(Toplumsal İlişkiler 407)
“Hani Eyüp de o (sıkıntı) vaktinde Rabbine: “Şüphesiz bu dert (ve hastalık) beni sarıverdi. Sen merhametlilerin en merhametlisisin” diye yalvarıp nida etmişti.” (Enbiya/83)
“Böylece Biz de onun duasına icabet ettik. Kendisinden o derdi giderdik; ona katımızdan bir rahmet (bahşettik) ve ibadet (istikamet ve teslimiyet) ehli için de bir zikir (öğüt ve ibret) olmak üzere, (ona hem eski servetini ve) ailesini ve onlarla beraber, benzer nimetlerimizi daha verdik.” (Enbiya/84)
Hz. Mevlana; “dert insanı yokluğa götüren rahvan attır” der. Dertsiz kul olur mu? Derdin olacak ki, Rabbin de sana dermanını verecek.
Burada ilginç olan Hz. Pirin dertli olmayı rahvan ata benzetmesidir. Hem de yokluğa götüren bir halle anlatış tarzıdır. Peki bu rahvan atın özellikleri neymiş? Aziz Elbas, “Tarihin derinliklerinden Gelen Kader Ortaklığı” adlı yazısında şunları söylüyor:
Tarihi birçok kaynak Türklerin Orta Asya bozkırlarında sürüler halinde dolaşan vahşi atların Türkler tarafından ehlileştirildiğini ifade ederler. Türkler Atları can yoldaşları gibi görmüşler, en değerli varlıkları arasında zikretmişlerdir. Bir nevi at sevgisi Türkler sayesinde tüm dünyaya yayılmıştır denilebilinir. Birçok yabancı araştırmacı tarihçi (Avusturyalı Hoopers, Alman Portriatz, Macar Allfoldin) Türkler ve atlar konusunda yaptıkları araştırmalarda M.Ö 6000 yıllarında atların Türkler tarafından iç Asya bozkırlarında Altay Türkleri tarafından evcilleştirildiğini tezinde bulunmuşlardır.
Eski Türklerde at biniciliği hayati önem taşıdığından bu eğitim çocuk yaşlarda başlardı. Öyle ki 3 yaşından itibaren büyük koyunlar üzerine bindirilen erkek veya kız çocukları 8 yaşından itibaren at sırtında dolaşmaya 12 yaşından sonra ise biniciliğin her türlü hünerlerini öğrenmiş adeta atlarıyla bütünleşmiş birer süvari olarak yaşamın tüm zorlukları içerisinde kendilerini bulurlardı. Çocukluğumuzda elimize aldığımız sopalarla oynadığımız atçılık oyunu, ya da omuzlarımıza aldığımız çocuğumuzu atla gidermişçesine koşuşturmamız hep o derinliklerden bizlere intikal eden hasletler olsa gerek. Marcell adındaki yabancı bir tarihçi Hunlarla ilgili yazmış olduğu eserinde “Adeta At üzerinde yaşarlar, at üzerinde toplantı yaparlar, at üzerinde yerler, içerler, hatta at üzerinde boyunlarına sarılarak uyurlardı” diye anlatmıştır.
Türkler kendilerine çok yakın hissettiklerinden atlarına bir isim vermişlerdir. Bunun en önemli belgesi Orhun kitabelerinde anlatılan Göktürk Kağanı Kültegin’in atına ‘Azman’ ismini vermesidir. At, avrat ve silah üçlemesi Türkler arasında çokça kullanılan bir söylem olarak günümüze kadar gelmiştir.
Orta Asya bozkırlarında ehlileştirilen atların iki ayrı ırk oldukları ifade edilir. Birincisi Rahvan atları olarak bildiğimiz Türkmen Yomud atları veya Özbek Karabayır atlarının ataları, diğeri ise Eşkin atları olarak ifade edilen Ahal-Teke atlarıdır. Ehlileştirilen rahvan atlarının kendilerine has yürüyüşleri daha uzun mesafeye daha fazla yük taşımaları, sarsmadan taşıma yapabilmeleri hayatı kolaylaştıran birer unsur olarak vazgeçilmez yapmıştır.
Bu atları süratli dörtnala hızlı koşan atlarla melezleyerek farklı arazi koşullarında dahi dörtnala hız yapabilme gibi birçok meziyeti daha almaları sağlanmıştır. Türkler; atlarda olması gereken özelliklerin üç yerini deveye, üç yerini katıra, üç yerini sığıra, üç yerini de avrada (kadına) benzetmişlerdir.
DEVEYE benzemesi gereken yerler:
• Boyu deve boyu gibi uzun
• Kirpikleri deveninki gibi uzun
• Gözleri elma gibi iri olmalıymış,
KATIRA benzemesi gereken yerler:
• Kuyruğu kamçı gibi uzun
• Sinirleri sağlam
• Kulakları sivri olmalıymış (Kedi kulağı gibi kısa olmamalıymış),
SIĞIRA benzemesi geren yerler:
• 1-Bilekleri öküz bileği gibi kalın
• 2-Karnı yassı
• 3-Kuyruk yatağı geniş olmalıymış.
KADINA benzemesi gereken yerler:
• Boynundaki saçlar kadın saçı gibi yumuşak
• Yanacıkları ve sağrısı dolu
• Gerdanı kıvırcıklı olmalıymış.
Türkler atın kıl örtüsünün gösterdiği renge DON, alnındaki ak çizgiye akıtma, sakar veya nişane demişlerdir. Bacaklardaki renklere de nişane tabirini kullanmışlardır. Rahvan Atlarının özellikleri şu şekilde tarif edilmiştir: Başlar güzel alımlı ve cesur görünümlü, geniş alınlı, düz profilli, iri ve parlak gözlü, normal kaslı boyun, geniş ve derin göğüslü, kısa belli, yuvarlak sağrı, kuvvetli bacak ve eklemli, sağlam ve sert tırnaklıdır. Vücut iskeletleri rahvan yürüyüşüne oldukça elverişli, bilekler kısa ve esnek, diz eklemleri büyük, solunum ve kan dolaşım sistemleri gelişmiş üstün bir metabolizmaya sahiptirler. Farklı renklerde olan atlar rahvan yürüyüşleri sırasında dörtnala koşar gibi sürat yapabilirler. O kadar ki son sürat rahvan koşan atın ayakları dahi görülemez.
Türklerin Orta Asya’dan Anadolu’ya geçişleriyle birlikte oldukça meziyetli bu atları da beraberlerinde getirdiler. Anadolu’ya gelen bu atlar özgün ırk yapılarını koruyarak günümüze kadar gelebilmişlerdir. Osmanlılarda olduğu gibi Selçuklularda da sipahi (süvari) ordunun esasını teşkil ediyordu. Bundan dolayı ata verilen ehemmiyet fevkalade idi.
Anadolu’da özellikle at yetiştiriciliği yapılan bölgeler öne çıkarılmıştır. Bunlar; Kastamonu, Sinop, Gerede, Bolu, Kütahya, Eskişehir, Ereğli ve Aksaray gibi yörelerdi. Bunlardan Karaman yöresinde yetiştirilen atlar daha bir revaçta idi. XV. yüzyılda at ihracatı yasaklanarak bir nevi Türk atının dışarıya çıkışı engellenmiştir. Rahvan at yetiştiriciliği Osmanlı döneminde en önemli dönemlerinden birini geçirmiştir. Fütuhat emelleriyle hareket eden Osmanlı için uzun mesafeleri daha fazla yükle daha kısa zamanda gitme imkanı elde etmenin yanında süvari içinde rahat oluşu rahvan atlara karşı ayrı bir sempati duyulmasına sebep olmuştur.
Osmanlı Devletinde oldukça ileri seviyede idi. Orduda vazgeçilmez bir unsur olduğundan at yetiştiriciliği bizzat devlet eliyle desteklenmiştir. Henüz Avrupa’da haralar kurulmamışken, XV yüzyıldan itibaren çeşitli vilayetlerde ve bölgelerde Hayvanat Ocakları adı altında at yetiştiriciliği yapılmıştır. Bunun en iyi örneklerinden birisi de Karacabey Harası olsa gerek.
Eski Türk adetlerinde ölen savaşçının en sevdiği at veya atlarla birlikte silahları da beraberinde aynı yere gömülmekte idi. Bunun en iyi örneklerini Kazakistan ve Kırgızistan’daki Kurganlarda görmek mümkündür. Bu bize atlara verilen değerin ve ayrılmaz bir parça olarak görüldüğünün kanıtını sunar. Oğuz boylarında ölen kişinin atının kuyruğu yas tutma maksadıyla kesilirdi. Fatih Sultan Mehmed’in cenazesinde aynı gelenek görülmüştür. Ayrıca cenazelerde farklı bir gelenekte eğerleri ters takılmış cenaze sahibinin atları cenaze önünden yürütülmesidir. Şehzade Mustafa ve Bayezid’in cenazelerinde bu gelenek yaşatılmıştır. Kazakistan’da rahvan atlarıyla ilgili ‘ata rahvan binemeyene kız vermezler’ diye bir söz olduğundan bahis olunur. Nedeni ise Kazakistan’da yerleşim bölgeleri arasındaki mesafelerin uzak olmasından ötürü ata rahvan binemeyen birinin bu yolları aşamayıp telef olma kaygısı olarak izah edilir.
Rahvan biniciliğinin özellikleri şu şekilde sıralanmıştır:
1. Rahvan biniciliğin rahat olması, sarsmaması
2. Daha fazla yükü daha uzun mesafelere daha kısa zamanda taşıyabilmeleri
3. Her türlü arazi yapısında daha kolay ve başarılı olarak yürüyebilme.
4. Yere sağlam bastığından dengeli bir yürüyüş yapabilme bu nedenle binicisini düşürme ihtimalinin en aza indirgemesi.
5. Cüssesinin küçük olmasından ötürü kolayca her yerde barındırılabilmesi.
6. Hastalıklara daha dayanıklı olması.
7. Çok asil bir at olduğundan insana çok yakındır. Isırma, tepme gibi kötü huyları yoktur. A ilenin bir parçası olarak görülür.
Rahvan yürüyüş atın sarsıntı yapmadan en az enerji ile hem kendisinin hem de binicisinin uzun süre yorulmadan aynı taraftaki yarısal ayaklarını aynı anda adımlayarak yaptığı yürüyüştür. Türklerin atlarla olan hareketli olan hayatını yaklaşık bin yıl önce Cahiz adlı müellif tarafından yazılan Fazilü’l Etrak adlı eserde “Türk’ün savleti şiddetli, azmi ve karlıdır. Atı hiç tetiğini bozmayarak düşman üzerine alabildiğine gider. Düşman korkusu nedir bilmeyen ve sırası gelince hayatını feda etmekten kaçınmayan Türk, atın, böyle alıştırmıştır. Atını bir defa çevirse bile al dönmez, bilakis doludizgin gider. Meğerki birkaç defa zorlasın. Türk ordusuyla mukayese edebilecek diğer bir ordu yoktur. Engebeli yerlerde Türk, atın, düz yerden daha süratli sürer. Hayvanlardan birini dinlendirmek isterse yere basmadan diğerine geçer.”
Şemsettin ÖZKAN
15.07.2021 GÜZELYALI
KAYNAKLAR
1-kuran.diyanet.gov.tr
2-kuranmeali.com
3-bursadazamandergisi.com (Aziz ELBAS, Tarihin Derinliklerinden Gelen Kader Ortaklığı adlı yazıdan alıntı)