GERÇEKLERLE YÜZLEŞME SANATI
Ağustos Böceği Tembel miydi?
Bazen hiçbir şey bilindiği gibi değildir. Olaylara yüzeysel baktığımız için midir bilinmez, bazen meselelerin içyüzünü bilemeyiz. Mevlana hazretleri görünüşe aldanılmamasını, bugün bize hayat veren suyun, yarın bizi boğabileceğini söylerken hiç de haksız değildir.
Münafık karakterdeki insan; görünüşte kalıplı, iyi, ağzı güzel laf eden ama iman etmiş değil. Çünkü kalbiyle inanmamış. Kalıbı namaz kılıyor görünüyor, ancak namaz falan kılmıyor. Cami yapmışlar ama mescitleri fitne yuvası. Aslında onlar için, namaz kılmak bir bahane. Hiçbir şey göründüğü gibi değil.
Adamın biri çocuğuna onu pikniğe götüreceğini söylemiş söylemesine ama adamın gidesi yokmuş. Bu yüzden çocuğunu oyalaması gerekiyormuş. Önündeki dünya haritasını bin bir çeşit parçaya bölmüş. Çocuğuna haritayı yerli yerince birleştirdiği anda, ancak gidebileceklerini söylemiş. Çocuk dağılan parçaları birleştirmeye koyulurken, adam yandaki odaya çekilip;
– Ooo nasıl olsa bunu yapamaz, yapsa da akşamı bulur, deyip kendini avuturken, on dakika sonra çocuğu sevinçle gelmiş;
– Baba haritanın parçalarını birleştirdim demiş,
– Nasıl bunu bu kadar kolay yapabildin? Diye babası sorunca çocuk;
– Çok kolay. Haritanın arkasındaki resmi birleştirdim o kadar, demiş. Çocuk görünüşte bu işi yapamaz görünüyor ama haritanın arkasındaki resimden bu işi çarçabuk yapabileceğini hiç ama hiç düşünemiyordu babası. Hiçbir şey bilindiği gibi değil.
Lucretius, “her şey değişir, hiçbir şey olduğu gibi kalmaz. Doğa her şeyi değiştirir. Her şeyi değişmeye zorlar” derken sanki bize o meşhur sözü hatırlatır: “Değişmeyen sadece değişimin kendisidir.”
Hz. Şems’ e atfedilen şu söz, benim çok ilgimi çekmiştir: “Noktalar sürekli değişse de, bütün aynıdır. Bu dünyadan giden her hırsız için, bir hırsız doğar. Ölen her dürüst insanın yerini bir dürüst insan alır. Hem bütün hiçbir zaman bozulmaz, her şey yerli yerinde kalır merkezinde… Hem de bir günden bir güne hiçbir şey aynı olmaz.”
Bir de algı operasyonları yapılır. Her şey çarpıtılır, operasyonlar çekilir toplum mühendisleri tarafından. Toplum mühendisliğini basit bir dille tanımlayacak olursak, zihin mimarlığı ya da daha kompleks bir ifadeyle toplumsal psikolojik bilinç mimarlığı denilen faaliyetlerdir. Toplum mühendisleri uygulamalarını toplum geneline, dar topluluklara veya kişilere karşı yürütürler. Kafalarında bir şeyi nasıl olgunlaştırdıysalar, her şeyi dizayn edip, kitlelere servis ederler. Kitlelerin de bu zokayı yutması beklenir. Geçmişte birçok olayın ardında birçok provokasyon olduğunu bugün itiraflardan ya da olaylar aydınlatıldığı için, daha güzel anlıyoruz. En çok topluma aslı astarı olmayan söylentiler yayarak eylemlerini gerçekleştirirler. Hani bir söz vardır, şüyuu vukuundan beterdir diye. Söylentilerle önce toplumun bilinçaltını tahrip ederler. Dezenformasyona uğrayan kitle belleğiyle de toplum, topluluk ya da kişiler, yapılacak operasyona hazır hale getirilir.
Bir de yanlış bilinenler vardır. Bunlar bilimsel gerçekler, yiyecekler, teknolojiyle ilgili olanlardan tutunda, hikâyelere varıncaya kadar daha birçok konuda her şey aslında bilindiği gibi değilmiş şeklinde yorumlar yapmamıza kapı aralayacak cinsten şeylerdir. Şaşırırsınız şimdiye kadar nasıl olur da bunu böyle yanlış bilmişiz dersiniz. Örneğin bildiğimiz La Fontaine’nin, “ Ağustos böceği ile Karınca” hikâyesi… Buyurun bu çok bilinen versiyonu birlikte okuyalım:
Ağustos böceği, uzun yaz günlerinde saz çalar ve şarkı söylermiş. Hiç çalışmaz, kış için hazırlık yapmazmış. Karınca ise çok çalışkan ve çok zekiymiş. Karınca tüm yaz boyunca gelecek soğuk yaz günleri için dişini tırnağına katarak çalışmış durmuş. Yazın sıcak günleri artık bitmiş ve havalar soğumaya başlamış. Kış gelmiş. Artık ağustos böceği saz çalamıyor, şarkı söyleyemiyormuş. Çok üşümüş ve karnı acıkmış.
Ağustos böceği yazın eğlenirken küçük karınca bütün yaz boyunca bütün gün çalışıp kış için hazırlık yapmış. Ağustos böceğinin aklına karıncanın kışa hazırlık yaptığı ve gidip ondan yiyecek isterse ona yardım edeceği gelmiş.
Karıncanın yuvasına gelmiş. Karınca kapıyı açtığında karşısında soğuktan titremekte olan ağustos böceğini görmüş ve ona:
– Ne istiyorsun ağustos böceği demiş.
Ağustos böceği karıncaya:
– Çok üşüyorum, hiç yiyeceğim yok karnım da çok aç bana yiyecek bir şeyler verir misin? Söz veriyorum ağustosta sana olan borcumu ödeyeceğim demiş.
Karınca:
– Bütün yaz sen ne yaptın? Niye yiyecek bir şeyin yok? demiş. Ağustos böceği başını öne eğerek mahcup bir şekilde:
– Ben bütün yaz saz çalıp, şarkı söyledim deyince, karınca çok sinirlenmiş.
– Madem öyle bütün yaz saz çalıp, şarkı söyledin şimdi de oyna biraz demiş. Kapıyı ağustos böceğinin suratına kapatmış. Ağustos böceği kendi kendine bende yazın yiyecek toplasaydım, şimdi bu halde olmayacaktım diyerek bir daha aynı hataya düşmeyeceğine dair kendisine söz vermiş.
Edebiyatımızın önde gelenlerinden Orhan Veli Kanık’ın Türkçeye çevirdiği bu hikâyede de, Ağustos böceği çok tembeldir. Bütün yaz boyunca türkü söyleyip boş vakit geçiriyor. Kışın da yiyecek için karıncanın kapısını çalıyor. Ağustos böceği, tam bir suçlu gibi gösteriliyor. Durum aslında hiç öyle değil. Ağustos böceğinin dişileri yumurtalarını ince dallara yarıklar açarak yerleştiriyor, bu yumurtalar kırılınca toprağa düşüyor birçoğu yem olurken, bazıları toprağa karışıp, senelerce toprakta yaşıyor. Amerika’da yaşayan bir türü için 17 seneden söz ediliyor. Bu arada kanatsızlar. Sonra birden toprağın üstüne çıkınca kanatlanıyorlar. Topu topu 4 hafta gibi, o da adlarını aldıkları ağustos ayında yaşıyorlar. Bu arada erkekleri de muhtemelen nesillerini devam ettirmek için dişilerini çiftleşmeye çağırırken, çoğu zaman koro halinde ses çıkarıyorlar, bakın ağızlarıyla değil, davula benzeyen organlarıyla.
Bu hikâyeyi şöyle değiştirsek yeridir. “ Ağustos böceği karıncanın kapısını çalmış. Karınca istemeye istemeye kapıyı açmış ve daha Ağustos böceği söze başlamadan;
-Ne o, yazın saz çalıp türkü söyleyip, tembel tembel yattın da, şimdi benden yiyecek istemeye mi geldin? Demiş. Ağustos böceği:
– Ne münasebet! Elhamdülillah yiyeceğimizde var, paramızda. Yazın düğün derneklere gittik, üç beş kuruş para kazandık, malum yaz sezonu ne kazanırsak kâr. Ha ben şunun için geldim. Avrupa’dan teklifler var. Avrupa turnesine çıkıyorum, var mı benden bir istediğin Karınca kardeş?
Karıncanın yüzü kızarmış, başını iki elinin arasına götürmüş, ağlamaklı bir sesle özür dilemiş;
-Ben seni ne kadar çok yanlış tanımışım kardeşim! Paris’e gidecek misin? Demiş. Ağustos böceği evet anlamında kafasını sallayınca, Karınca;
-Senden istediğim, bu hikâyeyi yanlış yazan La Fontain’i gör ve suratına okkalı bir şekilde tükür, demiş.”
Şemsettin ÖZKAN
(KONYA /27 Ekim 2019)