(Toplumsal İlişkiler 1702)
ثُمَّ رَدَدْنَاهُ اَسْفَلَ سَافِلٖينَ
“Fakat insan, vahiyden uzaklaşarak kendi asli/olumlu kişiliğini saptırıp yozlaştırınca, geçerli kıldığımız kanunlar gereğince onu varlık mertebelerinin en dibine yuvarlayarak aşağıların aşağısına çeviririz. Kur’an’dan yüz çevirerek şeytanın boyunduruğu altına giren insan, vahşî hayvanlardan daha da canavarlaşır. İşte, Allah’ın yol göstericiliğinden yüz çeviren insanoğlu, bu derece alçalır.” (Tin/5)
Zamanın her türden acının önüne geçeceğini söylerler. Lakin vicdan azabına bir çare olacağına ihtimal vermiyorum. Vicdansızların, kalpsizlerin ve adil olmayanların bu dünya için, üretecekleri bir katma değer asla olamaz. Çekeceğimiz var onlardan.
Turgut Uyar’ın; “insan denilen varlıktan korkarım ben. Özellikle kalbi, vicdanı ve adaleti olmayan türlerden” derken, anlatmak istediği de budur zaten.
Hayatında hiç aşık olmamış insan, sıkıntılıdır. Vicdanı olmayan insan, problemlidir. Adil davranamayanlar, insanlıktan nasibini alamamış demektir.
Vicdan; kişiyi kendi davranışlarıyla ilgili olarak bir yargıda bulunmaya yönelten, kişinin kendi ahlak değerleri üzerinde dolaysız ve kendiliğinden yargılama yapmasını sağlayan, kişiye doğruyu ve iyiyi yapma yükümlülüğünü de yükleyen içsel güce denir.
Neml suresi 14. ayeti vicdansızlarla ilgili şu tesbiti yapar:
“Vicdanları (nefislerindeki fıtri duyguları da, elçinin davetini haklı bularak) tam kanaat getirip (kabul ettiği) halde, zulüm ve büyüklenme dolayısıyla bunları (Hz. Musa’nın çağrısını) inkâr ettiler. Artık Sen, bozguncuların nasıl bir sona uğratıldıklarına bir bak (ve insanlara bildir).”
Vicdansızlığın sonu zulümdür. Hem kendine hem de topluma yansıyan bir yanı vardır. Önyargılara ve tabulara yaslanan bağnazlıkla asla insan o iyiyi, doğruyu bulma yükümlülüğünü yükleyen içsel gücüne yani vicdanına kulak verilemez. Bu yüzden bu vicdansızlardan korkulur.
Adil davranamayanlar, zaten toplumdaki düzeni bozmakla kalmaz, insanı bireysel anlamda da, içsel çatışmaların eşiğine getirip, kaosa sürüklerler.
Ya kalpsiz, yüreksiz olanlara ne demeli? Aşık olamamış, sevgiyi tadamamış insanlara ne demeli? İsterseniz bunu da henüz basılmamış tarihi romanımızdan bir alıntıyla noktalayalım:
ALLAH SADECE KALBİ VERİR, İÇİNİ SEN DOLDURURSUN.
Şems-i Tebrizi’ nin Mevlana üzerindeki etkisi her geçen gün arttıkça, halk nezdinde de kıskançlıklar, fesatlıklar ve fitne ateşi, iyice alevlenip, Konya’yı yangın yerine çeviriyordu. Şems, bütün bunlara aldırmıyor, nur ateşiyle Mevlana’yı pişirirken, o keskin dilinin ateşinde de, doğrusu halkı şişiriyordu.
Bir gün Hz. Şems’i, Konya’da bir meclise davet ettiler. Amaç oraya bir meczup getirip, herkesin içinde Şems hazretlerini, perişan etmekti. Plan kurulmuştu. Meclisin bir köşesine minder atmışlar, Konya’nın eşrafından kalburüstü adamları, medreselerin ünlü hocalarını ve birkaç tane de sofilerden adam, yerlerini almışlardı. Her biri geçmiş bir âlimin sözlerini nakillerini anlatıyorlar veya bir velinin kerametlerini sayıp döküyorlardı. Konuşmalarda hiçbir derinlik yoktu. Doğrusu çok yavandı. Hoş beş edildikten sonra, daha önce kurgulandığı gibi, bir meczup ayağa kalkıp, yüksek bir ses tonuyla, Şems hazretlerine;
“-Pirim duyduğuma göre, sen çook agıllı, ileri görüşlü, sırlara aşina bir adammıssın. Bi maruzatım var, tek sermayem olan işşeğimi kaybedivirdim. Sööle, bu benim işşek şinci Gonya’nın niresinde yaav? Buluvırırayım gari.
Hz. Şems;
“-Anlaşıldı, sen otur bakalım, biraz sonra senin eşeği bulacağım.” Dedi ve orada bulunanlara seslendi:
“-Şimdi söyleyin bakalım bana, içinizde aşkın ne olduğunu bilmeyen veyahut daha önceden aşkı, herhangi bir şekilde, tatmamış olanınız var mı?”
Orada bulunanlar bu soruya şaşırmışlardı. Öylece aval aval bakıyorlardı. Kimisi de kafasını önüne eğmiş, derin bir düşünceye dalmıştı. Mecliste adeta derin bir sükût oldu. Daha sonra biri, cesaret gösterip, konuşmaya başladı:
“-Evet, doğru aşkın ne olduğunu hakikaten bilmiyorum. Böyle bir duyguyu da, hiç tatmadım. Birinden hoşlanmak, nasıl olur onu da bilmiyorum.” Deyince, iki kişi daha ayağa fırlayıp aynı şekilde cevaplar verdiler.
Şems hazretleri, kayıp eşeğinin yerini öğrenmek isteyen meczuba dönerek;
“-Bak sen bir tane eşek kaybettim demiştin, ben sana üç tane buldum.” Dedi.
Sonra da oradaki topluluğa seslendi:
“-Bu zavallıyı kurgulayıp üzerime göndermeye utanmıyor musunuz? Geldiğimden beri, şunun sözü böyle, bunun sözü öyle deyip, zamanı harcayıp duruyorsunuz. Ne zaman gönlüm Rabbimden rivayet etti diyeceksiniz? Hani nerde sizin sözleriniz, nerede eserleriniz? Bu şeyhlerin birçoğu Muhammed (s.a.v)’in dininin yol kesicileridir. Bütün fareler gibi bu dinin evini yıkmaya çalışırlar. Nefislerin sağ elinde tesbih ve Kur’an vardır ama diğerinde de hançer ve kılıç gizlidir.
Kulağıma gelen sözlerden anladığım, orada burada aleyhime konuşuyor, aslı astarı olmayan laflar ediyormuşsunuz. Şems mezhepsizin biri diyormuşsunuz. Haklısınız. Her bir mezhebi okudum. Hiçbir mezhebe bağlanmadım. Hepsine eşit mesafedeyim. Her bir çiçeği kokladım ama hiçbirine yaprak olmadım. Meşk adamıyım ancak meşrepsizim. Okuyorum ama kitap kölesi değilim. Konuşurum ama yazmam. Satırdan değil, ama sadırdan okurum. Beni geldiğimden beri bir dilenci sandınız. Siz öyle sana durun. Ama sizden verseniz dahi, zırnık almam. Paranızda pulunuzda sizin olsun. Ben ücretimi sadece Allah’tan isterim.
Oradan buradan nakillere, siyasete kızdığım kadar hiçbir şeye kızdığımı hatırlamıyorum. Gençlik yıllarımda Alamut kalesindeki Sabbahiler, Melamiler ve sarayların uşakları hepsi beni kendi siyasetlerine kul köle yapmak istedi. Ancak boşuna kürek çektiler. Ben özgür yürekli bir adamım. Ben gerçek özgürlüğü Allah’a tam kul olmakta buldum. Onun elçisine de tabi olmakla hayata tutundum. Siyasetlerine alet olmadığım için, Sabbahiler ardımdan suikastçı göndermekle tehdit ettiler. Hala arkamdan gönderdiklerini hissetmiyorum desem yalan olur. Moğolların siyasetinden de, işgallerinden de iğreniyorum. Her yeri talan edip yıkıyor, öldürüyorlar, zulümler yapıyorlar. Allah asla zalimleri sevmez. Allah’ın sevmediğini ben de sevmem. Bunlara yardakçılık eden siyasetçileri de emirleri de sevmem. Paraya pula tapanları, kadına makama kul olanlardan iğrenirim.
Meczup saf saf ortaya atıldı ve sordu:
“-Gafam orda dakılı, aşk ni dimek o zaman gari?”
Hz. Şems;
“-Her şeyi senin için var ettim diyen Rabbine, her şeyi senin için terk ettim diyebilmektir aşk.” Dedi içini çekerek.
Meczup;
“-Og zaman sen ne din ne isten yaav?” deyince, Hz. Şems;
“-Şeriat zahirdedir. Onu âlemde yaymak gerekir. Benim sizden istediğim, içinizdeki coşkunluğu, derin duyguları dışarı atmanız, açığa vurmanızdır. Kim sarhoş, kim ayık açığa çıksın. Allah sadece kalbi verir. İçini sen doldurursun. Gerçek Allah adamı, kapısından geçen köpeğe bile, cevap vermekte saygı gösterir.
Mevlana Celaleddin beni gördüğünde; ‘Senin avucunda ağaçlar, bağlar, bahçeler görüyorum. Cana can katan derya gibi geniş, berrak su görüyorum. Öyle ağaçlar var ki, kökleri çok derinde demiyorum, ama dalları Sidretül Münteha’yı geçmiş, gölgeleri, yeşillikleri pek hoş. Bunu onlar göremiyorlar.’ Derdi. Aşkta bir sır ve neşe var ki, onu ancak şehvet düşkünü olanlar arar. Öyle âşıklar da vardır ki, sır ile çok uğraşmazlar. Allah buyuruyor ki;
“-Eğer halk benim böyle olduğumu bilselerdi, her taraftan bana yönelir, beni konuşur, beni dinler ve benden hoşlanırlardı.”
Bu gönül karanlığı karanlıkların en beteridir. Sabahtan beri beni böyle konuşturan, acı acı konuşturan bu fitne fesat kazanlarınızın fokur fokur kaynamasıdır. Hani şair demiş ya;
“-O tatlı dudaklarınla beni yüzsüz eden sensin.” Beni de yüzsüz eden şu sizin tatlı dudaklarınızdan çıkan kıskançlık, hasetlik yayan soğan ve sarımsaklarınızın kokularıdır.
Ben sizin hilelerinizden, desiselerinizden endişe etmiyorum. Bana hangi tuzakları, gizli planları yaparsanız yapın bana vız gelir vız gider. Çünkü birileri bana, sana, ona tuzak kuruyorsa bilin ki, Allah da onlara tuzak kuruyordur. Çukur kazanlar, o çukura kendileri düşer. Bu sistem, karşılıklar esasına göre işler. Ne bir zerre iyilik karşılıksız kalır, ne de bir zerre kötülük. Onun bilgisi dışında yaprak bile kıpırdamaz. Siz sadece buna inanın yeter. Kimse kendini bir şey zannetmesin. Nihayetinde hepimiz bir damla sudan yaratılmış varlıklarız. En büyük Allah’tır başka büyük yoktur.
Ben ta buralara sizin için gelmedim. Sadece Mevlana için onca yolları aştım geldim. Onun uğrunda sadece zamanımı, malımı, mülkümü değil, canımı bile veririm. Ama ben, sizin için aynı şeyleri söyleyemem. O kadar siz, nazenin bir şey değilsiniz ki.
Şemsettin ÖZKAN
22.02.2025 GÜZELYALI
KAYNAKLAR
1-kuran.diyanet.gov.tr
2-kuranmeali.com
3-pixabay.com
4-Şemsettin ÖZKAN, ŞEMSABAD (Kitab-ü usul-i’l Aşk) adlı henüz basılmamış tarihi romanımdan alıntı