MESNEVİ’DEN 3

“Ruhlara şifadır, sevgilileri sevdiğine, hastaları çaresine kavuşturur.”

HZ. MEVLANA DER Kİ:

Rahman ve rahim olan Allah’ın adıyla

Neydeki ateş ile şaraptaki kabarış hep aşk eseridir. Ney, yârinden ayrılan kişinin arkadaşıdır. Onun perdeleri, perdelerimizi yırttı. Ney gibi hem bir zehiri, hem bir panzehiri, ney gibi hem bir hemdemi(dost, yakın arkadaşı) hem bir müştakı (arzulu özleyeni) kim gördü? Ney kanla dolu olan yoldan bahsetmekte, Mecnunane aşkları hikâye eder. Dile kulaktan başka müşteri olmadığı gibi, maneviyatı idrak etmeye de akılsız, sersemden başka mahrem (haram, sırdaş)yoktur.  ” (10-14. Beyitler)

       Fuzuli “Aşk imiş, her ne var ise bu âlemde/ Gerisi kîlu kâl imiş” der. Tasavvuf erbabının çok konuştuğu bir hadis-i kudsi’ de:

“Ben gizli bir hazine idim. Bilinmeye muhabbet ettim ve bilinmek için halkı yarattım” (Acluni/ Keşfü’l Hafa,II/132) buyrulur.

Bu hadis bize, muhabbet(hoşlanılan şeye karşı duyulan meyil, sevgi, sevme, sevişme, aşk, ilgi, alaka, dostluk, dostça konuşma, sohbet ve yarenlik) öncelikle Hakk’tan ortaya çıkmış ve bütün kâinatın yaratılmasına sebep olduğunu anlatır. Bu evrende, aşkın yabancısı olabilecek bir zerreyi bile bulamazsınız. Her şeyin Allah’a olan aşkının bir yer ve zamanda tecellisi vardır. Canlı cansız her şey O’nu yâd eder. Yalnız her yaratılmış, kendi zevk ve melekelerine göre bu eylemi gerçekleştirir. Bülbül, güle yanıp hazin hazin öterken, bir köpek sabaha karşı uzun uzun uluyarak, bir derviş gecenin bir yarısında çilehanede gözlerinden yaş akıtarak, öbür tarafta bir sarhoşun, bilmem kaç genelev kapısında naralar atarak bağırması da hep aşkın eseridir. Aşk birdir, sevgiler çeşit çeşittir.  Daha doğrusu tüm sevgiler; tek olan sevgilimiz Allah’ın çeşitli şekilde cilvesi ve tecellisinin eserleridir. Âşıkları ağlatıp inleten aşk, sarmaşık demektir. Sarmaşık bilindiği üzere, nasıl bir yere girer o yeri sarıp sarmalar ve  işgal ederse, aşk da girdiği kalbi öylece doldurur, istila eder. Muhiddin-i Arabi boşuna “ aşk muhabbetin ifratıdır” demiyor.

        Allah Kur’an’da; “Müminlerin Allah’a karşı pek şiddetli bir muhabbeti vardır.”  (Bakara/165)

“Yusuf’un muhabbeti, Züleyha’nın kalbini bir zar gibi ihata etti.”      (Yusuf/30) buyuruyor. Hastalandığında Züleyha’dan kan alınınca sıçramış YUSUF diye yazmıştır. Hallac-ı Mansur el ve ayakları kesilince kanı ALLAH yazmıştır. Aşk bu işte…

             Hazreti Mevlâna, ney için, “yarinden ayrılanın arkadaşıdır”der. Zevk sahibi ve fıtratı temiz insanlar için, musikinin ruhun gıdası olduğu bilinen bir şey. Hayvanlara varıncaya kadar bütün canlıların duygulandığı güzel sesten, zevk almayan insanın, bilmem ama insanlıktan pek az nasibi var desek, yalan olmaz. Bir adam gerek sevinçli, gerek kederli zamanlarında, işittiği güzel bir sesten içinin ferahladığı ve teselli bulduğu yadsınamaz bir gerçektir. Hakikaten ney sesi de, insana bir iç huzuru verir, dost sesini duyurur, ayan-ı sabite âlemini,(Kainatın bütün ilminin suretler şeklinde sabit olduğu alem, Hakikat-i Muhammediye) yani hepimizin ve bütün kâinatın oluşmadan evvel ilm-i ilahîdeki bulunuşunu, Elest bezmini, yani “Allah, ben sizin Rabbiniz değil miyim, diye sordu. Ruhlar, evet dediler.” (Araf/172) konuşmasını hatırlatır ve “Biz aşk sarhoşuyuz ta ezelden, Kendinden geçmiş Hak sarhoşuyuz! Hüda’nın meyhanesinin meclisi, 40 olmuş! İçtik o neşe meclisinde, ruhen bardak bardak şarabı, Saki (meyi dağıtan)bize Allah idi, Oldu o, gönül büyük kadehimiz! Bir böyle kadeh içki verene, el mi uzanır artık o şaraba, Dünya şarabından kaçar, serseri sarhoşça hallerimiz” tarzında sözler söyletir. İşte böyle ney hakiki anlamda alınınca gaflet perdelerini bu duygu ve heyecanla ortadan kaldırır buna sebep de neyin perdelerinden çıkan nağmelerdir. Mecaz anlamda da ney insan-ı kâmildir. O zaman da ney; yârinden ve yurdundan ayrılan gurbetçilerin arkadaşı ve hüzünlerinin dağıtıcısıdır. Onlara teselli vererek Hakk yoluna dönmelerini, perde perde ve derece derece derinleştirerek söylediği etkili sözler, muhatabının gaflet uykusundan uyanmasını ve kalp gözünün açılmasını sağlar.

               Ney gibi hem zehir, hem panzehir; hem yakın arkadaşı, kim görmüştür? Ney, dinleyenin kabiliyetine göre hem zehir, hem panzehir etkisi gösterir. Heva ve hevesine düşkün olanlara şüphesiz zehir gibidir. Çünkü kendisindeki şehvet ve hayvani arzuları arttırabilir. Fakat görülüp işitilen her güzellikten Allah’ı hatırlayanlar için de, şüphesiz, panzehir gibidir. Çünkü kalpteki gaflet zehrini giderir. Keza, ney iyi bir arkadaştır ve dinlenilmeye arzuludur. Zira neyin mahiyeti, bir kenarda asılı, yahut bir köşeye dayalı durmakta olan bir eşya değil; üflenip dinlenmekle meydana çıkmaktadır. Allah’ın has kulları da ney gibidirler. Bu has kullar; kötü hallilere karşı, zehir-zemberek olurlar. İyi hallilere ise, şifa etkisi gösterirler. Kur’an’da; kemale erenler topluluğunun bu hali ve İnsan-ı Kamil’in en başı, âlemlere rahmet, sevgili Peygamberimizin bu özelliği şöyle gösterilir:

 “Muhammed, Allah’ın Resulüdür. Maiyetindeki ashabı, müşrik ve münkirlere karşı gayet şedid, aralarında ise son derece merhametli ve şefkatlidirler.” (Fetih/29)  

        Ney, kanlı bir yoldan bahseder, Mecnunvâri aşkları anlatır. Mesnevî’nin başında da neyin ayrılıklardan bahsettiğini söylemiştik.  Şu halde o yol, neyin kamışlıktan kesilmesi, bağrının ateşle delinmesi gibi değişikliğe uğradığı esnada, geçtiği kanlı yoldur. Madde tutkunlarının kabul ve tahammül edemeyeceği, mecnunvari muhabbetlere kapılanların: “Ney gibi başımı kes, sinemi oy, bağrımı del,”  diyenlerin hali de, “benim gibidir,” demek ister. Neyin temsil ettiği insan-ı kâmil de böyledir. O da kanlı ve tehlikeli bir yoldan bahseder. Aşk ve muhabbet mecnunlarının akıl kabul etmeyecek hikâyelerini anlatır. Hareketlerinin taklit edilmesini tavsiye eyler. İnsan-ı kâmil, gerek başlangıçtan şu âleme gelirken, gerek şu âlemden sona giderken, kanlı ve meşakkatli yollardan geçmiş, gelirken de ayrılık acılarıyla kederli ve hüzünlü olmuş, giderken de birçok savaşlara göğüs germiş, “Ölmeden evvel ölünüz” emrine uyarak kendini feda etmiştir. Allah âşıkları, Hallac-ı Mansur gibi: “Ey benim itimat ettiğim dostlar! Benim nefsimi öldürün ki, hayatım katlimdedir” derler. “Şüphesiz ki, Allah, müminlerden nefislerini ve mallarını cennet mukabilinde satın almıştır” (Tevbe/112)ayet-i kerimesine göre can metaının müşterisinin, bizzat Allah olduğunu bilirler. Beşeriyetin en akıllısı ve en mükemmeli bulunan Resul-i Ekrem s.a.v. Efendimize, Kureyş müşrikleri, mecnun demek küstahlığına bulunmuşlardı da, Kur’an’ın şu ayetleri gelmişti: “Rabbinin nimetiyle sen mecnun değilsin. Senin için elbette tükenmez bir ecir vardır. Sen, ahlakın en güzeline ve en yücesine sahipsin. Hanginizin mecnun ve meftun olduğunu yakında sen de göreceksin, onlarda göreceklerdir”(Kalem/2-6)

            Dile kulaktan başka alıcı olmadığı gibi, maneviyatı algılamaya da akılsızdan başka mahrem (haram) yoktur. Aklı, dünya ve ahiret aklı diye ikiye ayırmışlardır. Akl-ı dünya(meaş), dünya işlerine vakıf olan idraktir ki: “Dünya işlerini siz daha iyi bilirsiniz” hadisi şerifiyle buna işaret buyrulmuştur. Akl-ı ahiret(mead), ahiret ve aslına dönüş işlerini bilen idraktir. Bunun inceliğini akl-ı dünya kavrayamaz. Onun için Hazreti Mevlâna; “akl-ı ahiret olan evliyaullahın sözlerini akl-ı dünyanın anlayamayacağını” söyler. O sözleri akl-ı dünyadan soyunmuş olanların kavrayabileceğini söyler. Fakat akl-ı dünyadan soyunmuş, sözü yanlış anlaşılmasın; deli olmuş değil, yakasını aşkın pençesine kaptırmış olanlar kast ediliyor. Bunu temsil için de, söyleyen dile, ancak dinleyen kulağın alıcı olacağını, yani göz, burun, el, ayak gibi aza içinden yalnız kulağın, dilden çıkan kelimeleri algılayabileceğini vurguluyor. Sonuç olarak diyebiliriz ki başta din eğitimi anlayışımız olmak üzere, tüm eğitim modellerimizdeki felsefemizi  korku merkezli (yobaz) değil de, Yunus Emre ve Mevlana gibi sevgi merkezli bir temele dayandırmak mecburiyetindeyiz.

MESNEVİ’DEN 3” için 2 yorum

  1. *İnsanı gördüklerinden ibaret sayma, göremediklerinde ara. İçidir hakikatin resmi, dışı sadece bir manzara. HZ.MEVLANA

  2. Yazında da belirttiğin gibi bir çok konuda da insanı düşünmeye zorlayan Mevlana yine;
    Kalp deniz ise dil kıyıdır,
    Denizde ne varsa kıyıya o vurur.
    Diyerek, bir çok açıdan insanı tefekkür etmeye ibret almaya çok anlamlı ve ince sözlerle zorluyor.

Celalettin için bir cevap yazın Cevabı iptal et

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.