Gün akşam olurken karanlığa bürünmeden kızıla boyanır gökyüzü. Bu kızıllık siyaha dönüşmeye ramak kalmasından mıdır yoksa günün; ‘haydi eyvallah, ben artık gidiyorum,’ demesinden midir bilinmez, bir efkar çöker yüreklerimize. Dışa vurmaz efkarımız, içten içten yanar gönüller. Dertler kabuk bağlar yaraların üstüne;
Kârım
efkârım, zarım efkârım
Varım
efkârım, yârim efkârım.
Gönüller bir deniz değil ki, efkarımız, hüznümüz kıyıya vursun. Öylece yanar durur gönül yangınları, akşam olupta denizde gurup, güneş kor gibi batınca kızıllığında.
Aslında ne akşamın kızıllığıdır biten, ne veda eden gündür bizi üzen. Bizi dertten derde salan, hüzünden hüzüne garkeden takvim yapraklarından, ömürden eksilenlerdir.
Şu karşıki dağda bir kuzu meler
Kuzu sesi değildir Fadimem ömürler biter
Ayletme beni söyletme beni
Alçak yüksek tepede Fadimem
Bekletme beni.
Esas mesele; kuzu sesi, Fadime, beklemek, alçak ve yüksek tepeler değil, hızla gelip geçen, ömrümüzdür. Silgi kullanmadan tükettiğimiz hayat, ömrümüzdür. Bir ırmaktan biteviye akan sular ömrümüzdür.
Son
sözü Yunus Emre’m söylesin:
Geldi
geçti ömrüm benim
Şol yel esip geçmiş gibi
Hele bana
şöyle gelir
Şol göz yumup açmış gibi
İş
bu söze Hak tanıktır
Bu can gövdeye konuktur
Bir gün
ola çıka gide
Kafesten kuş uçmuş gibi
Miskin
adem-oğlanını
Benzetmişler ekinciye
Kimi biter kimi
yiter
Yere tohum saçmış gibi
Bu
dünyada bir nesneye
Yanar içim göynür özüm
Yiğit
iken ölenlere
Gök ekini biçmiş gibi
Bir
hastaya vardın ise
Bir içim su verdin ise
Yarın anda
karşı gele
Hak şarabın içmiş gibi
Bir
miskini gördün ise
Bir eskice verdin ise
Yarın anda sana
gele
Hulle donun biçmiş gibi
Yunus
Emre bu dünyada
İki kişi kalır derler
Meger Hızır,
İlyas ola
Ãb-i hayat içmiş gibi
Şemsettin ÖZKAN
.02.2021 KONYA
KAYNAKLAR
1-kuran.diyanet.gov.tr
2-kuranmeali.com
3-antoloji.com