YOL TAMAM DA YOLCU NEREDE?

(Toplumsal İlişkiler 167)


وَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ اِلَّا كَٓافَّةً لِلنَّاسِ بَش۪يراً وَنَذ۪يراً وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ
“Ey Muhammed! Biz seni, sadece belli bir çağa ve belli bir topluma, belli bir bölgeye bir Peygamber olarak değil, kıyâmete kadar gelecek bütün insanlığı rahmetimizle müjdelemen ve azâbımızla uyarman için gönderdik; ne var ki, insanların çoğu bunu bilmezler.” (Sebe/28)

Yol belli, Rahman’ın yolu. Peki bu yolun yolcuları nerede? Davetçileri gereğini ne ölçüde, ne kadar yerine getirebiliyorlar?

İslam’ın Temsil ve Takdimininde Doğru Tutum ve Tavırların Belirlenmesi” adlı uzun makalesine diyanet işleri başkanımız sayın Ali Erbaş çok güzel bir giriş yapar:

İslam’ı temsil ve takdim konusuna geçmeden önce, konunun önemini çarpıcı bir şekilde dile getiren ve yıllardır dilden dile anlatılan bir rivayeti hatırlatmak istiyoruz. Müslüman olan bir Alman büyük bir heyecan içerisinde İslam dünyasını ve dolayısıyla Müslümanları tanıma amaçlı bir seyahate çıkar. Dönüşte İslam dünyası ile ilgili intibaları sorulduğunda bunu şu etkili cümleyle özetler: “İslam dünyasını bana tanıtmadan beni hidayete erdiren Rabbime hamdolsun”. Bu sözün ne zaman ve nerede söylendiği ya da gerçekten söylenip söylenmediği hususunu açıklığa kavuşturmak oldukça zordur, ancak çok anlatılan bir olay olması ve İslam dünyasının durumu göz önünde bulundurulduğunda bu ve benzeri sözlerin söylenmiş olma ihtimali oldukça yüksektir.
Yine belki hepimizin bildiği ve Mehmet Akif Ersoy’un Birinci Dünya Savaşı günlerinde Teşkilât-ı Mahsusa tarafından gönderildiği Almanya/Berlin’den dönüşünde, Batı’yı kastederek “dinimiz gibi işleri, işimiz gibi dinleri var” sözü günümüzde her vesileyle tekrar edilmeye devam eder.

Her iki izlenim de Müslümanların İslam’ı yaşama noktasında yanlış bir tutum içerisinde olduklarını çarpıcı bir lisanla, bu dinin mensupları olarak anlatır bizlere. Gerçekten de yol tamam da yolcu nerede dedirtir. “Bu yolu anlatanlar nerede?” sözünü haykırır. Bunlar hiç mi bu dini temsil etmiyorlar ve nasıl takdim ediyorlar? bu insanlığa, der adeta.

Makalesinde İslam’ın Temsil ve Takdiminde Öne çıkan özellikleri sıralar sayın başkanımız ve Müslüman olduğunu söyleyen herkes de bu hasletlerin olmasını anlatır:

1. Samimiyet ve İçtenlik
Allah müminleri samimiyetlerine göre değerlendirir. Bu nedenle de Kur’an’da en çok üzerinde durulan konulardan biri budur. Allah’a karşı tam ihlaslı olmak, mümini Allah’a yaklaştıran, kendisini geliştiren ve başarı kazanmasına vesile olan önemli bir vasıftır. Hidayeti Allah’ın vereceğini bilerek, dinin menfaatini gözeten bir tavır ve samimi, içten bir ruh hali ile temsil ve tak-dimin yerine getirilmesi gerekir. Konuşurken de aynı şekilde içten, samimi bir üslup kullanmak bunun için önemli bir şarttır. Nitekim Allah Teala, “Rabbi’nin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel bir biçimde mücadele et. Şüphesiz senin Rabbin yolundan sapanı bilendir ve hidayete ereni de bilendir” ayetiyle bir Müslümanın diğer insanlara karşı kullanacağı üslubun nasıl olması gerektiğini açıkça bildirmektedir. Samimiyet, içerisinde güven verme unsurunu da barındırmaktadır. Müslüman karşı tarafa her zaman güven vermeli, güvenilir insan olmalı; emin insan olmalıdır. Tıpkı Hz. Muhammed gibi. Zira onun daha bi’setten önceki ünvanı Muhammedü’l-Emin idi. Yani herkes tarafından kendisine güven duyulan bir insandı. Nitekim onun, Müslümanı tanımlarken dile getirdiği “Müslüman, diğer bir Müslümanın elinden ve dilinden emin olduğu kimsedir” cümlesinin içinde bu anlayış mevcuttur. Globalleşen ve farklı inanç ve düşüncelere sahip insanların bir arada yaşadığı günümüz dünyasında Müslüman bu hadisin çerçevesini biraz daha genişletip, Müslüman-gayrimüslim, inançlı-inançsız her in-sanın kendisinden emin olduğu bir kişiliğe sahip olmalıdır. Zira Kur’an’da da İslam’ı gerektiği gibi temsil ve takdim etmesi için Müslümanın taşıması gereken vasıflardan biri de güven vericiliğidir. “Onlar ki, uhdelerine verilen emaneti korurlar ve sözlerinde dururlar” ayeti, konuyla ilgili başka birçok ayetten sadece biridir. Yani Müslüman ismini taşıyan insanın inancında ve yaşayışında son derece samimi ve ihlaslı olması gerekmektedir.
2. Sabırlı Olma
İnsanın imanının sağlamlığını gösteren en önemli özelliklerden biri de sabırdır. Mümin, her türlü engele, her türlü kötü şarta rağmen ölene kadar Allah’ın rızası için çalışır durur. Kuran’da pek çok ayette sabrın önemi üzerinde durulur. Örneğin, “Öyleyse sen sabret; şüphesiz Allah’ın vaadi haktır; kesin bilgiyle inanmayanlar sakın seni telaşa kaptırıp hafifliğe (veya gevşekliğe) sürüklemesinler” ve “Rabbimiz! Üzerlerimize sabır dök ve ayaklarımıza sebat ver ve bizi kafirler kavmine karşı muzaffer kıl” ayetleri bunlardan ikisidir.
Sabrın en çok gösterileceği alanlardan biri de İslam’ın temsili ve takdimi faaliyeti dolayısıyladır. Müslüman, karşısındaki kişide iman ışığını gördüğü sürece, ona karşı anlayışlı olmalı, ona bu tavırlarını düzeltmesi için zaman tanımalıdır. Dini tanımayan ya da tanıdığı halde yaşamayan insanların yanlış ha-reket ve düşüncelerini, boş konuşmalarını ve sunulan güzellikler karşısındaki anlayışsızlıklarını sabır ve hoşgörü ile karşılamak durumundadır. Üstelik mü’min bunu büyük bir zevkle yapar. Çünkü İslam’ı iyi temsil ve takdim ederek tek bir kişinin dahi İslam’a karşı kalbinin yumuşamasına vesile olmak çok büyük bir kazançtır. Mü’min kişi yaptığı tebliğ yüzünden başka kişilerden ya da tüm bir kavimden tepki görebilir. Ama durmamalıdır, her türlü zorluğa, sonuçsuzluğa rağmen tebliği sürdürmelidir.
Hz. Nuh, bu konudaki sabrıyla en güzel örneklerden birini temsil etmektedir. Hz. Nuh’un kavmine yaptığı tebliği anlatan sözlerini Allah Kur’an’da şöyle haber verir: “Dedi ki: Rabbim, gerçekten kavmimi gece ve gündüz davet edip durdum. Fakat davet etmem, bir kaçıştan başkasını arttırmadı. Doğrusu ben, onları bağışlaman için her davet edişimde, onlar parmaklarını kulaklarına tıkadılar, örtülerini başlarına çektiler ve büyüklük tasladıkça büyüklük gösterip direttiler. Sonra onları açıktan açığa davet ettim. Daha sonra (davamı) onlara açıkça ilan ettim ve kendilerine gizli gizli yollarla yanaşmak istedim. Bundan böyle Rabbinizden mağfiret isteyin; çünkü gerçekten O, çok bağışlayandır dedim” .
3. Hikmetli Konuşma
Konuşmada hikmet, yani özlü, isabetli, ihtiyaca yönelik, ikna ve tatmin edici, etkileyici bir biçimde konuşmak, büyük bir sanattır. Allah Kur’an’da sevdiği kullarına özel bir hikmet verdiğini bildirir. Örneğin Hz. Davud için Allah “Onun mülkünü güçlendirmiştik, ona hikmet ve fasl-ı hitab (çarpıcı anlatım) vermiştik” şeklinde buyurmaktadır. Bir diğer ayette ise, “Allah kime dilerse hikmeti ona verir; şüphesiz kendisine hikmet verilene büyük bir hayır da verilmiştir. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp düşünmez” denilmektedir.
Görüldüğü gibi İslam’ın takdiminde hikmetli konuşmanın önemi büyüktür. Nitekim “Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır…” ayeti de bu gerçeğe dikkat çekmektedir. Dolayısıyla Müslüman, hikmetli konuşabilmek için Allah’a dua etmeli, fiili dua olarak da mümkün olduğunca bu konu üze-rinde düşünüp kendini ölçmelidir. Hikmetli bir takdimin nasıl olması gerektiği ana hatlarıyla bellidir:
İslam’ı takdim eden kişinin karşısındakinin ihtiyaçlarını tespit ettikten sonra, bunlara en güzel ve en etkileyici şekilde cevap vermesi, gösterişli ve ağdalı üsluptan kaçınması gerekir. Bilgi göstermeye yönelik yapay bir çabaya girmeden, kişinin tam ihtiyaçlarına yönelik ve onun kalbini rahatlatacak, tatmin edici, netice verici, açık ve net bir üslupla, kısacası hikmetli bir biçimde konuşmak, takdimcinin sahip olması gereken çok önemli bir özelliktir. Hikmet, Müslümanın Kur’an ayetlerine olan hakimiyetiyle de doğru orantılıdır. “Onların sana getirdikleri hiçbir örnek yoktur ki, Biz (ona karşı) sana hakkı ve en güzel açıklama tarzını getirmiş olmayalım” ayetine göre, inkarcıların öne sürdüğü her türlü çarpık mantığın cevabı, Kur’an’da vardır. Netice itibariyle Müslüman, Kur’an’ı çok iyi bilir, özümser ve karşılaştığı her olayı Kur’an süzgecinden geçirerek yorumlarsa, karşı tarafın sorularına karşı onları ikna etmeye yönelik en isabetli ve en hikmetli cevabı verebilir.
4. Güçlü, Asil ve Tevazulu Bir Karaktere Sahip Olma
Misyonerler de dahil Müslümanları İslam’dan uzaklaştırmaya yönelik hareketler içerisine girenlerin fiziksel ve maddi güçleri ne kadar çok gibi gözükse de, “Gevşemeyin, üzülmeyin; eğer (gerçekten) iman etmişseniz en üstün olan sizlersiniz” ayetinden de anlaşıldığı gibi bu özelliğe sahip olan Müslü-manlar onlara göre büyük bir üstünlüğe sahiptir. Müslüman bu üstünlüğü sürekli olarak zihninde ve kalbinde hissederse, bu his onun tavırlarına da yansır ve kendisine tebliğ yapılan kişi de doğal olarak bu güçten etkilenir. Sadece Allah’a kulluk eden Müslüman, aynı zamanda Kur’an’dan edindiği üstün bir ka-raktere ve peygamber ahlakına benzer bir ahlaka sahiptir. Hiçbir zaafı yoktur ve hedefi sadece Allah’ın rızasını kazanmaktır. İmanın ona verdiği olgunluk ve sahip olduğu büyük hedefler sayesinde hep büyük düşünür, küçük ve basit hareketlere tenezzül etmez, bu yüzden asil olur. İslam’ı takdim eden kişinin bu asilliği sergilemesi, bununla birlikte kalender, cana yakın tavırları karşı tarafı olumlu yönde etkileyecektir. Gerek bilgilendirmeye ve gerekse davete yönelik olsun, karşı tarafa vermek istediği mesajı usulüne uygun ilkeler doğrultusunda vermelidir. Takdim çerçevesinde İslamî mesajın yerine ulaşmasında hangi ilkelere riayet edilmesi gerektiği konusunu ayrı bir başlık altında ele almakta fayda vardır.
İslam’ın Takdiminde Verilmek İstenen Mesajı Düzenleme İlkeleri konusunda ise şunları söyler sayın Erbaş;
İslam konusunda karşı tarafa ulaştırılmak istenen mesajın rastgele ve hazırlıksız konuşmalarla gerçekleşme şansı zayıftır. Bu sebeple mesajın birtakım ilkeler doğrultusunda verilmesi gerekir. Birkaç başlık altında bu ilkelere temas edelim:
1. Mesaj İslâmî Açıdan Doğru ve Anlamlı Olmalıdır
Gerek davet amaçlı ve gerekse Müslümanları bilgilendirmeye yönelik olsun İslamî mesaj Kitap ve Sünnet’in ve bunların genel kabul görmüş yorumlarının ortaya koyduğu doğru bilgiler olmalıdır. Ayrıca bu bilgiler muhatabın ihtiyacına ve iletişim amacına uygun olarak seçilmiş ve iletişime elverişli forma ge-tirilmiş olmalıdır. İslamî olarak doğru olsa bile, zamanında ve yerinde söylenmeyen ya da muhatap için bir anlam ifade etmeyen sözler sarf etmekle insanlara İslamî mesaj iletilmiş olunmaz. Anlamayan ve anlamak istemeyen kimselere bu amaçla mesaj iletmek için çaba göstermek boşunadır .
Nitekim “Onları uyarsan da uyarmasan da onlar için birdir, inanmazlar” ayeti buna işaret etmektedir.
2. Mesaj Kolay Anlaşılacak Şekilde Düzenlenmelidir
İslam’ı takdim ederken her konunun herkes tarafından hemen anlaşılabileceğini varsaymak doğru değildir. Bazı bilgileri doğru anlayabilmek için ön bilgilere ihtiyaç duyulur. Bazen de dinleyicinin kültür düzeyi kavramları ve konunun normal ifade kalıpları içinde sunumunu anlamaya yeterli olmayabilir. Verilen mesaj gerek dil, üslup ve kavramlar bakımından gerekse muhteva bakımından muhatapların kolay ve doğru anlamalarına elverişli olmak, farklı yönlere çekilmeyecek şekilde sağlam olmak zorundadır. Aksi halde ya verilen mesaj hiç anlaşılmayacak ya da yanlış veya eksik anlaşılacaktır . Nitekim aşağıdaki ayette bu konuya dikkat çekilmektedir: “Görmedin mi Allah nasıl bir misal getirdi? Güzel bir söz, kökü sabit, dalları gökte olan bir ağaç gibidir. O Rabbinin izniyle her zaman yemişlerini verir. Öğüt alsınlar diye Allah insanlara misal getiriyor. Kötü bir söz de gövdesi yerden koparılmış, o yüzden ayakta durma imkanı olmayan kötü bir ağaca benzer” .
3. Mesaj Muhatabın İhtiyaçlarına Uygun Olmalıdır
İslâmî mesaja muhatap olan kişi doğru bir iletişim süreci yaşamış olsa dahi onun bu mesajı algıladığı şekliyle kabullenmesi beklenemez. Ulaştığı mesaj onun tutum ve yaşantıları ile uyumlu değilse bir iç çatışma yaşaması kaçınıl-maz olur ve bu ikisinden birini sorgulamak durumunda kalır. Eğer aldığı mesaj onun ihtiyaç ve beklentilerine cevap verecek nitelikte etkili ve ikna edici bir mesaj ise, ancak o takdirde tutum ve davranış değişikliğini deneme yolunu seçecektir. Kişi tutum değiştirirken genellikle yeni tutumlardan önceki tutum-larına uygun olanı tercih eder ya da yeni tutumla mevcut tutumu arasındaki tutarsızlığı en aza indirmeye çalışır . Bunun için İslam’ın takdiminde muhatap alınan kişinin önce ihtiyaç duyduğu alanları tespit edilmeli ve bu ihtiyaçlara göre bilgilendirme yoluna gidilmelidir. Aksi takdirde ters tepki ile karşılaşılabilir.
4. Mesaj Açık, Net ve Doğru İfadelendirilmelidir
İslam’ı takdim etmek isteyen kişi onu kendi dil becerisi ve anlatım tarzına ve yeteneğine göre kodlama yapar, yani zihninde belirleyip düzenlediği anlamı kelimelere, sözlere, cümlelere ya da başka sembollere döker. Kodlar mesajın kendisi olmadığı için onlardan doğru mesajı çıkarmak, İslamî takdime muhatap olan alıcının kod açma becerisine bağlıdır. Mesajların doğru iletilip doğru anlaşılmasında takdimde bulunan ve takdime muhatap olan kişi birlikte etkilidir. Takdimde bulunanın kodlama becerisi, dilin kullanımı, üslup ve kültürle ilgili iken kod açma becerisi bunların yanında takdime muhatap olanın iyi niyetiyle de ilgilidir. Ancak takdimde bulunan vermek istediği mesajı ifadelendirirken yine de muhatabın iyi niyetine sığınmamalı, insanların farklı bakış açılarını anlama ve kavrama farklılıklarını, dilin zayıf yönlerinin bulunduğunu göz önünde tutarak yanlış anlamaların önünü kesecek bütün tedbirleri almalıdır . Yani muhatabın ikna olmasını engelleyecek her türlü kapalılıktan ve yanlış anlaşılmalara götürecek ifade bozukluklarından uzak durması gerekir.
5. Mesaj Mutlaka Yararlı Sonuçlar Verici Olmalıdır
İslam’ı takdim çerçevesinde verilmek istenen mesajın gerçekleri ve muhtelif değerleri içeriyor olması onun aynı zamanda yararlı olduğu anlamına gelmez. İslamî mesajın yararlılığı genel bir yargı olarak değil, muhataplara göre değişen izâfî bir durum olarak değerlendirilmelidir. İslamî her mesaj genel olarak elbette yararlıdır, ancak bazı mesajlar kimileri için yararlı iken kimileri için yararsız olabilir. Örneğin, henüz ilmihal düzeyinde yeterli dinî bilgiye sahip olmayan biri için entelektüel, tasavvufi ya da kelâmî bilgiler yararsızdır . Böyle bir davranış genel eğitim metotlarına da aykırıdır. Yani eğitimde kolaydan zora doğru bir metot takip etmek gerekir. Dolayısıyla daha işin başında muhatabın anlayamayacağı ve hazmedemeyeceği bilgilendirmelerden sakınmak gerekir. Burada Hz. Peygamber’in, “İnsanlara akıllarının alabileceği öl-çüde konuşunuz” sözünü hatırlamak gerekir.
6. Mesaj Düzenli, Sistemli ve Hiyerarşik Olmalıdır
İslam’ın takdimi esnasında sunulmak istenen mesaj tamamlayıcıları ile birlikte bir bütün oluşturur. Konuşmada bu bütünün tamamlayıcı parçaları, destekleyicileri (temsiller, teşbihler, atasözleri), açıklayıcıları (örnekler) ve ayıklayıcıları (tanımlar) konunun özelliğine göre önceden hazırlanmış bir düzen içinde yerini almalıdır. Bunlardan biri ya da bir kısmı konuşma sırasında sözün gidişine göre kullanılacaksa o konuşmada düzen yok demektir. Sanat, estetik, tabiat, yaşantı, başarı kısaca hayat düzen demektir. Allah her şeyi bir düzen içinde yaratmıştır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de bu konu şu şekilde dile getirilmektedir: “Rahman olan Allah’ın yaratışında bir düzensizlik göremezsin. Gözünü çevir de bir bak, herhangi bir bozukluk görebiliyor musun?” .
İslam’ın takdiminde verilmek istenen mesajın belli bir düzen içinde konuşmaya yerleştirilmesi gerekli ama yeterli değildir. Mesajın, konuşmayı her dinleyen tarafından kolayca kavranmasını sağlayacak bir sunuş sistemi içinde işlenmesi gerekir. Bu da hemen herkes tarafından bilinen giriş, gelişme, sonuç şeklindeki klasik sistemden başka bir şey değildir. Mesajın hiyerarşik olması da aşamalı sıralama denilen tedrici bir usul ile sunulması demektir. Aşamalı sıralamada: 1. Bilinenden başlayıp bilinmeyene doğru, 2. Kolaydan başlayıp zora doğru, 3. Basitten başlayıp karmaşığa doğru, 4. Somuttan başlayıp soyuta doğru gidilecektir . Kur’an-ı Kerim’de birçok konuda bu metot uygulanırken özellikle içkinin yasaklanmasındaki tedricilik daha önemli bir örnek olarak öne çıkmaktadır. Hz. Peygamber’in “Öğretiniz, kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız; müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz” hadisi de bu konuya işaret etmektedir.
7. Mesaj Olabildiğince Zengin Malzeme ile Sunulmalıdır
İslam’ın takdimine muhatap olan kişilerin ilgileri ve verilmek istenen mesaja yönelme kabiliyetleri farklı olduğundan, sunulacak mesajın herkes tarafından rahatlıkla alınabilmesi için: 1. Sözlü dil (niteme, vurgu, benzetme, özlü söz, deyiş, şiir, hikaye vb.), 2. Beden dili (duruş, jestler, mimikler, bakışlar), 3. Görsel nesneler (resimler, şekiller, şemalar, çizimler, cisimler), 4. Duygusal figürler (üzüntü, hayret, kızgınlık, takdir, tahfif vb.), 5. Ses tonlaması gibi mümkün olan bütün araçlar kullanılmalıdır. Bir tek araçla örneğin düz bir anlatımla verilmeye çalışılan mesajın herkes tarafından tam ve doğru algılanma şansı azdır. Muhatabın ne kadar çok duyu organına hitap edilirse mesajın tam ve doğru algılanmasındaki başarı o derece artacaktır .
Sonuç olarak ben de diyorum ki, Müslüman olduğunu ifade eden bu dini anlatanlar ve müntesipleri olarak bizler “ yol tamam da yolun yolcuları nerede?” diyenlere temsil ve takdim noktasında etik, estetik,zarif, kibar, yapıcı, sevgi ve saygı dolu önceden söylediğini kendi özünde özümsemiş, içselleştirmiş bireyler olarak tüm çağlara ve zamanlara indirilmiş bu kutsal toplumsal yaşam biçimini en güzel şekilde sunmalıyız.

Şemsettin ÖZKAN

16.11.2020 KONYA

KAYNAKLAR

1-kuran.diyanet.gov.tr

2-kuranmeali.com

3-dergi.diyanet.gov.tr

YOL TAMAM DA YOLCU NEREDE?” için 1 yorum

  1. Günümüzde İSLAM ı tebliğ etmekten önce temsilin daha yararlı olacağına inanıyorum. Büyük emek harcanmış bir çalışma olmuş hocam. Allah razı olsun

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir