(Toplumsal İlişkiler 50)
مَا يَلْفِظُ مِنْ قَوْلٍ اِلَّا لَدَيْهِ رَق۪يبٌ عَت۪يدٌ (Kaf/18)
“İnsan hiçbir söz söylemez ki, onun yanında (yaptıklarını) gözetleyen (ve kaydeden) hazır bir melek bulunmasın.”
Susmak ne hikmetse eylemsizlik olarak algılanır. Oysa sukutum dağlarda yankılanır. Konuşmam neye yarıyor ki, kelimeleri tükettiğimde. Hüznüm derin sulara düşmüş gecenin en koyu karanlık yerinde. Sessizce yağan yağmur gözlerimden yaş olup süzülünce. İçimde bin bir çığlık, hâmûşan (susmuşlar, sessizler, kabristan) çeşmesinde.
Konuşmak mı? Hayır konuşmayacağım. Sahi durduracak mı içimdeki feryatları, özlemleri, yüreğimdeki yangınları? Neye merhem olacak ki, kıyıya vuran, kayalıklara çarpan hayatımızın? Hayır, ne söylesem beyhude… Hz. Şems-i Tebriz-i’nin dediği gibi; “Söylediklerimin hepsinden vazgeçtim, pişman oldum. Çünkü ne sözde mana, ne de manada söz kaldı.”
Susmak; manaya derinlemesine nüfus etmedendir haşa, mana eksikliğinden değil. Evet, haykıra haykıra susmak lazım, yüreğimin en hücra köşelerinde, sessiz seslenmeler ve gözlerimin neminde, derin hüzün. Susmasam şayet ağlayacağım. Uzun olur susmalarım. Sorana sadece nefes aldığım için dudaklarımdan gayri ihtiyari “iyiyim,” demekten başka bir manası kalmamış bir söz ya da sözü kalmamış bir manasız söz söylemek için. Çünkü ıstırap içinde dilsizleşiyorum, Yunus gibi; gerçek erlerin yokluk sermayeleri dinlemeden anlamak, anlamadan eylemek olduğu için, dilsizler haberimi kulaksız dinlesin, sağır ve dilsiz sözümü yürekten anlayan canlar olsun diye.
Dilsizler haberini kulaksız dinleyesi
Dilsiz kulaksız sözün can gerek anlayası
Dinlemeden anladık anlamadan eyledik
Gerçek erin bu yolda yokluktur sermayesi
Biz sevdik âşık olduk sevildik maşuk olduk
Her dem yeni dirlikte sizden kim usanası
Yetmiş iki dilcedi araya sınır düştü
Ol bakışı biz baktık yermedik am-u hası
Miskin yunus ol veli yerde gökte dopdolu
Her taş altında gizli bin imran oğlu musi.
Cümlelerimin sonuna eklediklerim anlamsız kalıyor değil mi? yazıyorum, konuşuyorum ve susuyorum. Hep aynı şeyler. Bir yerlerde, köşelerde ve bucaklarda içimde isyan eden sessiz çığlıkları bastırıyorum, ama hiçbir şey susturamıyor o çığlıkları. O zaman susuyorum, hasretle yanan ruhuma bir çeltik atıyorum, acılarımı bastırsın diye. Ama nafile, acı acıyı bastırır çivi çiviyi söker misali. Yine susmak düşüyor bana, içimdeki sessiz çığlıklar; “olacağı buydu zaten, ben demiştim sana, ben demiştim sana,” diye seslenince.
Az konuşma da az yeme ve az
uyuma kadar hayatımızın en önemli hasletlerinden biridir. Peygamber Efendimiz,
her şeyde olduğu gibi az konuşmayla ilgili de ümmetini, dolayısıyla da tüm insanlık
âlemini uyarmıştır. İşte bu hâdis-i şeriflerden bir kaçı;
“Dili korumak imanın esasıdır. Kişi dilini korumadıkça imanın hakikatini de
bulamaz”
“İnsanın selameti dilini tutmasındadır. Ya hayır söyle ya da sus”
“Dil, belki diğer uzuvlardan daha küçüktür ama yaptığı suç hepsinden çok daha
büyüktür”
“Kim sukut ederse her türlü belâdan kurtulur”
“Dilin sukutu çok mümtaz bir hikmettir, fakat çok az kişiye bu hikmet nasip
olur”
Peygamber Efendimizden bu hâdisleri işiten Hz. Ebubekir, ağzının içinde her zaman bir taş saklayarak, böylece fazla ve boş konuşmaktan kendini korumaya çalışmıştır.
Manevi büyüklerimiz; “insan dikenlikte çıplak ayakla yürürken ayağına nasıl dikkat ediyorsa, diline ondan daha çok dikkat etmeli” demişlerdir. Az konuşma veya konuşurken kullandığımız sözler niçin bu denli önemli, bunu da ayet, hâdis ve Mesnevi beyitleriyle hep birlikte anlamaya çalışacağız.
Az konuşma deyince sadece
suskunluk, bir köşede sessiz sakin oturma aklımıza gelmemeli. Nice kişiler
vardır dilleri konuşmaz ama suskunluklarında öyle bir konuşma vardır ki;
kulağımızı nasıl tıkayacağımızı bilemeyiz.
Bazı kişiler de vardır ki; uzun
uzun konuşur, fakat bu konuşma insana öyle bir huzur ve güven verir ki; ah
keşke biraz daha konuşsa da dinlesek diye dua ederiz.
Hz. Mevlânâ bu durumu
Mesnevi’de, cennet ile cehennemin kapısının açılmasına benzeterek şöyle der: “Sözü
sırlar sarayının kapısı bil. Güzel bir söz işitince düşün bakalım
cennetin hangi kapısı açıldı.
Kötü bir ses mi geldi; bet bir söz mü işittin? Dikkat et bakalım
cehennemin hangi kapısı sana açıldı?”(c.6. 3482) bir titreşim.
Fakat susmaktan gaye her şeyde olduğu gibi
kişinin yerini ve haddini bilmesidir. Çünkü susmak, bilinçsiz bir şekilde susup,
bir köşede sessiz kalmak değil, yaşadığımız çeşitli olaylara
karşı tevekkül içinde sessiz kalmak veya bir ölçü ve edep içerisinde
az ve öz konuşmaktır.
Cenabı Allah; İsra suresi 53, Furkan
suresi 63-72, Kasas suresi 55, Hucurât 11-12, Necm 32, Duhâ 10.
Ayetlerdeki hitabıyla bizlere az ve öz konuşmanın adabını göstermiştir.
İnsan kendine dikkat etmeli, ağzından çıkanı kulağı duymalı, çünkü onu daima kameraya çekip, yapıp ettiklerini, en ince ayrıntısına varıncaya kadar not eden, kayıtlara geçiren hatta iyi gözüken ancak niyeti bozuk bir eylemini bile ortaya dökebilecek megapiksel görüntülere ulaşılabilecek Kiramen katibin adı verilen kameraman yazıcı melekler vardır:
“İnsan hiçbir söz söylemez ki, onun yanında (yaptıklarını) gözetleyen (ve kaydeden) hazır bir melek bulunmasın.”
Şemsettin ÖZKAN
20.05.2020 KONYA KAYNAKLAR
1- kuran.diyanet.gov.tr
2-kuranmeali.com
3- antoloji.com
4-hazardernegi.org
Susmak, yazmamak, yaşamamak
Manasız hayatın manasını bu hale getireceği belli idi. Cihat etme şehit olma, vurana el kaldırma. Eee yani Allah’ın dışındakiler oynayacak Onun yarattığını. Uygun mu bu? Allah için ribattan kaçanlar, dünyanın üç beş çapulcusunun attığı virüs nöbeti tutar. İnsanlık utanır buna, Allah için arından ayağa kalkar. Ama ayak mı kaldı?