TANRIM İLK ÖNCE DAĞA TAŞA VER ORMANA HAYVANLARA SUYA VER KAPI KOMŞUYA MUHTAÇ OLANA VER KALIRSA EN SON BANA VER

(Toplumsal İlişkiler 1666)

وَالَّذٖينَ تَبَوَّؤُ الدَّارَ وَالْاٖيمَانَ مِنْ قَبْلِهِمْ يُحِبُّونَ مَنْ هَاجَرَ اِلَيْهِمْ وَلَا يَجِدُونَ فٖي صُدُورِهِمْ حَاجَةً مِمَّٓا اُو۫تُوا وَيُؤْثِرُونَ عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ وَلَوْ كَانَ بِهِمْ خَصَاصَةٌ وَمَنْ يُوقَ شُحَّ نَفْسِهٖ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ 

“Onlardan önce o diyarı yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan Medîneli fedâkâr Müslümanlara gelince, onlar, kendi ülkelerine göç eden bu muhacirleri kendi canları gibi severler ve onlara fazladan verilen ganîmetlerden dolayı içlerinde en ufak bir kıskançlık, bir burukluk duymazlar.  Hattâ kendileri ihtiyaç içinde olsalar bile, daha muhtaç durumda olan mümin kardeşlerini kendilerine tercih ederler. Unutmayın; her kim kendi heva ve hevesinin bencillik, kıskançlık, cimrilik gibi ihtirâslarından korunursa, işte dünyada ve âhirette kurtuluşa erecek olanlar onlardır.” (Haşr/9)

Diğergamlık (isar) ne güzel şeydir. Îsâr, “kendi ihtiyacı olduğu halde, başkasını kendisine tercih etmek” anlamına gelir. 

Yukarıda geçen ayet böyle bir güzellik barındırıyor. Allah Rasûlüne bir zat gelerek açlıktan dizlerinde derman kalmadığını söyledi. Allah Rasûlü “Bu zâtı misafir edecek biri var mı?” dedi. Ebu Talha kabul etti ve eve götürdü. Evde bebeklerinin yiyeceğinden başka bir şey yoktu. Ebu Talha eşine; “Onu uyut, kandili bir biçimde söndür, biz yermiş gibi yapalım, misafiri doyuralım” dedi. Ertesi sabah Rasulullah “Allah bu gece falan aileden razı oldu” dedi. 

            Bir Türkmen duası da şöyledir: “Tanrım ilk önce dağa taşa ver ormana hayvanlara suya ver ondan sonra insanlara kapı komşuya muhtaç olana ver kalırsa en son bana ver.” Ne kadar güzel bir diğergamlık örneği dua böyle.

             Aslında kültürümüzde bir çok güzel haslet hep isara yani diğergamlığa Kapı aralar. Eski Türk yazıtlarından birinde şöyle yazar: 

* Kuzu dizlerinin üzerine çökerek annesini emer. Karga yaşlı annesini besler. Bunun adı; “saygılı davranmaktır.”
* Horoz şafak vakti öter. Yaban kazları her bahar kuzeye her sonbahar da güneye uçar. Bunun adı; “söz tutmaktır.”
* Yeşilbaşlı ördek eşini kaybettikten sonra ölene kadar yeni bir eş bulmak istemez. Bu “sadakat” olarak adlandırılır.
* Bir geyik iyi bir otlağa rastladığında yaşadığı sürüyü oraya davet eder ve paylaşır. Karınca yemek gördüğünde bütün koloniyi oraya çağırır. Bunun adı; “adalettir.” Eğer bir insan bu erdemlere sahip değilse hayvanlardan beter bir halde yaşıyordur.

           Hz. Peygamber”in fedakârlık üzerine kurulu yaşayışını görerek, nebevî terbiyeyle yetişen sahâbenin hayatı da İslâm Dini ve Müslüman toplumun refahı için yapılan maddî ve mânevî fedakârlıklarla doludur. Onların sonraki nesillere örneklik eden seçkin bir zümre olmasının sırrı, bu güzel meziyeti hayatlarının her sahasına uygulamalarında yatmaktadır. Allah Resûlü”nü en zor zamanlarını geçirdiği Mekke”de, her türlü eziyete katlanarak yalnız bırakmayan ve sonunda öz vatanlarını terk etmeye razı olan din kardeşleri (muhacirler) ile Akabe”de verilen sözün ardından Müslümanlara kucak açan ve ömürleri boyunca her türlü destekle onların yardımında olan Medine halkının (ensar) özverili davranışları bütün insanlığa ibret olacak niteliktedir.            

          Câhiliye toplumuna İslâm nurunun doğmasıyla ilk Müslümanlar olarak tarihe geçen ve İslâm”ın en çileli dönemlerini Resûlullah”la birlikte yaşayan sahâbe, varını yoğunu bu dinin yaşanır hâle gelmesi için harcamıştır. Her türlü sıkıntıya sabır göstermenin yanı sıra sahip oldukları dar imkânları Allah yolunda seferber etmiş, Medine”de refaha kavuştuklarında da servetlerini bu yolda harcamaktan geri durmamışlardır. Resûlullah”ın sadaka vermeyi emretmesi üzerine ashâbın önde gelenlerinden Hz. Ömer malının yarısını feda ederken Hz. Ebû Bekir bütün malını Allah yolunda bağışlamış, Hz. Osman da İslâm toplumu için yaptığı malî fedakârlıklarla şöhret bulmuştur. Medine”ye hicret edenlerin su sıkıntısı çektiği dönemde büyük bir servet ödeyerek suyu içilebilen Rûme Kuyusu”nu satın almış ve Müslümanların yararına sunmuş, Resûlullah”ın mescide katmak istediği bir araziyi satın alarak mescidi genişletmiş, Tebük Seferi”ne çıkacak ordunun teçhizini üstlenmiş ve bütün bunların karşılığını yalnızca Allah”tan beklemiştir. İlk Müslümanlarda yerleşmiş olan bu fedakârlık ruhu, İslâm”ın aydınlattığı her yere sirayet etmiş ve inananların gönlünde hâkimiyet kurmuştur.       

           Resûlullah Medine”ye geldiğinde sevgi, saygı ve dayanışmaya dayalı bir toplumun temelini atmak üzere muhacirler ve ensar arasında bir kardeşlik anlaşması yapmıştı. Gönüllülük esasına dayalı bu anlaşma gereğince Medineli her bir Müslüman, Mekke”den hicret eden bir kardeşini evi yapılıncaya kadar kendi evinde misafir edecekti. Mekkelilerden Abdurrahman b. Avf ile bu anlaşma gereği “kardeş” olan Medineli sahâbî Sa”d b. Rebî” onu evine götürerek şöyle dedi: “Malımı seninle yarı yarıya bölüşeyim.”       

         Öz kardeşler bile miras taksiminde kavga ederken Sa”d”ın bu teklifi oldukça şaşırtıcıydı. Fakat Allah Resûlü”nün yoldaşı olma şerefine eren Abdurrahman b. Avf, “Allah malını ve aileni sana (bağışlasın ve) bereketli kılsın. Siz bana çarşının yolunu gösterin.” diye karşılık vererek bu teklifi kabul etmedi. Çalışmak üzere çarşıya gitti ve o gün yaptığı ticaretle bir miktar yağ ve keş (kurutulmuş yağsız yoğurt) kazanarak geri döndü.      

          Resûlullah”ın bu yönde bir telkini olmamasına rağmen, Allah rızasını gözeterek din kardeşine malının yarısını vermeye hazır olan Sa”d”ın bu davranışı ensarın muhacirlere karşı takındığı tavrın çarpıcı bir örneğidir. Medineli Müslümanların tamamı evlerini muhacir kardeşleriyle seve seve paylaşmış, hatta hurmalıklarını da onlarla paylaşmaya hazır olduklarını bildirmişlerdir. Ancak Allah Resûlü buna müsaade etmeyerek, muhacirlere hurmalıkları işletmeleri karşılığında pay verilmesini tavsiye etmiştir. Hayber”in ele geçirilmesiyle muhacirlere arazi dağıtılana kadar kardeşlik görevini en güzel şekilde devam ettiren ensarı Allah Teâlâ Kur”ân-ı Kerîm”de şöyle övmektedir: “Onlar, kendi canları istemesine rağmen yemeği yoksula, yetime ve esire yedirirler. Ve derler ki: “Biz size sadece Allah rızası için ikram ediyoruz, yoksa sizden karşılık istemediğimiz gibi bir teşekkür de beklemiyoruz. Çünkü biz, asık suratlı, çetin bir günden (o günün azabından) dolayı Rabbimizden korkarız.”  

           Hz. Peygamber de bu meziyetlerinden dolayı ensarı çokça methetmiş, onlara karşı nefret beslemeyi asla tasvip etmemiş, sık sık kendilerine hayır dua etmiştir. (Kaynak: Diyanet İşleri Başkanlığı, Hadislerle İslam 3.cilt)

Şemsettin ÖZKAN 
17.01.2025 GÜZELYALI

KAYNAKLAR
1-kuran.diyanet.gov.tr
2-kuranmeali.com
3-pixabay.com
4-islamveihsan.com

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir