PROVASI YOK HAYATIN NE YENİDEN YAŞAMAK MÜMKÜN NE DE YAŞADIKLARINI SİLEBİLMEK ÖNEMLİ OLAN İLK DEFA DEĞİL SON DEFA SEVEBİLMEK

(Toplumsal İlişkiler 1505)

وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَتَّخِذُ مِنْ دُونِ اللّٰهِ اَنْدَاداً يُحِبُّونَهُمْ كَحُبِّ اللّٰهِؕ وَالَّذٖينَ اٰمَنُٓوا اَشَدُّ حُباًّ لِلّٰهِؕ وَلَوْ يَرَى الَّذٖينَ ظَلَمُٓوا اِذْ يَرَوْنَ الْعَذَابَۙ اَنَّ الْقُوَّةَ لِلّٰهِ جَمٖيعاًۙ وَاَنَّ اللّٰهَ شَدٖيدُ الْعَذَابِ 
“İnsanlardan öyleleri vardır ki, (bu ibretlerden bir ders almazlar da) Allah’tan başkalarını, bir takım putları, Nemrut ile firavun gibi bir takım şahısları Rablerine denk tutarlar (onlara tapınıp dururlar) da, onlara Allah’a olan sevgi gibi muhabbet beslerler. îman edenlerin Allah sevgisi ise çok kuvvetlidir, (ve gönüldendir, o sevgiyi hiçbir şeyle paylaşmazlar,Rablerine asla ortak koşmazlar.)(Rablerine ortak koşan) o zalimler; (nasıl olsa, kıyamet gününde) azabı gördüklerinde, (pişmanlık duyarak) kuvvetin Allah ‘a ait olduğunu ve Allah’ın azabının çok şiddetli olduğunu kabul edeceklerdir, (fakat ne yazık ki bu son pişmanlık onlara hiçbir yarar sağlamayacaktır) Keşke, dünyadayken bunu bilselerdi de imana gelselerdi, başlarına gelecek Allah’ın o çetin azabım önleyebilselerdi.” (Bakara/165)

Oğuz Atay der ki; “provası yok hayatın. Ne yeniden yaşamak mümkün, ne de yaşadıklarını silebilmek. Önemli olan, ilk defa değil, son defa sevebilmek…”

               Kime ait olduğunu bilmediğim bir sözde; “hayat bir masal gibi başlar, yaşandıkça roman olur. Anlattıkça da fıkra. Sonuç mu hepsi hikaye” denirken insanın yaşam serencamı ne kadar güzel özetlenmiş. Bir ezanla başlayıp bir sela ile biten şu kısa ömrümüz bundan daha güzel anlatılamazdı.

               Tekrarı yoktur bazı şeylerin hayat gibi, aşk gibi, ömür gibi. Bunlar sadece bir kez yaşanır hepsi o kadar işte. Bu hayatta sanki bir fotoğrafçınız gülmenizi ister o da paranızı alır. Yine dalından düşen yaprak misali hızla yaşlılığa doğru doludizgin koşarsınız. Dünyaya gelir gelmez de bu yaşlılık süreciniz başlamış olur.

               Provası olmayan şu hayatın anlamında aşk varsa ki, var. O halde sevginin ön plana çıkarılması gerekmiyor mu? Fuzuli ;“Aşk imiş, her ne var ise bu âlemde/ Gerisi kîlu kâl imiş” der. Tasavvuf erbabının çok konuştuğu bir hadis-i kudsi’ de;“Ben gizli bir hazine idim. Bilinmeye muhabbet ettim ve bilinmek için halkı yarattım,” (Acluni/ Keşfü’l Hafa, II/132) buyrulur.

               Bu hadis bize, muhabbet(hoşlanılan şeye karşı duyulan meyil, sevgi, sevme, sevişme, aşk, ilgi, alaka, dostluk, dostça konuşma, sohbet ve yarenlik) öncelikle Hakk’tan ortaya çıkmış ve bütün kâinatın yaratılmasına sebep olduğunu anlatır. Bu evrende, aşkın yabancısı olabilecek bir zerreyi bile bulamazsınız. Her şeyin Allah’a olan aşkının bir yer ve zamanda tecellisi vardır. Canlı cansız her şey O’nu yâd eder. Yalnız her yaratılmış, kendi zevk ve melekelerine göre bu eylemi gerçekleştirir. Bülbül, güle yanıp hazin hazin öterken, bir köpek sabaha karşı uzun uzun uluyarak, bir derviş gecenin bir yarısında çilehanede gözlerinden yaş akıtarak, öbür tarafta bir sarhoşun, bilmem kaç genelev kapısında naralar atarak bağırması da hep aşkın eseridir. Aşk birdir, sevgiler çeşit çeşittir.  Daha doğrusu tüm sevgiler; tek olan sevgilimiz Allah’ın çeşitli şekilde cilvesi ve tecellisinin eserleridir. Âşıkları ağlatıp inleten aşk, sarmaşık demektir. Sarmaşık bilindiği üzere, nasıl bir yere girer o yeri sarıp sarmalar ve  işgal ederse, aşk da girdiği kalbi öylece doldurur, istila eder. Muhiddin-i Arabi boşuna; “aşk muhabbetin ifratıdır” demiyor.

Şemsettin ÖZKAN
09.08.2024 GÜZELYALI

KAYNAKLAR
1-kuran.diyanet.gov.tr
2-kuranmeali.com
3-pixabay.com
4-suskunduvar.com

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.