( Mesnevi’den 11. Sohbetimiz )
“Hekim dedi ki: ‘Ey padişah, sarayı akrabayı da yabancıyı da uzaklaştırmak suretiyle, tahliye ettir. Kimse koridorlarda bulunup dinlemesin ki, bu cariyeye, bazı şeyler soracağım.’ Saray boşaltıldı. İçinde, hekim ile o hastadan başka, kimse kalmadı. Hekim hastaya yavaş yavaş ve nezaketle ‘nerelisin?’ diye sordu ve ‘her memleket ahalisinin ilacı başkadır, o memlekette akrabandan kimler var? Kime yakınsınız? Neye bağlısın?’ dedi. Elini cariyenin nabzına koyup, birer birer dünyada çektiği eziyet ve meşakkatleri sordu. Bir adamın ayağına diken batınca, ayağını dizinin üstüne kor, iğne ucu ile diken başını arar durur. Bulamazsa orasını, dudağı ile ıslatır. Ayağa batan dikeni bulmak bu derece zor olursa, yüreğe batan diken kolay mı bulunur? Cevabını sen ver! Gönül dikenini her bir insan görebilseydi, diken acıları, insanlara bu kadar acı verebilir miydi? Bir kişi eşeğin kuyruğunun altına bir diken kor da, eşek onu çıkarmasını bilmez, boyuna çifte atar durur. Sıçradıkça da diken daha fazla batar. Dikeni çıkarmak için akıllı bir adam lazımdır. O dikeni çıkaran hekim, tam bir üstattı. İşin ehliydi. Elini hastanın her yerinde gezdirip, muayene ediyordu. Hastadan hikâye yoluyla, dostlarının halini soruyordu. Cariye de, bütün sırlarını hekime açıkça söylemekte, kendi memleketinden, efendilerinden, şehrinden ve şehrinin dışından bahsediyordu. Hekim bir yandan onun anlatmasına kulak verirken, bir yandan da, nabzına ve nabzının atmasına dikkat ediyordu. ‘Nabzı kimin adı anılınca atarsa, dünyada gönlünün istediği de odur,’ diye düşünüyordu. Memleketindeki dostlarını saydı döktü. Ondan sonra diğer bir memleketi andı. Hekim ‘memleketinden çıkınca en evvel hangi memlekette bulundun?’ dedi. Cariye bir şehrin adını söyledi ve geçti. Yüzünün rengi ile nabzının hareketi değişmedi. Efendilerini ve şehirlerini, birer birer saydı. O yerleri, yurtları, oralarda geçirdiği zamanları, tuz ekmek yediği kişileri tekrar tekrar söyledi. Şehir şehir, ev ev, saydı döktü ama ne nabzı hızlandı ne de yüzü sarardı, ta ki hekim tatlı bir gülümseme ile Semerkantlı birinden soruncaya kadar, nabzı doğal halindeydi. Fakat Semerkant’tan sorunca, nabzının hareketinde hızlanma oldu, yüzü kızarıp sararmaya başladı. Çünkü o, Semerkantlı bir kuyumcudan ayrılmıştı. Hekim böylece hastanın bu sırrını anlayınca, onun derdinin aslını ve sebebini de bulmuş oldu. Hekim ‘onun semti hangi mahallededir?’ diye sordu. Cariye; ‘köprübaşında Gatfer mahallesindedir,’ dedi. Hekim cariyeye; ‘hastalığının ne olduğunu anladım. Seni çarçabuk bu hastalıktan kurtarmak için, sana yardım edip çalışacağım. Sevin, düşünmekten vazgeç. Muradına ereceğine emin ol. Sana yağmurun, çimenlere yaptığını yapacağım, yani sana adeta yeniden hayat sunacağım. Ben senin gamını çekmekteyim, sen üzülme! Benim sana olan şefkatim, bir babanın evladına olan şefkatinden, yüz kat daha fazladır. Padişah senden bu sırrı, sıkı sıkı sorup soruştursa da, sakın bunu kimselere söyleme, sırların gönülde gizli kalırsa, o muradın çabucak hâsıl olur.’ Hazreti Peygamber (s.a.v) buyurmuştur ki; “Her kim sırrını gizlerse, muradına çabuk erer.” Tohum toprak içinde gizlenince onun gizlenmesi, bahçenin yeşillenmesi ile neticelenir. Altın ve gümüş gizli bulunmasalardı, maden içinde nasıl arıtılmış, arı ve duru hale getirilmiş olurlardı?’ dedi. Hekimin vaatleri, hastayı korkudan kurtardı. Ondan sonra hekim kalkıp, padişahın huzuruna gitti. Padişahı bu meseleden birazcık haberdar etti ve dedi ki; ‘ Çare şundan ibaret, bu dertten iyileşmesi için, o adamı getirtmemiz gerekir. Altın ve şık elbiseler göndererek kuyumcuyu avutup, o uzak kentten buraya çağır.’ Padişah hekimden bu sözü duyunca, nasihatini, canı gönülden kabul etti. O tarafa ehliyetli, kifayetli ve adil bir iki kişiyi, elçi olarak gönderdi.” (144-185.Beyitler)
SEMBOLLER
Padişah> Ruh,
Tabib-i ilahi ya da hekim>Kamil-i mürşit, gerçek hoca.
Hasta (cariye) > nefis
Kuyumcu> Dünyanın geçici servet ve altınları ———————————————————————————–
Mürşid-i kâmil olan hekim, ruha: “Kalbinin derinliklerinde ve zihninde peyda olan düşünceleri ve vesveseleri çıkar. Şimdiye kadar bu gibi takıntılı düşünceler, evhamlar sana bir iyilik ve güzellik sunabildiler mi? Sunamadılar. Artık tedbiri bana bırak. Ben Allah-u Teala’nın izniyle senin hastalığını ve de çaresini arayayım” diyor.
Hekim ruha şunu anlatıyor: “ İlk olarak işe, kalbin mahrem olan derinliklerini, düşünce ve vesveselerden boşaltmakla başlıyorum. Bunun yanı sıra senin şimdiye kadar hoca ve doktor zannettiğin ve güvendiğin o sahtekârların benim yaptığım ve yapacaklarıma değil karışmalarını, öğrenip anlamalarını bile istemiyorum. Çünkü benim nefse hastaya olan sorularımın hakikatlerini ne sen, ne de dışarıda yol gösterici kıyafetinde gezen adamlar idrak edemezler. Anlamayınca da güveniniz olmaz. İşime karışmanız ise benim tedavimin boşa gitmesine sebep olur. Daha iyi yapmak hayaliyle işi daha da kötüleştirmiş olursunuz.
Bu beyitte şöyle bir işaret olabilir: “Bir işin ehli olan birine bir iş ve vazife verilince o işe artık müdahale edilmemesi gerekir. Alınacak tedbirler o akıllı, gidişatı doğru, dürüst adama bırakılsın. Ancak böylece o işten fayda ve beklenen şeyler elde edilebilsin.
Ruh bu teklifi uygun gördü. İstediği gibi nefsi sorgulamak ve iyileştirmek için hekime izin verdi. Kendi tedbirlerinden tamamen vazgeçerek beklemeye çekildi. Soğuk iklimde, sıcak iklimde, yumuşak huylu, sert mizaçlı gibi farklı durum ve özelliklerde verilecek ilaç ve nasihatte farklı ve çeşit çeşittir. Bunların seçimi hünerli uzman doktorun akıl sahibi insanın becerikliliğine ve işe hâkim oluşuna bağlıdır.
Zeki olan bir terapist, gerçeği ortaya çıkarmak için, karşısındaki hastanın geçmişini, meylettiklerini, sevdiği şeyleri, nefret ettiklerini, güzelce sorar. Böylece gizli ve doğrudan doğruya sorulduğunda veya can sıkıcı bir şekilde ısrarla sorulduğunda, söylenmeyecek sırlar ve gerçekler de ortaya çıkar.
O kâmil insan olan hekim, nefse sordu: “Bu dünyada en çok hangi dertleri ve sıkıntıları çektin?” Bu duygu durumla ilgili sorunun gayesi cariyenin ruhunun derinliklerindeki hastalığı keşfetmekti. Dikkat buyurun, dünyanın dertlerini soruyor, zevk ve mutluluklarını sormuyor. Çünkü insan için zevk ve mutluluklar sınırlıdır, vefasızdır. Özellikle çaresiz insan dünyada gördüğü zevk ve mutluluğu aklında tutmaz. Zevk ve sevinçler kolay unutulur. Lakin feleğin çemberinden geçenler onun dertlerinin çokluğu ve bıraktığı tesirleri kolay kolay unutamıyor. İnsan psikolojisinin temel karakteristiğidir, insan kendi derdini, çektiği acıları her zaman başkalarına söylemeye ve dillendirmeye yatkındır. Türkü ve şarkılarımız bunun örnekleriyle doludur. Dertli sanır ki herkes onu dinleyince, hemen dertlenecek, onunla birlikte üzülecektir.
Hekim uzman operatör olmasına rağmen, neden onu bunu sorup duruyor diye akıllara bir soru gelebilir. Bir diken bile batsa, onu kolayca çıkarabiliyor muyuz? Hayır. O halde gözle görülen somut bir dikeni bile çıkarmak için; iğne, dudakla ıslatma gibi eylemlere girişirken, gerçekten müşkül bir durum olan, soyut “gönle diken batması” hastalığından ötürü, rahatsız olanın, sorununu nasıl çözeceğiz?
Gönül hastalıklarındaki patolojik durumları, herkes görebilse ve her pişmemiş, çiğ adam bile anlayacak olsaydı, o hastalıkların çareleri kolayca bulunur, böyle bir hastalık insanlığın sorunu olmaktan çıkardı. Tıp doktorluğunda bile asıl mesele hastalığa doğru teşhis koyup, onu hakkıyla anlamaktır. Sonra da ilacı bulmaktır. Ancak esas sorun, gönül hastalığının çok gizli olmasında yatıyor. Hastalığın kökeninde, bir düşünce veya bir takıntı mı var? Gönül hastası gerçekleri gizliyor mu, yoksa doktoru da avutuyor mu?
Gönül hastalıklarını tedavi etmek maharet ister, beceri ister. Bu işe vakıf olmayanların hali, tedavi yapacağım derken, tıpkı eşeğin kuyruğunun altına diken koyup, eşek zıpladıkça, daha çok diken batmasından ötürü, sağa sola zarar verip, çifte attığı gibi, hastayı daha da perişan etmeye benzer. Bu işe, yol yordam bilmeden kalkışanlar, aceleci davranıp, ellerine yüzlerine bulaştırırlar. İşten anlamadıkları gibi, işin uzmanına da danışmazlar. Zayıf akıllı olduklarından, eşek gibi çifte atarak, elem keder ve karamsarlıklar üretirler. Kendileri de bu vesvese ve obsesyonları (takıntıları) içinde, debelenip dururlar. Kâmil bir mürşide başvurmaktan başka bir çıkış yolları da bulunmamaktadır.
Tabip, nefise “hangi şehir ve kasabalarda bulundun” derken, dünyanın hangi arzu ve heveslerine meylettin? Neler seni oyaladı? Küçük heveslerde değişiklik göstermeyen cariyenin nabzı, hekimin Semerkant ismini anmasıyla, hızlanmaya başladı. Hekim, cariyenin Semerkantlı bir kuyumcuya âşık olduğunu, öğrendi. Ancak cariyenin deliler gibi kuyumcuya olan bu aşkı, gerçekte zaman içerisinde kuyumcu gibi değişecek, kirli bir hal alacaktı.
Şemsettin ÖZKAN 15.12.2019 KONYA
KAYNAKLAR
1-Mevlana, Mesnevi,(Türkçesi Tahirü’l Mevlevi), İst. 2006, Kırkambar kitaplığı
2-Mevlana Celaleddin Rumi,Mesnevi-Tam Metin-Ankara, Panama yay.
3-www.mevlanavakfi.com
Hz. Mevlana’nın 17 Aralık Şebi Arus günü 746. vuslat yıl dönümünün anısına armağan olsun.