(Toplumsal İlişkiler 53)
اِنَّا فَتَحْنَا لَكَ فَتْحاً مُب۪يناًۙ
“Gerçek şu ki (ey Muhammed,) Biz senin için apaçık bir zaferin önünü açtık.” (Fetih/1)
” لَتُـفْتَحَنَّ الْقُسْطَنْطِينِيَّةُ فَـلَنِعْمَ الْأَمِيرُ أَمِيرُهَا، وَ لَنِعْمَ الْجَيْشُ ذَلِكَ الْجَيْشُ”
“İstanbul mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, o ordu ne güzel ordudur.” (1)
(1)AhmedHanbel, Müsned, IV, 335; Buharî, et-Tarihu’l-Kebir, I, 81; et-Tarihu’s-Sağîr, I, 306; el-Bezzâr, el-Müsned, el-Müsned, c. II, s. 308; Taberani, el-Mu’cemu’l-Kebir, II, 38; Hakim, Müstedrek, IV, 422; Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, VI, 219.
Öncelikle şunu söyleyeyim, anlatacağım bu mübarek insan öyle sıradan biri değil! Batının feodal yapısını temellerinden sarsmış, Ortaçağı kapatmış, yepyeni bir çağ açmış, “ya Bizans bizi alır ya da biz Bizans’ı alırız” diye İstanbul’u almayı, daha çocukken kafasına koymuş biri. İki imparatorluk, dört krallık ve on iki prensliği ortadan kaldırmış, Roma İmparatorluğu’nu da ortadan kaldırır endişesiyle, batı dünyasının zehirlediğine dair şüpheler olan, hem dini hem de fen bilimlerinde kendine haklı olarak zirvelerde yer edinmiş, zeki, cesur ve Peygamberimizin övgüsüne mazhar olmuş, bir dünya liderinden söz ediyoruz. Elbette burada onun tüm hayatını ele alacak değiliz. İşte Onun hayatından bazı kesitler…
Daha küçük yaşlardan itibaren titiz bir eğitimden geçen II. Mehmet, gönül eğitimini Ak Şemsettin (kuddise sirruh) hazretlerinin manevî terbiyesinde ikmal etmiştir. Bu terbiyenin başlayışı şöyle olmuştur:
Hacı Bayram Velî, Sultan II. Murat’ı ziyarete gelmişti. Yanında talebesi ve manevî evladı Ak Şemsettin de vardı. Sultan Murat Han, bu mübarek zatın feyzinden oğlu Şehzâde Mehmet’in istifade etmesini istedi. Her cengâver sultan gibi Murat Han da İstanbul’un fethini hayal ediyordu. Hacı Bayram Velî Hazretlerine:
“–Acep İstanbul’un fethi kime müyesser olacak?” diye sorunca, O da:
“–Fethi mübini görmek şu şehzâde ile Ak Şemsettin’e nasip olacak!” cevabını verdi.
Bu açık keramet ile duygulanan Murad Han, oğlunu Ak Şemsettin’in terbiyesine vermek için Hacı Bayram Velî Hazretlerinden izin istedi. Bu vesile ile Ak Şemsettin, Şehzâde Mehmet’in manevî terbiyesini üzerine alarak, O’nu fethi mübîne manen hazırladı.
Bu hazırlıkta diğer hocaların rolleri de son derece müessir olmuştur.
Bir gün hocası Molla Gürani, Şehzâde Mehmet’in gece yarısı odasının ışığını yanık olarak gördü. Merak etti. Yanına girdi:
“–Şehzâdem niye uyumadın?” dedi.
O da:
“–Hocam, mütalaa ediyordum,” karşılığını verdi.
Hocası sordu:
“–Hangi dersi mütalaa ediyordun?”
Fâtih cevap vermeyip sustu.
Hocası çalıştığı dersi merak edip O’nun masası üzerindeki yığınla evrakı karıştırdı. Hepsi İstanbul’un müstakbel fetih projeleri idi. O, fethin nasıl gerçekleşebileceğini plânlıyordu. Hocası:
“–Bunlar nedir evlâdım?” deyince Fâtih, içinde gizlediği sırrı açıklamak zorunda kaldı. Hocasına:
“–Hocam! Sır olarak kalması şartıyla nicedir uykusuz kalıp da yaptığım çalışmaların ne olduğunu söyleyebilirim.” dedi.
Hocasının mütebessim bir çehre ile başını salladığını görünce devam etti:
“–Hocam! Bu iş nicedir içimi yakıp kavurmaktadır. Düşünüyorum ki, ta sahabe-i kiramdan beri defalarca muhasara edilen ve mübarek ashabın kanları ile sulanmış bulunan şu Kostantiniyye şehri niçin fethedilemiyor? O beldeyi fethetmenin yolu nedir? İşte bu yüzden uykularım kaçıyor, sabahlara kadar plânlar yapıyorum…”
Bu kavruk ifadeleri dinleyen hocası, küçük Fatih’i son derece takdir etti. Ayrıca O’nun bu işi başarabilmesi için gerekli haslet, meziyet ve seviyeye bir an evvel ulaşabilmesi yolunda da şu yön verici nasihatte bulundu:
“–Evlâdım! Bu büyük zafere nail olmanı can ü gönülden arzu ederim. Lâkin ben, senin cahil bir sultan olmanı değil, âlim, ehli kalp ve feraset sahibi bir hükümdar olmanı isterim. Zaten Kostantiniyye şehrinin mutlaka fethedileceğini kaç asır evvelden ahir zaman Peygamberi Muhammed Mustafâ -sallâllâhü aleyhi ve sellem- Efendimiz:
“Kostantiniyye elbette fethedilecektir! Onu fetheden kumandan ne güzel kumandan ve onu fetheden asker ne güzel askerdir!” buyurarak bildirmişlerdir.
Bu itibarla Hazret-i Peygamber’in medh ederek müjdelediği o büyük şanlı fetih, mutlaka ki âlim, âdil, dirayetli ve daha birçok üstün meziyetlere sahip bir kumandan tarafından gerçekleştirilecektir. Dolayısıyla senin, maddî ve manevî her türlü eğitimini tekmil ettikten sonra o büyük fethe seferber olman, ruhumun en büyük emelidir…”
Küçük Şehzâde, hocasının gönlünden taşan bu samimi nasihatlerindeki nükteleri kavrayarak, yıllar yılı bunlardan manevî bir kuvvet aldı. Hedeflenen dirayet ve olgunluğa ulaşabilmek için gece gündüz gayret etti.
Nitekim çok erken yaşlarda “fethi mübîn” ile zihnen son derece meşgul olup adeta bu meselede fani olan Şehzâde, ilim yolundaki gayretini de eksiltmeyerek kısa zamanda Arapça, Farsça, Latince, Sırpça ve Yunancayı öğrendi.
Eğitimini gördüğü zahirî ve batıni ilimlerle hem kendi nefsi hayatını, hem de devlet işlerini düzene koydu. Fen ve teknik bilgileriyle de savaşlarda kullanacağı harp âletlerini tekâmül ettirdi. Projesi kendisine ait olan ilk havan topunu döktürerek İstanbul’un fethinde kullandığı meşhurdur.
Tarihle meşgul olarak; “Beyliklerin ve devletlerin, meydana gelişi, inkişafı ve nihayet tarih sahnesinden yok olmalarının sebep ve neticeleri” üzerinde derin düşüncelerle kendine has bir tarih felsefesine sahip oldu.
Fâtih Sultan Mehmet Han, devrinin en büyük âlimlerinden ders almış bir sultandı. İlmî müzâkerelere katılır ve bazen kendisi reyini bildirerek ilimdeki maharetini ortaya koyardı. Ak Şemsettin Hazretlerinden aldığı yüksek manevî eğitimin yanında fıkıh ilminde Molla Hüsrev, tefsirde Molla Gürani, Molla Yegân, Hızır Bey Çelebi, kelâmda Hocazâde, riyaziye (hesap ve matematik) de Ali Kuşçu’dan ders almıştır.
Fâtih, ilmî seviye ve ruhî derinliğinin neticesinde ulu bir Sultan, büyük bir cengâver, aynı zamanda engin gönüllü bir derviş ve hassas, rikkat-i kalp sahibi bir şair olarak tarihteki müstesna yerini almıştır. Aşağıdaki dizeleri Fatih Sultan Mehmet Han, (k.s) sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v) için kaleme almıştır:
Sen kokmayan gülü neyleyim,
Neyleyim sensiz baharı?
Sen doğmayan günü neyleyim,
Neyleyim sensiz ben dünyayı?
Senin tenine değmeden gelen yağmuru istemem,
meltemi istemem.
Sen parlayacaksa parlasın yıldızlar,
Sana yanmayan yıldızı semalarda istemem.
Bülbüller söyleyecekse seni söylesin,
Senden okumayan bülbül olsa dinlemem.
Özlemim sen olacaksan yansın yüreğim,
Sılası sen olmayan gurbeti istemem, vatanı istemem.
Bir ateş yakacaksa beni kalbimden,
Senin aşkının ateşi yaksın,
Senden gayrı başka bir aşkla kül olursa kalbim,
Bu kalbi istemem, ateşi istemem, koru istemem.
Seni göremediğim vahalar bedevilerin olsun,
Ben senin çölünü isterim, suyu istemem.
Sana çıkacaksa durmaz yürürüm,
Sonu sen çıkmayan yönü istemem, yolu istemem.
Ben gönüllü bir köleyim, kulağımda küpem.
Kalbini fethedecekse geçerim bin Sina’yı birden.
Yoksa neyime?
Bu fethi istemem, Mısır’ı istemem, cihanı istemem.
Ben Sultan Fatihim, önündeyim İstanbul’un.
Yakarım bu şehri yüzündeki bir tebessüm için.
Yoksa gül yüzünü güldürmeyen sultanlığı istemem, İstanbul’u istemem.
Ben bir garip yunusum, yazdığım sensin, yandığım sen.
Senden gayrı bir aşka ben kalemi istemem, kâğıdı istemem.
Ben senin ümmetinim, sensin benim efendim.
Senden gayrı, senden başka efendi istemem, sevgili istemem, istemem…
Bu şiirde müthiş bir Peygamber sevgisi olduğunu hissetmemek mümkün değil. “Onsuz İstanbul’u, sultanlığı istemem,” derken fethin ardındaki derin sırrı da açıklamış oluyor ve diyor ki;
“- Zaferin sırrı Hz. Muhammed’i (s.a.v) takip etmektir.”
Şemsettin ÖZKAN
27.05.2020 KONYA KAYNAKLAR
1-kuran.diyanet.gov.tr
2- kuranmeali.com
3-siyerinebi.com (TubaKarakaş)
4- yeniakit.com
5-islamveihsan.com
“Bir gece ansızın gelir, krallığınızı imparatorluğuma katarım.” Fatih Sultan Mehmed
“Ey İstanbul! Ya sen beni alırsın ya da ben seni…” Fatih Sultan Mehmed
Allah rahmet eylesin. Bizleri de şefaatlerine nail eylesin. Yüreğine sağlık hocam.