EY ACIYI TATLI KILAN KENDİMİZDEN GEÇİR HELE

(Toplumsal İlişkiler 285)


وَاتْلُ مَٓا اُو۫حِيَ اِلَيْكَ مِنْ كِتَابِ رَبِّكَۚ لَا مُبَدِّلَ لِكَلِمَاتِه۪ وَلَنْ تَجِدَ مِنْ دُونِه۪ مُلْتَحَداً
Rabb’inin kitabından sana vahyedilen şu eşsiz ayetleri oku! Şuna emîn ol ki; O’nun sözlerini değiştirebilecek hiçbir güç yoktur! Öyleyse, sakın Kur’an’la irtibatını koparma; aksi hâlde, dünya ve âhirette felâketlere uğrarsın da, O’ndan başka sığınacak kimse bulamazsın!” (Kehf/27)

Acılı arabeskli günleri unutacağımızı sanmıyorum. O günler bir başkaydı. İnsanlar adeta acıların içinden yeniden doğarlardı. Köyden şehire göç eden orta ve yaşlı , şehre uyum sağlamakta zorluk yaşarlardı. Genç nüfus ise şehre çoktan adaptasyon sağlamış olsalar da fakirliğin, fukaralığın ve garip gurabalığın gölgesi üzerlerine çöktüğünden onlar da ana babalarının yaşadığı kaderi paylaşıyorlardı.

Nereden bakarsanız bakın yaşam zordu. Cepler boştu. Bu yüzden şehre insanlar para kazanmak için habire göçüyordu. Sadece fakirlikten değil, aynı zamanda insanlar terörün de kıskacındaydı. Bu gibi sebeplerden kentler tüm cazibesiyle insanların önünde duruyordu. Anlayacağınız kentler acının içinde yeni umudun adresiydi. Ancak kentin kokusu sonra çıkacaktı.

Aslında şehirler insanda kent soyluluk bilincini geliştirme işlevine sahipti. Şehir kültürlenme demekti. Şehir medeniyet demekti. Hz. Peygamber efendimiz Mekke’den Medine’ye hicret etmeden önce Medine’nin adı Yesrib idi. Medeniyetten gelen Medine adını Peygamberimiz oraya gelince aldı. Hal böyleyken modern zamanlarda şehirlerimiz neden neden bu durumlara düştü?

Doğrusu maddi yönden şehirlerimiz gelişirken, insani ilişkiler bakımından geriledi. En önemlisi şehirler ruhunu kaybetti. Yeryüzünden ruh çekildi sanki. Ruhsuz kentler.

Şehirleri imar ettik, geliştirdik ama sosyalleşmede sınıfta kaldık. Sosyal etkinliklerden bahsetmiyorum. Çok etkinlik yapıyoruz ama içlerini boşaltmışız. Değerler eğitimi değil yaptığımız, değerler öğretimi yapıyoruz. Rahmetli Doğan Cüceloğlu’nun tabiriyle; “değerler eğitimi değil, ne derler eğitimi.”

Yıllar önce verdiği bir konferansında elindeki ekmeğe kim basarsa 100dolar vereceğini söyler. Salondan çıt çıkmaz. 500 dolara çıkarır yine salondan ses gelmez. 1000 dolar vereceğim deyince salondan orta yaşlı biri ayağa kalkarak;

– Hocam der, 1000 dolar değil, 10000 dolar versen yine Allah’ın nimeti olan o ekmeğe basmayız, der. Bunu duyan hoca;

– İşte değerler eğitimi bu der.

Bu insanlar acıların içinde büyüdü ve değerler eğitimini uygulamalı gösterdiler. Acıları tatlıya dönüştürdüler. Sevgiyi saygıyı maddenin önüne geçirdiler. Hoca şimdi bu örneği şimdilerde yapsa biri dolarları alma pahasına ekmeğe basma eylemini gerçekleştirir mi? Gerçekleştiremez diyemem.

Aslında tam sorunumuz insani özelliklerimizi ya kaybettik, ya tam kullanamıyoruz, ya da insanı insan yapan temel değerleri olmazsa olmazımızdan çıkarttık. Divan-ı Kebir’de Hz. Mevlana; “Ey acıyı tatlı kılan! Kendimizden geçir hele,” derken bizlere acıları tatlıya dönüştüren Rabbimize niyaz makamında, şükür mahiyetinde bir teşekkür mü sunuyor acaba? Yoksa sevgiliye bir güzel minnet duyma sözcüğü mü?

Ne olursa olsun en güzel şekilde, kent soyluluk bilinciyle, medeni, uygar olmanın verdiği bir halet-i ruhiyeyi seziyorum. Gelişmişlik de bu değil midir? Sözün en güzelini söylemek, yaptığının en iyisini yapmak, adap, erkan, üslubunu düzenlemek. Güzel sanatların tüm dallarına; edebiyata, musikiye, resme, mimariye vb. şeylere hayatında yer açmak, şehirli olmak da bu değil midir?

Şemsettin ÖZKAN

14.03.2021 KONYA

KAYNAKLAR

1-kuran.diyanet.gov.tr

2-kuranmeali.com

EY ACIYI TATLI KILAN KENDİMİZDEN GEÇİR HELE” için 1 yorum

  1. Şehir şehir diyen herkes koştu geldi şehirlere, bilemediler aslında ” taş yerinde ağırdır” sözünün hikmetini. Sonra da başladılar sızlanıp şikayetlere.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir