(Toplumsal İlişkiler 1690)
يَكَادُ الْبَرْقُ يَخْطَفُ اَبْصَارَهُمْ كُلَّمَٓا اَضَٓاءَ لَهُمْ مَشَوْا فٖيهِۙ وَاِذَٓا اَظْلَمَ عَلَيْهِمْ قَامُوا وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَذَهَبَ بِسَمْعِهِمْ وَاَبْصَارِهِمْ اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَدٖيرٌ
“Şimşek neredeyse gözlerini kör edecek; önlerini her aydınlattığında, onun ışığında yürürler; üzerlerine karanlık çökünce de, oldukları yerde çakılıp kalırlar! Allah dileseydi, öteki azgın münâfıklara yaptığı gibi, bunların da işitme ve görme yeteneklerini tamamen yok edebilirdi. Öyleyse, henüz fırsat varken gaflet uykusundan uyansınlar; akıllarını ve gönüllerini Kur’an nuruyla aydınlatıp apaçık gerçeğe iman etsinler! Zulüm ve haksızlıktan vazgeçmedikleri takdirde, Allah kalplerini öyle bir karartır ki, bir daha iman etme fırsatı bulamazlar.Öyle ya, Allah’ın her şeye gücü yeter.Bu tip münâfık, bilgisizlik ve inkârcılık karanlığında bocalarken İslâm dâvetiyle yüz yüze geliyor: İnsanlara adâleti ve mutluluğu sunan bu din, aynı zamanda bir çok tehlikelere göğüs germeyi de emretmekte, dahası, bu emre uymayanları ilâhî azapla tehdit etmektedir. Münâfık yolunu aydınlatan bu uyarılardan yararlanmak yerine, güya kendini korumak için bunları duymazlıktan görmezlikten gelir. Bu arada İslâm’ın sunduğu güzellikleri gördükçe, ona sempati ile bakmadan da kendini alamaz. Fakat doğruluğun ve adâletin egemen olması için mücâdele edip fedâkârlık göstermek gerekince, derhâl yüz çevirir.” (Bakara/20)
Dostoyevski’nin bir romanında; “hava gri ve soğuk, insanlar yoksul ve mutsuz” dediği ortam ne hikmetse hiç eksik olmuyor insanoğlunun hayatından. Grinin binbir çeşit tonuyla sınanıveriyor insan şu kısacık ömründe. Sonra nerede gerçek başlıyor, nerede fantazi bitiyor? Her şey birbirine karışıyor işte.
Hava puslu mu puslu. Bir o kadar da sinsi mi sinsi. Bu itici ve negatif hava, elbette insanı da mutsuz edecektir. Bu berbat ortam, bereketsiz olduğu için, insanı yoksul ve biçare kılacaktır şüphesiz.
“Ya tam açacaksın yüreğini, ya da hiç yeltenmeyeceksin. Grisi yoktur aşkın ya siyahı ya da beyazı seçeceksin” diyen Hz. Şemsi Tebriz-î “gri aşklar çağı” (age of gray love) dediğim şu zamanları görse acaba ne derdi?
Ya “Gülüş her şeyden önce içtenlik ister. Oysa insanlarda içtenlik nerede şimdi?” diye ta 1850’lerde soran Dostoyevski?
Öyle bir çağda yaşıyoruz ki, makyajlar, maskeler çok, jestler mimikler haddinden fazla… Gerçek diye bildiğimiz şeyler sahte ve senaryodan ibaret. Rol kesiliyor adeta, karmakarışık bir sosyal ilişkiler ağıyla… Şöyle bir bakarsanız çevrenize, hilekâr bakışlı ve riyakâr yüzlü ne kadar sahte tanıdık yüz vardır hemen anlarsınız, yapmacık kokan konuşmalarından, bakışından, hal ve hareketinden. Hatta “içtenlik oyunu” oynarlar bir de sizinle üstüne üstlük. Samimiyet yani içtenlik öyle bir dildir ki, yüreklerin konuştuğu bir lisandır o. Herkesin yüreği bu dili konuşmaya yetmez.
Samimiyet yani riyasız, gönülden içinden geldiği gibi davranmaya denir. Kişinin eylemleri, sözleri dolu doludur, kenarından kıyısından bir yapmacıklık bulamazsınız. Onun gözlerinden belki test edebilirsiniz. Samimiyet öyle sanıldığı gibi karşındakiyle istediğin gibi konuşmak demek değildir. Ona karşı özen göstermek demektir. Aslında sevgi ve saygının da yolu içtenlikten geçer.
İsmet Özel; “teslimiyet pazarlıksız, ihlas endişesiz ve samimiyet gösterişsizdir” derken, bize iki kişinin senli benli sıkı fıkı olmasının içtenliğin bir göstergesi olduğunun altını çizer.
Dikkat ederseniz grinin hiçbir tonuna yer yok aşkın kanatlarında yanan pervanelerde. Herşey bir yanıyla güzeldir lakin samimiyet büsbütün. Bu yüzden insan, gri tonlarda inanmayı, söylemeyi ve davranmayı mutlak bırakmalı. Bembeyaz olmalı.
Şemsettin ÖZKAN
10.02.2025 KONYA
KAYNAKLAR
1-kuran.diyanet.gov.tr
2-kuranmeali.com
3-pixabay.com
4-suskunduvar.com