VE ŞÜPHESİZ BİZİM ORDULARIMIZ GALİP GELECEKTİR

(Toplumsal İlişkiler 1676)

وَاِنَّ جُنْدَنَا لَهُمُ الْغَالِبُونَ 
“Çünkü eninde sonunda zaferi elde edecek olanlar, yolumuzda mücâdele eden ordularımızdır!” (Saffat/173)

Saffat suresi 171,172,173.ayetlerini birlikte alacak olursak ortaya şöyle bir mana çıkıyor:            

              “Yemin olsun Biz Peygamber kullarımıza ta ezelden; “mutlaka yardım görecekleri ve Bizim ordularımızın da mutlaka galip geleceği hakkında” kesin söz verdik.” 

              Bu orduya, eşyayı harekete geçiren muharrik güçler de dahildir. Hz. Nûh’a yardım eden su, İbrahim’e yardım eden ateş, Hz. Musa ve Harun’a yardım eden deniz, Hz. Yûnus’a yardım eden hayvan ve bitki de hep bu orduya dahildir.                                         

               Ayette geçen “ordumuz”, yani Allah’ın ordusundan maksat Resûlullah (a.s.) ile birlikte mücahede eden ve onun tebliğ ve cihadını devam ettiren müminlerdir.

               Ayrıca Allah tarafından müminleri desteklemekle görevlendirilen gaybî ordular da olabilir. Ancak bu, müminlerin her zaman siyasî sahada galibiyet sağlayacakları mânasına gelmez. Esasen galip gelinecek sahalar çoktur ve siyaset bunlardan sadece biridir. Nitekim peygamberler siyasî yönden galip gelmedikleri yerlerde, ahlâk ve faziletle başarı sağlamışlardır. Ancak, Cahiliyye düşünceleri bir süre üstün çıksa bile, kısa bir zaman sonra silinip gitmişlerdir. 

              Fakat peygamberlerin getirdikleri gerçekler, binlerce yıldan beri hakikat olarak devam etmektedir. Demek ki müminler, hüccet yönünden her zaman üstündürler.(Mevdûdî, Tefhim).

              Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- müşriklere baktı; onlar bin kişi civârındaydılar. Ashâbı ise üç yüz on üç kişi idi. Hemen kıbleye yönelip, ellerini kaldırdı. Rabbine sesli olarak, şöyle yalvarmaya başladı:
Ey Allâh’ım! Bana olan va’dini yerine getir! Bana zafer ihsân eyle! Ey Allâh’ım! Eğer ehl-i İslâm’ın bu topluluğunu helâk edersen, artık yeryüzünde Sana ibâdet edecek kimse kalmayacak!”                          

               Peygamber Efendimiz mübârek ellerini semâya açmış olarak yalvarmasına öyle devâm etti ki, ridâsı omzundan düştü. Bunu gören Ebû Bekir radıyallâhu anh, yanına gelerek ridâsını aldı, omuzuna koydu ve:
“–Ey Allâh’ın Rasûlü! Rabbine olan yalvarman kâfîdir. Allâh Teâlâ Sana olan vaadini mutlakâ yerine getirecektir.” dedi.  

             Bütün mü’min gönüller de niyâz hâlinde idi. İlâhî kelâmda lutf-i Rahmânî şöyle müjdelendi:
“Hani siz, Rabbinizden imdat taleb ediyordunuz, O da; «Muhakkak ki Ben size meleklerden birbiri ardınca bin(lercesi) ile imdâd edeceğim.» diyerek duânızı kabul buyurmuştu. Allâh bunu, sâdece müjde olsun ve onunla kalpleriniz yatışsın diye yaptı. Zâten yardım yalnız Allâh tarafındandır. Çünkü Allâh, mutlak gâliptir, yegâne hüküm ve hikmet sâhibidir.” (el-Enfâl, 9-10)
“And olsun, sizler güçsüz olduğunuz hâlde Allâh size Bedir’de yardım etmişti. Allâh’tan sakının ki, O’na şükretmiş olasınız. O zaman Sen mü’minlere; «Rabbinizin, indirilmiş üç bin melek ile yardım etmesi size yetmez mi?» diyordun. Evet, sabreder ve (Allâh’tan) korkarsanız, onlar ansızın üzerinize gelseler, Rabbiniz size nişanlı nişanlı beş bin melekle yardım eder.” (Âl-i İmrân, 123-125)

               Allah -celle celâlühû- o gün mü’minlere meleklerle yardım etti. Mü’minlerin ihlâsına göre meleklerin sayısını bin, üç bin, nihâyet beş bine kadar artırdı.                                         

             Peygamber Efendimiz sallâllâhu aleyhi ve sellem, daha önceden müşriklerin ileri gelenlerinden kimin nerede öldürüleceğini bildirdiği hâlde ve Allâh’ın kendilerine zafer nasîb edeceğini lutf-i ilâhî ile öğrenmiş olmasına rağmen, gece sabaha kadar Allâh’a yalvarmış, kendisini helâk edercesine duâ etmişti. Bu hâl, kulluk şuurunun mühim tezâhürlerinden biridir. Allâh Teâlâ da bizden kulluktan başka bir şey istememektedir. Allâh’a yaklaşmak için, tezellül ve tazarrû ile O’na yalvarmak kadar sağlam bir yol mevcut değildir.                                    

            Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Bedir günü:
İşte Cebrâîl! Atının başından tutmuş, üzerinde de savaş techizâtıyla (yardımınıza gelmiş durumda)!” buyurdular. (Buhârî, Meğâzî, 11)

Huvaytıb bin Abdüluzza der ki:
“Ben Bedir’de müşriklerle birlikte bulunmuş, ibret verici şeyler müşâhede etmiş ve melekleri görmüştüm. Onlar gökle yer arasında Kureyşlileri öldürüyor, esir ediyorlardı. O zaman kendi kendime; «Bu zât (Peygamber Efendimiz) muhakkak Allâh tarafından korunuyor!» dedim. Gördüğüm şeylerden hiç kimseye bahsetmedim.” (Hâkim, III, 562/6084)
Ebû Dâvûd el-Mâzinî şöyle der:
“Bedir gününde, müşriklerden bir adamı vurup öldüreyim diye tâkip ettim. Kılıcım daha ona dokunmadan başının yere düştüğünü gördüm! Anladım ki onu benden başkası (yâni bir melek) öldürdü!” (Ahmed, V, 450)

Şemsettin ÖZKAN
27.01.2025 KONYA

KAYNAKLAR
1-kuran.diyanet.gov.tr
2-kuranmeali.com
3-pixabay.com
4-islamveihsan.com

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir