İNSANOĞLU OLMAKLA İNSAN OLMAK ARASINDA DAĞLAR KADAR FARK VAR ÇOK AZ KİŞİ ANLAR BUNU…

(Toplumsal İlişkiler 134)


لَقَدْ خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ ف۪ٓي اَحْسَنِ تَقْو۪يمٍۘ


ثُمَّ رَدَدْنَاهُ اَسْفَلَ سَافِل۪ينَۙ
Biz insanı, yaratılış amacını gerçekleştirmesi için ihtiyaç duyduğu her türlü zihnî ve bedenî özelliklerle donatarak, varlık mertebelerinin en yükseğine çıkabilecek bir yetenek ve kapasitede, yani, olması gereken en güzel biçimde yarattık.” (Tin/4)
Fakat insan, vahiyden uzaklaşarak kendi asli/olumlu kişiliğini saptırıp yozlaştırınca, geçerli kıldığımız kanunlar gereğince onu varlık mertebelerinin en dibine yuvarlayarak aşağıların aşağısına çeviririz. Kur’an’dan yüz çevirerek şeytanın boyunduruğu altına giren insan, vahşî hayvanlardan daha da canavarlaşır. İşte, Allah’ın yol göstericiliğinden yüz çeviren insanoğlu, bu derece alçalır.” (Tin/5)

Çağımızda “insanlık çok ilerledi, artık gözükmüyor,” ya da “bugün de insanlık para karşısında değer kaybetti” benzeri sözler duyarsanız sanırım buna pek şaşırmazsınız. Niye çünkü insani, ahlaki olan ne varsa çarçabuk tüketiveriyoruz da ondan. Bu yüzden insan olmak lükse kaçıyor. Mum yakıp insan arıyor bu yüzden Diyojen daha milattan önce bilmem kaç yılında… Demekki insan olmak zor zenaat iş.

Korkuyoruz… Düşünmekten ve sevmekten korkuyoruz. İnsan olmaktan korkuyoruz,” derken Oğuz Atay haksız mı? Seversiniz sevmezsiniz, Freud “insanlar yavaş yavaş inanmamayı, güvenmemeyi, sevmemeyi ve kronik şüpheci olmayı öğrenir” dediğinde, insanın kalbiyle yüreğiyle de ilişkisini kestiğini mi anlatıyor? İnsanların tecrübe, tecrübe deneyim, deneyim diye tutturup, anlattıkları yavaş yavaş sevmekten, insan olmaktan uzaklaşma, güvensizliğe, septizme (şüpheciliğe) yelken açma operasyonu mu? O halde bir daha sevmeyecek miyiz? İnanmayacak mıyız insanlara?

İnsan olmak başka, insanoğlu olmak başka. Aralarında dağlar kadar fark var ama çok az kişi bunu anlar. Hani şu meşhur derviş kaşıkları hikayesini bilirsiniz.

Bir gün sormuşlar ermişlerden birine: “Sevginin sadece sözünü edenlerle, onu yaşayanlar arasında ne fark vardır?” diye. “Bakın göstereyim” demiş ermiş.

Önce sevgiyi, dilden gönlüne indirememiş olanları çağırarak, onlara bir sofra hazırlamış. Hepsi oturmuşlar yerlerine. Derken tabaklar içinde, sıcak çorbalar gelmiş ve arkasından da, “derviş kaşıkları” denilen bir metre boyunda kaşıklar.

Ermiş; “Bu kaşıkların ucundan tutup öyle yiyeceksiniz” diye, bir de şart koymuş. “Peki” demişler ve içmeye teşebbüs etmişler. Fakat o da ne? Kaşıklar uzun geldiğinden, bir türlü döküp saçmadan götüremiyorlar ağızlarına. En sonunda bakmışlar beceremiyorlar, öylece aç kalkmışlar sofradan.

Bunun üzerine “Şimdi…” demiş ermiş. “Sevgiyi, gerçekten bilenleri, çağıralım yemeğe.” Yüzleri aydınlık, gözleri sevgi ile gülümseyen ışıklı insanlar, gelmiş oturmuş sofraya bu defa. “Buyurun” deyince, her biri uzun boylu kaşığını çorbaya daldırıp, karşısındaki kardeşine uzatarak içmişler çorbalarını. Böylece her biri, diğerini doyurmuş ve şükrederek, kalkmışlar sofradan.

“İşte” demiş ermiş; “Kim ki hayat sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse, o aç kalacaktır. Ve kim kardeşini düşünür de doyurursa, o da kardeşi tarafından doyurulacaktır şüphesiz.

Şemsettin ÖZKAN

02.10.2020 KONYA

KAYNAKLAR

1-kuran.diyanet.gov.tr

2-kuranmeali.com

3-alibabahikayeleri.com

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir