(Toplumsal İlişkiler 1288)
وَاِذَا رَاَيْتَهُمْ تُعْجِبُكَ اَجْسَامُهُمْؕ وَاِنْ يَقُولُوا تَسْمَعْ لِقَوْلِهِمْؕ كَاَنَّهُمْ خُشُبٌ مُسَنَّدَةٌؕ يَحْسَبُونَ كُلَّ صَيْحَةٍ عَلَيْهِمْؕ هُمُ الْعَدُوُّ فَاحْذَرْهُمْؕ قَاتَلَهُمُ اللّٰهُؗ اَنّٰى يُؤْفَكُونَ
“(Ey Nebim!) Sen onları (münafıkları) gördüğün zaman, (düzgün ve bakımlı) endamları (zahiri kalıpları ve tavırları) Senin hoşuna gidip beğenini kazanmaktadır. Konuştukları zaman da onları dinlemeye (değer sanırsın. Oysa bunlar sözlerine, kıyafetlerine ve zahir görünüşlerine aşırı dikkat gösterip, suni ve sahte davranışlarla takva ve tarafsızlık numarası yapmakta ustalaşmışlardır. Aslında)
Onlar sanki (sütun misali) dayandırılmış düzgün ahşap-kütükler gibi (şuursuz ve vicdansızdırlar. Bu kofluklarından ve korkularından dolayı da) Her çıkışı ve çağrıyı (her yaygarayı ve konuşulanı)
kendileri aleyhlerine sanırlar. Onlar (sinsi ve tehlikeli)
düşmandırlar, bu yüzden onlardan kaçınıp-sakının (münafıkları tanımaya çalışın ve onlara karşı tedbirli ve dikkatli olun). Allah onları kahretsin; nasıl da (Hakk’tan) çevriliyorlar ve dönekleşip duruyorlar.” (Münafikun/4)
Audrey Hepburn; “mükemmel biri olmanıza gerek yok davranışlarınız sahte olmasın yeter” derken samimiyetsizliğin, riyakarlığın, ikiyüzlülüğün gerçek yüzünü gözler önüne serer.
Nasıl bir dünyada yaşıyoruz? Kimi cana yakın, kimi süslü, kimi çok yüzsüz, kimi de ikiyüzlü. Olduğu gibi görünen, göründüğü gibi olanlar nerede? Ah şu ikiyüzlüler, riyakarlar yok mu? Pazar tezgahı gibidirler öne iyileri koyarlar arkasına da çürük ve kötüleri. Öyle insanlardır ki bunlar kalpleri düşman, yaklaşımları dosttur. Sözleri hoş, özleri boştur. Burada daha önce kaleme aldığımız Mesnevi’de geçen “Yahudi Hükümdarın Düzenbaz Veziri” adlı yazımı bir kez daha hatırlatmakta yarar görüyorum:
“Yahudi hükümdarın öyle yol vurucu, öyle hilekâr bir veziri vardı ki, hile ile suyu bile düğümlerdi. Dedi ki: “Hristiyanlar canlarını mallarını korurlar ve dinlerini hükümdardan gizlerler. Onları öldürmenin bir faydası yok. Din misk ve öd ağacı değildir ki, kokusu olsun da, ondan anlaşılsın. Hükümdar vezire sordu: “O halde ne tedbir alalım? Bu hilenin, bu yalanın yani Hristiyanlığın,(İseviliğin) yayılmasına mani olmanın çaresi nedir? Ne yapalım da, dünyada ne açık dindar, ne de dini gizli benimseyen Hristiyan kalmasın?” dedi.
Vezir: “Hükümdarım! Kulağımı ve elimi kestir ve acı bir hükümle burnumu ve dudağımı yardır. Ondan sonra beni darağacının altına getir. O sırada bir şefaatçi çıkıp, senden affımı dilesin. Bu işi dört yol ağzı bir yerde tellal çağrılan bir meydanda yaptır. Ondan sonra beni yanından uzaklaştır ve uzak bir şehre sür ki, Hristiyanlar arasında şer ve fitne çıkarayım.
Bu halde diyeyim ki; “Ben gizli bir Hristiyan’ım, ey sır bilen Allah, sen benim gönlümü bilirsin. Hükümdar benim imanımı anladı. Bağnazlığından dolayı canıma kast etmek istedi. Dinimi hükümdardan saklamak ve onun dininden görünmek istedim. Hükümdar benim sırlarıma vakıf oldu. Sözlerim huzurunda kusurlu bulundu. Dedi ki: ‘Senin sözlerin içinde iğne bulunan ekmek gibidir. Benim gönlümden senin gönlüne pencere var. Ben o pencereden halini gördüm. Artık sözünü dinleyemem.’ İsa’nın ruhaniyeti bana imdat etmeseydi, o hilekâr düzenci, beni parça parça ederdi. İsa için canımı feda eder, başımı veririm ve bunu canıma yüz binlerce minnet bilirim. İsa’dan canımı esirgemem, lakin onun dinine dair iyiden iyiye malumatım vardır. O pak dinin birtakım cahiller arasında mahvolması bana dokunmaktadır. Allah’a İsa’ya şükür ki, biz bu hak dinin rehberi olmuşuz. Belimizi zünnar kuşağıyla bağladığımızdan beri Yahudi’den ve Yahudilikten de, kurtulmuşuzdur. Ey halk devir İsa’nın devridir. Onun dininin sırlarını candan dinleyin.”
Vezir bu hileyi hükümdara sayıp dökünce, hükümdarın gönlünden endişeyi tamamıyla giderdi. Hükümdar vezirin dediği siyaseti onun hakkında yaptırdı. Halk ise vezirin suç ve cezası karşısında hayran kaldı. Hükümdar veziri Hristiyanların yoğun olduğu yerlere sürgüne gönderdi. O da gittiği yerlerde halkı davete başladı.” (335-359. beyitler) Hani bazı insanlar duymuşsunuzdur, şeytanın bile bu adamların önünde saygıyla eğilip, ceketinin düğmelerini iliklediği cinsten. Hani atalarımızın “şeytana pabucunu ters giydirir,” dedikleri bu kişiler, iyi niyet ve samimiyetten tamamen yoksun, işleri güçleri, hile ve düzenbazlıktır. İşte bu hikâyedeki Yahudi hükümdarın veziri de, böyle bir karaktersiz karakterdir.
“Yahudi hükümdarın öyle yol vurucu, öyle hilekâr bir veziri vardı ki, hile ile suyu bile düğümlerdi.”
Yol vurucu, hilekârların durumunu burada açıklamaktansa bu satırları okuyanların en hilekâr bildikleri bir adamı hatırlarına getirmeleri yeterlidir. Doğrusu ben böyle düzenbaz bir adam bilmiyorum. Kendine eza cefa verilerek demiyorum, verdirerek, orasını burasını kestirerek, yardırarak, hile ve düzen kuranlarına da ilk kez bu hikâyede rastlıyorum.
Dedi ki: “Hristiyanlar canlarını mallarını korurlar ve dinlerini hükümdardan gizlerler. Vezir “Hükümdarım, İsevileri yok etme düşüncesinde olduğunuzu cümle âlem biliyor. Bunu bilen her Hristiyan, kendini kurtarmak için elbette dinini gizler. Bu durum bir efendinin saatini kaybedip de saatimi kimde bulursam fena yapacağım demesine benzer. Böyle konuşmak fayda yerine kayıp saatin daha çok saklanması sonucunu doğurur.” dedi. Yahudi Hükümdar İsevilerin düşmanı olduğunu ilan ettikçe onların kendisine daha çok karşı olma neticesiyle karşılaşırdı.
“Onları öldürmenin bir faydası yok. Din misk ve öd ağacı değildir ki, kokusu olsun da, ondan anlaşılsın.” Gerek Yahudi Hükümdarın gerekse inatçı vezirin planı Hristiyanların yok edilmesinden yanaydı. Ancak bunun nasıl olacağının sebeplerini tespitte fikirleri birbirine uygun değildi. Hilekâr Vezir hükümdara: “Alenen idam sürdürülür ve devam ederse İseviler dinlerini gizleyecekler. Emellerinizi, çalışmalarınızı tesirsiz bırakıp boşa çıkaracaklar. Bundan dolayı önce onları bir bozalım, kandıralım, sonra da yok ederiz” diyordu. Doğrusu insanın sırrı yüz kılıf ve kın içinde gizlidir. Bir adamın zahir hâli seninledir. İçi aykırıdır. Bu söz hilekâr vezirin ağzından çıkmış ve söylenmiş ise de birçok durumda gerçek olan bir ihtardır. Mutlaka dikkate alınması ve uyulması gerekir. Çünkü bazı adamlar şeklen dost görünür de gizlice düşman bulunur.
“Hükümdar vezire sordu: “ O halde ne tedbir alalım?” Burada hile ve tezvir kelimelerine, iki mana yüklenebilir. Biri İsevîlerin dinlerini saklamakta ki dikkatleri güya mekr (oyun, düzen) ve tezvir (yalan, dolan) olmaktadır. “Bunun giderilmesi, sakladıkları gerçek dinlerini meydana çıkarmanın çaresi nedir söyle?” anlamına gelir. Diğer anlamı ise; “Senin teklif ettiğin işler, sırf hile ve tezvirden ibarettir. Bunu yapabilmek için lazım gelen tedbirler her neyse açıkla ve söyle.” demektir. “Bu hilenin, bu yalanın yani Hristiyanlığın,(İseviliğin) yayılmasına mani olmanın çaresi nedir? Ne yapalım da, dünyada ne açık dindar, ne de dini gizli benimseyen Hristiyan kalmasın?”
Zalim olanların akıl ve kalpleri o kadar kararır, o kadar çirkefleşir, o kadar inat ve cehalete bulaşır ki, yapacakları zulüm yüzünden düşecekleri belayı anlasalar bile yine cüret ederler. Yine kendi felaketlerini davet ederler. Vezir: “Hükümdarım! Kulağımı ve elimi kestir ve acı bir hükümle burnumu ve dudağımı yardır.” Bu beyti şerifin ikinci mısraının anlamı iki şekilde şerh edilebilir. Biri “burnumu yar ama hüküm verirken dudağımı bırak. Böylece o sağlam kalan dudak vasıtası ile İsevîlere hile yapabileyim. Onların inançlarını bozayım, yok olmalarını sağlayabileyim.” [Bu durumda “MÜR” kelimesi emri hazırdır] Diğer manası “hem burnumu, hem de kulağımı yar. Bana zarar vermekten asla geri durma. Gazabınız ve öfkenizin ciddi olduğunu herkes kesinlikle anlasın. Bütün bunlar daha inandırıcı olsun.” Bu hile, bazı iktidar sahiplerinin bir gizli amaca ulaşabilmek için sevdikleri bir adama şeklen öfke ve kızgınlık göstermeleri, sık görülür. Böylece halk aldanır. Bu aldanış ve gafletten yararlanılır. Ama her ne şekilde olursa olsun, hile zararlıdır. Bu gerçeğin ifade edilmeye ve söylenmeye ihtiyacı yoktur.
“Ondan sonra beni darağacının altına getir. O sırada bir şefaatçi çıkıp, senden affımı dilesin.” Vezirin, bu hileden fesat dolu planı, kendisinin gerçekten Yahudi Hükümdarın düşmanı olduğuna inanılmasıdır. İsevîler, eğer şefaatçı ortaya çıkmamış olsaydı, Vezir in mutlaka idam edilecek olduğuna inansınlar. Kendi dinlerinden saysınlar. Kendilerinin yardımcısı olduğuna ikna olsunlar. Daha sonra o gaddar ve hilekâr Vezir halkı kolaylıkla onları bozup, kandırabilsin.“O zaman beni uzak bir şehre kadar sür, böylece İsevîlerin içine şer ve fitne koyabileyim.”
Vezir : “Hükümdarım, beni darağacına gönder. İkimizin sırrını bilen güvendiğimiz (şefaatçi) birinin araya girip yalvarmasıyla idamdan affet. Bununla beraber öfkeniz nedeniyle huzurunuzdan ve şehrinizden uzak bir yere, İsevîlerin çoğunlukla bulundukları yere beni uzaklaştır. Böylece aralarına fesat tohumları atayım. Kendilerini berbat edeyim.” Dedi.
“Bu halde diyeyim ki; “Ben gizli bir Hristiyan’ım, ey sır bilen Allah, sen benim gönlümü bilirsin.” Yaptıkları hileyi gerçek, kendilerini dürüst gibi göstermek böylece saf insanları aldatmak isteyen birçok yalancı ve hileci sözlerinin arasında Cenabı Hakk’ı anarlar. Halbuki hile ve fesat için Allah-u Teala Hazretlerinin ismi şerifini ağzına alan insanın iki dünyada da perişan olacağını ölçemezler. Cenabı Hak hiç bir zaman ve halkın çoğunluğu genellikle aldanmayacağından yalancılar ve ikiyüzlüler ancak kendilerini aldatırlar. Böylece her zaman elem doludurlar.
“Hükümdar benim imanımı anladı. Bağnazlığından dolayı canıma kast etmek istedi.”
Bu ifadeyi Hükümdarın veziri daha sonra Hristiyanlara (İsevîlere) söyleyecektir. Şimdiden Yahudi Hükümdarına aktarmaktadır.“Dinimi hükümdardan saklamak ve onun dininden görünmek istedim. Hükümdar benim sırlarıma vakıf oldu. Sözlerim huzurunda kusurlu bulundu.” Hilekâr Vezir İsevîleri ikna etmek için kullanacağı dili, gelecek beyitlerde görüleceği üzere, önceden Hükümdarına açıklamakta, onu haberdar etmektedir. Doğru söz, yaratılmış fiile, vakıaya uygun olandır. Yalancı ise, henüz yaratılmayan bir şeyi zihninde kendi icat etmektedir. İcat ettiği o şeyi konuşma, tarif etme, söyleme çabası içindedir. Dünyada her şey zincirleme olarak birbirine bağlıdır. Olmayanı var gibi gösterince, tabii olarak onun varlığını tasdik edecek olayların zincirleme bağı, birbirinden kopacaktır. Yalan; aslında olmayandır, irtibatsızlıktır, var olanların aralarındaki bağı koparmaktır, sürekli zarar vericidir.
“Dedi ki: ‘Senin sözlerin içinde iğne bulunan ekmek gibidir. Benim gönlümden senin gönlüne pencere var.” Vezir Hükümdar’a “Bu sözlerim, İsevîlerin inançlarını bozmak üzeredir, sen benim İseviliğimi anladığında, aramızda geçen konuşmalarmış gibi, ilaveten onlara anlatacağım hikâyelerdir.” Der. “Ben o pencereden halini gördüm.” Vezir hikâyesine devam etmektedir. Hükümdar ile vaktiyle aralarında böyle konuştuklarını İsevîlere hangi cümlelerle anlatacağını, şimdiden Hükümdar’a açıklar.
“Artık sözünü dinleyemem.’ İsa’nın ruhaniyeti bana imdat etmeseydi, o hilekâr düzenci, beni parça parça ederdi. İsa için canımı feda eder, başımı veririm ve bunu canıma yüz binlerce minnet bilirim.”
Bu da sonradan Hristiyanları yani İsevîleri bozmak için söyleyeceği cümleleri Hükümdara aktarmasıdır. İsevîlerden biri Vezire şöyle itiraz edebilir: “Hazreti İsa’ya o kadar teslimiyetin varsa kendini bırakmalıydın. Yahudi Şah’ı seni idam etseydi. Hazreti İsa’nın ruhaniyeti ile mutlu olsaydın” İşte Vezir bu gelecek itiraza cevap hazırlamaktadır; “Ben canımdan korkmuyordum. Ama Hazreti İsa’nın dinine vakıf ve müttali iken ölürsem İsevilik haksız yere yayılmaktan geri kalır. Ben bu gecikmeden ve hatadan sorumlu olurum. Ahirette de azap çekerim.
“O pak dinin birtakım cahiller arasında mahvolması bana dokunmaktadır.” Bu da Vezir in İsevîlere iğfal için daha sonra söyleyeceği bulaşık, bozguncu kelimelerdendir. Hilekâr Vezir ; “Ben Hazreti İsa dininde o kadar âlim iken öldürülünce bu temiz dinin özelliklerini öğretecek irfan sahibi kalmayacak. İseviliğin hakikatleri bazı cahillerin ortasında kaybolacak. Bu apaçık gerçeğe bağlı olarak öldürülmemi uygun görmedim. Ruhanî hikmetlerin tarzı olarak olarak işte aranızdayım” demektedir.“Allah’a İsa’ya şükür ki, biz bu hak dinin rehberi olmuşuz. Belimizi zünnar kuşağıyla bağladığımızdan beri Yahudi’den ve Yahudilikten de, kurtulmuşuzdur.”
Bu da, Vezirin daha sonra İsevîler’e söyleyecek sözlerindendir. Yine Vezir İsevîlere diyecek ki; “Şükürler olsun artık Yahudilerden de Yahudilikten de şimdi kurtuldum. İsevi din adamlarına mahsus “zünnar” denilen kuşağı, bu dine olan muhabbetimin nişanesi olarak, belime bağlayabildim.” Zünnar maddi bir şeydir. İnsanların avam tabakası ise daima en fazla önemi maddi şeylere verdiği muhakkaktır. Hilekâr Vezir; avamın güven ve ilgisini kazanmak için öncelikle maddiyata rağbet gösterip avamı kendine sevgi besleyen esirler haline getirmek amacındadır.
“Ey halk devir İsa’nın devridir. Onun dininin sırlarını candan dinleyin.” Vezir İsevîlere önceki beyitlerde görünen tabirleri beyan edip söyledikten sonra mezhebe ait ayrıntılara girişip İsevîleri sapıtacağını Hükümdar’a anlatır. Vezir in kullandığı dil ve göstereceği zünnardan ibret alınsın. Hak’tan yana göründüğü halde öyle olmayan, bazı hileci ve ikiyüzlülere asla kendini kaptırmasın.“Vezir bu hileyi hükümdara sayıp dökünce, hükümdarın gönlünden endişeyi tamamıyla giderdi.” Yahudi Hükümdarı İsevîleri tamamen bilemeyip dinlerini kökten yok etmeyi başaramamaktan korkuyordu. Bunun üzerine endişeye düşmüştü. Lakin Vezirin hilesini işitince anladı ki gizli ne kadar İsevî, varsa hepsini öğrenecek ve yok etmeyi başaracaktı. İşte bu fesat çıkarıcı fikir; İsevî meselesinin temizleneceği, kendisinin bu düşünce ve gamdan kurtulmuş olacağı ümidini verdi. Aslında kendini boğazına kadar kötülüğe, melanete batırmıştı.
“Hükümdar vezirin dediği siyaseti onun hakkında yaptırdı. Halk ise vezirin suç ve cezası karşısında hayran kaldı.” Hükümdar Vezirine görünüşte öfkelendi. Halkı bu öfkeye ikna etmek için idam meydanına gönderdi. Yakınlardan birinin yalvarmasıyla Veziri affetti. Fakat sürgüne gönderdi. Halk bu olanları görünce şaşırdı kaldı. “Hükümdar veziri Hristiyanların yoğun olduğu yerlere sürgüne gönderdi. O da gittiği yerlerde halkı davete başladı.”
Aslında bu beyitlerin açıklanmasına gerek yoktur. Ancak gizli planlarının ve düzenbazlıklarının kusursuz işlemesi için son noktanın konulması gerekiyordu. O da sürgün… Bütün hilekârların, hırsız v.b. suça yatkın kişilerin, mutlaka arkalarında bıraktıkları bir iz, vardır. Polis delillere bakarak iz sürüp suçluyu yakalar. Kimse şu soruyu yöneltmiyor:
“- Bu vezir madem Hristiyan ve bu yüzden işkencelere maruz kaldı. Niye bizim gibi Hristiyanların yoğun olduğu bölgeye sürgün edip bizim dinimizi anlatmasının kapısını açıyor? Neden? Neden? Neden?” diye bir Allah’ın kulu sorgulamıyor. Bu yüzden bir Müslüman uyanık olmak zorundadır. Önünde oynanan tiyatrolara pabuç bırakmamalıdır. 28 Şubatta gözümüzün önünde “Müslim, Ali Kalkancı ve Fadime” oyununu nasıl oynadıklarını çok iyi hatırlıyorum. Yeni nesil kardeşlerim de lütfedip bir bu olayı araştırırlarsa düzenbaz vezir hikâyesini daha iyi anlamış olurlar.
Şemsettin ÖZKAN
05.01.2024 GÜZELYALI
KAYNAKLAR
1-kuran.diyanet.gov.tr
2-kuranmeali.com
3-pixabay.com
4-suskunduvar.com