GÖNÜL GÖZÜYLE GÖREN HİÇBİR İNSANI KANDIRAMAZSINIZ SİZİ AÇIK BİR KİTAP GİBİ OKUR

(Toplumsal İlişkiler 1303)

قَدْ جَٓاءَكُمْ بَصَٓائِرُ مِنْ رَبِّكُمْۚ فَمَنْ اَبْصَرَ فَلِنَفْسِهٖۚ وَمَنْ عَمِيَ فَعَلَيْهَاؕ وَمَٓا اَنَا۬ عَلَيْكُمْ بِحَفٖيظٍ
(Ey insanlar) Size Rabbinizden basiretler (sizi aydınlatacak, gerçeklerden haberdar eyleyecek deliller, Kur’an ayetleri) gelmiştir, artık kim (kalp gözüyle bakar da gerçekleri) görürse kendi yararınadır, (selamet yolunu bulur) Kim de (kalp gözünü yumar da, o apaçık delilleri) görmezlikten gelirse, kendi zararınadır! (sapıklık bataklığında çırpınıp durur) Ben sizin üzerinizde bir bekçi (zorla imana getirici) değilim.” (Enam/104)

              Hz. Mevlana; “gönül gözüyle gören hiçbir insanı kandıramazsınız sizi açık bir kitap gibi okur” derken hâl ehli olmakla mümkün olacağını fısıldar bize aslında. Gönül gözü açık olmak demek, basiret sahibi olmakla aynı şeydir.

             Gönül gözü, maneviyat gözü anlamında kullanılır. Yani insanın maddi alemden başka, manevi alemlere nüfuz edebilmesidir. Bu, hem bir ihsan-ı ilahi hem de insanın gayret ve çalışmasına bağlı olan bir mertebedir. Dolayısıyla kalp gözü açık olan insanlar, normal insanların görmediği bir çok şeyi görürler ve işitirler. Örneğin; kimin imanlı, kimin imansız öldüğünü, kalp gözü açık olanlar anlayabilirler.

             “Dünya gözü ile bakan yüzü, gönül gözü ile bakan özü görür” der, Hz. Mevlana.  Yani kalp gözüyle bakanlar esas meseleye nüfuz edenlerdir. Adamın ta içini okurlar.

            Ya “kalp gözü kör olduktan sonra gözlerin görmesine gerek yoktur” buyuran, Hz. Ali efendimizin sözü, size bir fikir vermiyor mu gönül gözü hakkında? Gözlerin kartal bakışı gibi kuvvetli olsa lakin gönül gözün, basiretin kapalıysa neye yarar ki o fıldır fıldır dönen gözlerin?

           Servet Saygınoğlu; “gözlerin kalp aynası olduğunu görür kalp gözü açık olanlar” derken, basiret sahibi olanların, insanı gözlerine bakarak kalplerini okuduklarını söyler. Konumuzu kalp gözü açık bir Peygamber soyundan gelen bir velinin hikayesiyle bitirelim:  

           Seyyid Nizâm Efendi ile beraber hacca giden bir zât şöyle naklediyor: “Seyyid Nizâm ile hacca gitmek üzere yola çıktık. Beytullah’a ulaşmamıza on günlük yol varken bana; “Oğlum aç gözünü temâşâ kıl. Hak teâlâ Beytullah’ı bize istikbâle (karşılamaya) göndermiş. Meğer hacılar içinde ne makbûl kullar varmış” buyurdu. Gökyüzüne nazar ettim. Olanları gördüm. Biz yer üzerinde yürürken Beytullah da gökyüzünde yürüyordu.” Medîne-i Münevvere’de Resûlullah Efendimiz’in yaşadığı mübarek yerlere vardık. Konaklamak için çadırlarımızı kurduk. Seyyid Nizâm hazretleri abdest alıp kabr-i saâdete giderken, ben de gizlice arkasına düştüm. Hazret, Hücrei seâdetin kapısına yapışıp inleyerek feryâd ediyor ve “Ey Ceddim! Huzurunuza girmek ve bizzat Kabr-i Seâdet’e yüzümü sürmek istiyorum” diyordu. O sırada kabr-i seâdetten; “Teâle ileyye yâ büneyye (Bana gel ey oğlum)” diye bir hitap geldi. Hücre-i Saadet’in kapısının kilidi açıldı. İki Cihan Serveri Peygamber Efendimiz’in mezarından yani Kabr-i Seâdet’ten etrafa nur saçıldı. Hadiseleri görünce aklım başımdan gitti, bayılmışım.

Şemsettin ÖZKAN

20.01.2024 GÜZELYALI

KAYNAKLAR

1-kuran.diyanet.gov.tr

2-kuranmeali.com

3-pixabay.com

4-sorularlaislamiyet.com

5-takvim.com.tr

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir