(Toplumsal İlişkiler 1188)
رَبَّنَا لَا تُؤَاخِذْنَٓا اِنْ نَسٖينَٓا اَوْ اَخْطَأْنَاۚ
“Ey Rabb’imiz, eğer unutur veya yanılır isek, istemeden, bilmeden işlediğimiz günahlardan dolayı bizi sorumlu tutma!” (Bakara/286)
Kur’an diliyle ne güzel bir dua; “rabbimiz unutursak veya hataya düşersek bizi sorumlu tutma!” cümlesi. Çok seviyorum bu suresinin 286. ayetini. Her yatsı namazı sonrası okuyorum.
İnsan nisyan kökünden “unutan” demek değil miydi değerli dostlar? O halde çok unutuyoruz ve de çok hata işliyoruz. Durum böyle olunca da elbette etrafımızda sevilmezsek bizim hatalarımızı unutmamızı kimse affetmiyor. Zor günler geçiriyoruz. İnsanlar bize tahammül edemiyorlar. Burada can alıcı nokta yaptığımız hata ve kusurları istemeden yapmış olmak ya da yaptıklarından ötürü pişman olmaktır. Yoksa şeytandan farkı kalmaz insanın. Tövbe şart, özür dilemek şart, pişman olmak şart. Kalbiyle yaptığı yanlıştan, günahtan nefret etmek.
Bu sûre, hicretin ilk yıllarında geldiğinde muhatapları büyük ölçüde Allah’ın rızâsına uygun bir hayat yaşıyorlardı. O’nun rızâsı için her şeylerini geride bırakarak Medine’ye hicret etmiş muhacirlerle onlara her şeyleriyle kucak açmış ensar vardı. Allah Teâlâ sûrenin sonunu getirirken bu kullarına bir mükâfat olmak üzere onlar hakkındaki hükmünü, onların kendi nezdindeki yer ve değerlerini bildirmek istemiş, böylece ilk müslümanların yolunu izleyecek olanlara da bir dinî hayat dersi, kul ile rabbi arasındaki ilişkiyi kurmanın yolu hakkında bir anahtar vermiştir: Resul ve çevresindeki müminlerin imanlarının ve itaatlerinin Allah tarafından tasdik edilmesi eşsiz bir iltifat, emsalsiz bir saadet vesilesidir. Bu tasdiki takip eden niyaz tâlimi ise kulluk yolundaki iniş çıkışları göstermekte, iyi niyetli kulların istemeden meydana gelen kusurlarını yüce mevlânın bağışlayacağına işaret etmekte, Hz. Peygamber’in ümmetine gelen en son ve kâmil dinin başta gelen özelliklerinden biri olan “kolaylık” temel kuralını dile getirmekte; esasen kulluğun güç olmadığını, çünkü Allah’ın kullarına güçlerini aşan yükümlülükler buyurmadığını açıkça ortaya koymaktadır.
Unutma önceden öğrenmiş olduğumuz bilgi, beceri ve nesneleri hatırlama ve tanıma gücünün yitirilmesidir. Eğer bilgiler kısa süreli bellekten kullanıldıktan sonra uzun süreli belleğe bu bilgi, beceri ve nesneleri kaydedemezse, aktaramazsa, unutma olayı gerçekleşir. Bu yüzden insanın ahlakı önceleyen bir yapıya bürünmesi ve onu yaşm biçimi haline getirmesi gerekir. Zira öğrenilmiş davranışlar uygulanmazsa öğrenilmiş sayılmadığı gibi unutulmaya da mahkumdur. Bu yüzden refleks davranışlardan ziyade bilinçli davranışlara yönelinmesi gerekiyor. Ha bu arada unutmanın hiç mi faydası yok? Var elbette birini dinlemiştim, gördüğü hiçbir rüyayı unutamıyormuş, bu yüzden muzdaripti. Doktora gitmiş, çaresini bulamamış. Unutmak bir nimet diyordu. Keşke unutabilsem diye dua ediyordu.
Hata etmek de, insana özgü bir davranış. Hatasız dost arayan dört dörtlük bir yalnızlık yaşar. Çünkü hatasız kul yok. Önemli olan hatadan dönmeyi becerebilmektir. Kimse mükemmel değildir. Özür dilemek, tövbe etmek, pişman olmak insandan beklenen davranışlardır. Aslında aynı hatayı, ya da unutmayı ikinci kez yapamazsınız. Yaparsanız bu bir hata, ya da unutma değil, tercihtir. İşte sorumluluk da burada başlıyor. Ayıkla pirincin taşını. Yapılması gereken de Dostoyevski’nin dediği gibi; “ya hatalarınla yüzleşir, ya da hatalarınla yüzsüzleşirsin. Cahil olmak ayrıdır, pislik olmak ayrıdır.”
Şemsettin ÖZKAN
27.09.2023 GÜZELYALI
KAYNAKLAR
1-kuran.diyanet.gov.tr (Kur’an Yolu Tefsiri, c.1, s.454-456)
2-kuranmeali.com
3-pixabay.com