GELMİŞ DAYANMIŞIM DEMİR KAPISINA SEVDANIN BEN YAŞAMIYOR YAŞAMIYOR GİBİ YAŞIYORUM

(Toplumsal İlişkiler 128)


وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَتَّخِذُ مِنْ دُونِ اللّٰهِ اَنْدَاداً يُحِبُّونَهُمْ كَحُبِّ اللّٰهِۜ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَشَدُّ حُباًّ لِلّٰهِۜ وَلَوْ يَرَى الَّذ۪ينَ ظَلَمُٓوا اِذْ يَرَوْنَ الْعَذَابَۙ اَنَّ الْقُوَّةَ لِلّٰهِ جَم۪يعاًۙ وَاَنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعَذَابِ
Ama hâlâ Allah’a rakip gördükleri varlıklara inanmayı tercih eden ve onları [yalnızca] Allah’a özgü [olması gereken] bir sevgi ile seven insanlar var: halbuki imana ermiş olanlar, Allah’ı başka her şeyden daha çok severler. Zulüm yapmaya şartlanmış olanlar, [Kıyamet Günü] azaba uğratıldıkları zaman görecekleri gibi, bütün kudretin yalnızca Allah’a ait olduğunu ve Allah’ın cezalandırmada ne çetin olduğunu da keşke görselerdi!” (Bakara/165)

Aşk nedir, sorusuna en yalın cevabı aşkı yudum yudum içen mutasavvıf şairler vermektedir. Onlara göre kâinatın var oluşu sebebi de ancak aşkla kavranıp, anlaşılabilir.

Diğer taraftan Şair Nizamî‘nin sorduğu ve cevapladığı şu cümleler aşkın içeriğine dair önemli ipuçları verir:

“- Nerelisin?

– Aşk memleketinden!

– Orada hangi sanatla meşgul olurlar?

– Gam alırlar, can satarlar!

– Can satmak edeb dışı bir hareket değil mi?

– Âşıklar arasında buna hayret edilmez.

– Böyle hakikaten gönülden mi âşık oldun?

– Sen gönülden diyorsun ben candan.

– Şirin‘e olan bu aşkını nasıl buluyorsun?

– Tatlı canımdan da ileri.

– Onun sevgisini ne zaman gönlünden çıkaracaksın?

– Toprakta uykuya daldığım zaman!”

Üstat şair Sezai Karakoç “Karayılan”şiirinde şunları söyler bize:

Güneşin yeni doğduğunu sana haber veriyorum
Yağmurun hafifliğini toprağın ağırlığını
Ve bütün varlığımla kara yılan seni çağırıyorum
Seni çağırıyorum parmaklarımdan süt içmeğe
Pamuğun ağırlığını yapan dağın hafifliğini
Sana haber veriyorum yeni doğduğunu güneşin

Ben güneyli çocuk arkadaşım ben güneyli çocuk
Günahlarım kadar ömrüm vardır
Ağarmayan saçımı güneşe tutuyorum
Saçlarımı acının elinde unutuyorum
Parmaklarımdan süt içmeğe çağırıyorum seni
Ben güneyli çocuk arkadaşım ben güneyli çocuk

Ben çiçek gibi taşımıyorum göğsümde aşkı
Ben aşkı göğsümde kurşun gibi taşıyorum
Gelmiş dayanmışım demir kapısına sevdanın
Ben yaşamıyor gibi yaşamıyor gibi yaşıyorum
Ben aşkı göğsümde kurşun gibi taşıyorum

Seni süt içmeğe çağırıyorum parmaklarımdan
Kara yılan kara yılan kara yılan kara yılan

Cafer Şen, “Cumhuriyet Dönemi Türk Şiirinde Aşkın Halleri Fenomenolojisi Görüngüsü Üzerine Bir İnceleme” adlı araştırmasında; “Aşkı kurşun gibi taşımak” aynı zamanda arzuyu arttırmaya yönelik bir yaklaşımdır, der ve izah eder: Çünkü bir duyum veya varlık tözsel/özsel olarak ne kadar yabancılaşırsa arzusunu da o kadar arttırır. Üstelik kişi, hiçbir zaman, engeli olmayan arzu nesnesine direkt olarak ulaşmayı istemez. Tıpkı Kafka’nın Dava adlı eserinde kapı açık olduğundan adalet kapısından gir(e)meyen davalı gibi. Eğer dava kapısı kapalı olsaydı, davalı, kapıyı engel kabul edip, o kapıyı zorlayarak açmaya çalışacaktı. Bu nedenle Karakoç “sevdanın demir kapısına” gelip dayanır, zorlamaz, içeriye girmemeyi tercih eder. Hiç kuşkusuz şairin arzusunun devam etmesi için o kapının kapalı olması ve şairin de o kapıdan içeri girmemesi gerekir. Gerçi burada kişi, arzu nesnesine ulaş(a)mamasını engele bağlarken, Lacan, kişinin buna gücünün yetmeyeceği kanısındadır. Bu nedenle sürekli yenilgiye uğrayan “ego” yıkılmamak için hem kendi güçsüzlüğünü engelle örtbas edip yüceltirken, hem de aynı zamanda arzusunu nesnesine ulaşamadığından körüklemiş olur. Yukarıdaki dizelerde şairin, sevdanın kapısına gelmesi, Kafka’nın Dava’sında kahramanın açık kapıdan içeriye giremeyişi durumu aslında hiçbir zaman arzu nesnesinin ulaşıl(a)mayacağını imler. Bunun da nedeni, varlığın yerini tutarak onu arzu nesnesine dönüştürüp aynı zamanda bu yokluktan dolayı melankoliyi vareden dilsel/simgesel ağdır. Aşkı ortaya çıkaran işte bu ağın, direkt olarak libidonun arzu nesnesine ulaşılmasını engellemesidir. Freud’a göre “her şeyin cinsel bir yan anlamı olmasının, cinselliğin her şeye bulaşabilmesinin sebebi: İnsanların hayatlarındaki en güçlü öğe olduğundan, diğer tüm güçler üzerinde hegemonyası olduğundan değil, fiilileşmesi bakımından en köklü biçimde engellenen, (Lacan’ın tabiriyle) cinsel ilişkinin olmamasına yol açan simgesel hadımla şekillenen öğe olmasından dolayıdır” (Zizek 2015: 362). İşte bu nedenledir ki libidonun arzu nesnesine ulaşmasının engellenmesi beraberinde aşkı doğurur. Simgesel hadımdan dolayı arzu nesnesine hiçbir zaman ulaşamama durumu her zaman, ebedi olarak aşkın var olacağını gösterir. Cahit Zarifoğlu “Çıplak ete kavuşan aşk sandı” (Zarifoğlu 2011: 132) dizesiyle arzu nesnesinin “et” ile bir tutulduğunu ve bu nedenle de insanların yanıldığına dair bir ahlakçı tavır ortaya koyarsa da, bu dize, hem ulaşılanın arzu nesnesi olmadığını, hem arzu nesnesinin bütünüyle ele geçirilemeyeceğini, hem de bu nedenle de aşkın devam edeceği gerçeğinin altını çizer.

Şemsettin ÖZKAN

22.09.2020 KONYA

KAYNAKLAR

1-kuran.diyanet.gov.tr

2-kuranmeali.com

3-antoloji.com

4-dergipark.org.tr (Cafer ŞenOcak-Haziran 2017/9:17 (185-206) CUMHURİYET DÖNEMİ TÜRK ŞİİRİNDE AŞKIN HALLERİ/FENOMENOLOJİSİ (GÖRÜNGÜSÜ) ÜZERİNE BİR İNCELEME YENİ TÜRK EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir