(Toplumsal İlişkiler 12)
· وَكَانَ فِي الْمَد۪ينَةِ تِسْعَةُ رَهْطٍ يُفْسِدُونَ فِي الْاَرْضِ وَلَا يُصْلِحُونَ
· قَالُوا تَقَاسَمُوا بِاللّٰهِ لَنُبَيِّتَنَّهُ وَاَهْلَهُ ثُمَّ لَنَقُولَنَّ لِوَلِيِّه۪ مَا شَهِدْنَا مَهْلِكَ اَهْلِه۪ وَاِنَّا لَصَادِقُونَ
“ O şehirde dokuz elebaşı vardı; bunlar yeryüzünde bozgunculuk yapıyor, iyileştirme ve düzeltme cihetine gitmiyorlardı.” (Neml/48)
“ Allah’a ant içerek aralarında şöyle konuştular: “Gece baskınıyla onu ve ailesini öldürelim, sonra velisine, ‘Biz Salih ailesinin öldürülmesi sırasında orada değildik, gerçekten doğru söylüyoruz’ diyelim.” (Neml/49)
Serkan Uçar, Ustam şiirinde;
“Çorak gönüllere ekiliyor sevdalar seher vakitlerinde./ Meşru sevdalardan, /Gayrı meşru acılar doğuyor kundaklara, /Günahkâr gecelerden,” derken haksız mı yeğen? Ramiz dayı tiplemesiyle Tuncel Kurtiz; “hiçbir zaman öpüşecek birini aramadık, bizim için ölsün de demedik. Hani biraz sevse üstünü biz tamamlardık.” Diyerek çorak gönüllere vurgu yapar yeğen.
İnsanlar devasa binalar, ihtişamlı saraylar yaptılar. Teknolojide çok geliştiler. Ancak kalplerimiz fakirleşti, gönüllerimiz çoraklaştı yeğen. Önce yürekler boşaltıldı, sonra insanlıklar. Karşındaki için boşa kürek çektiğini, ancak onun başka bir gemiye bindiğini anladığın zaman, beş para etmeyen sevdasını tanıyabildin yeğen. İnsana güven bunalımı yaşatan, aynı sofradan yemek yiyen dostlardan karnı erken doyup kalkan düşman olunca, saçma sapan sevdiklerini yeni anladın değil mi yeğen? Ve seninkisinin de onlara ağır geldiğini. Sanki marifetmiş gibi, yaptıklarıyla küçülenler, ortalığı lafa boğarak, vaveylaya vererek, büyüdüklerini sandılar. Bu yüzden ara sıra bir kuytuya çekil de seyret bakalım, bak bakalım kimde ne kadarsın, kim sende ne kadar yeğen.
Modern zaman aşkları dediğin de nedir yeğen? Herkes aşkların yozlaşmasından bahsederken, bu modern zaman aşklarını da, kim yaşıyor kardeşim dedirten aşklara, deniyor. Pekiyi kim engelliyor sizi eski aşkları yaşamaktan? Ozon tabakası yüzünden mi, iklim değişikliği mi neden oldu yaşamanıza yeğen?
Bu hayatta iki şeye güven yeğen. Biri aynaya baktığında gördüğüne, bir de yukarı baktığında görmediğine. Bir insan ne kadar merhametli ve şefkatliyse o kadar kazık yer yeğen, ama demek istediğim merhametsiz ol demiyorum. Tam tersine çok merhametli ol. Sadece bu durumlara karşı hazırlıklı tedbirli ol demek istiyorum. Kazığı yemeden önlemini al demek istiyorum yeğen. Bu hayatta daha önce acı çekmiş biriyle birlikte ol. Çünkü onlar mutluluğun değerini daha iyi bilirler. Maziye bakınca bugün hatırladıkların beraberce güldüklerin değil, beraberce ağladıklarındır yeğen. Seni ancak senin gibi sevdalılar anlar.
İnsanlık tarihi çorak gönüllere ekilen sevdalarla doludur. Peygamberler bu işin çilesini çekenlerdir. Sevgide cevr-ü cefa varsa, vefadandır. Ne yazık ki tarihin bize öğrettiği sırtı pek, zengin tipler gönlü de en çorak olanlardır. Dünyanın en güzel ve en sağlam evlerini dağlardaki kayaları oyarak yapan, güçlü bir uygarlık kuran Salih peygamberin toplumu, Semud kavmi de, bu kategoriye girmektedir. Günümüze kadar kalıntıları gelen ve dünyanın yedi harikasından biri olarak gösterilen, Ürdün toprakları içinde yer alan antik Petra kenti, bu toplumun kendilerinden önce gelen Ad kavmi gibi, perişan olmamak için, kayalardan sapasağlam evler yaptıklarını, ama bugün sağlam evlerden değil de, müthiş bir sesle helak olduklarını çöldeki harabeleri bize fısıldıyor. Adamlar maddi açıdan çok güçlüler, ancak gönülleri çorak, fakir ve bir o kadar da zayıflar. Ne yazık ki, Salih peygamberin bu çorak gönüllere ektiği sevda, diğer peygamber toplumlarında olduğu gibi, çok azında yeşerecektir.
“Önceki
peygamberlerde görüldüğü gibi kavminden küçük bir topluluk Salih peygambere
iman ederken başta ileri gelenler olmak üzere çoğunluk onun peygamberliğini
inkâr etti. Bunlar Salih’i büyülenmiş ve uğursuz olmakla, ayrıca şımarıklık ve
yalancılıkla suçladılar (en-Neml 27/47; el-Kamer 54/23-25). Salih peygamberin
tebliğinde ısrar etmesi üzerine ondan peygamberliğini doğrulayıcı bir mucize
getirmesini istediler ve ancak o zaman iman edeceklerini söylediler. Salih de
onlara apaçık bir mucize olarak dişi bir deveyi getirdi. Bu devenin mucize olma
yönü İslâm kaynaklarında sert bir kayadan canlı bir hayvan olarak çıkarılması,
bütün kavmin tükettiği miktarda su içmesi ve içtiği su kadar süt vermesi
şeklinde açıklanmıştır (M. Ali Sabuni, s. 306). Salih peygamber kavminden bir
günü deveye, bir günü kendilerine tahsis etmek üzere su içme konusunda belli
bir sıraya uymalarını istedi (eş-Şuara 26/155-156). Ayrıca kendilerine
gönderilen bu deveye zarar vermemeleri, aksi takdirde ilâhî azabın üzerlerine
ineceği hususunda onları uyardı (el-Araf 7/73; Hûd 11/64). Fakat devenin
varlığından rahatsızlık duyan bir grup inkârcı deveyi öldürme planları yapmaya
başladı. Kur’an’da bozguncu diye nitelendirilen ve dokuz kişiden oluştuğu
belirtilen (en-Neml 27/48) bu grup içinden rivayete göre Kudar b. Salif adlı
bir kişi deveyi yakalayıp ayaklarını kesti, diğerleri de kılıçlarıyla onu
parçaladılar. Ardından kendilerini korkuttuğu azabı getirmesi için Salih
peygambere meydan okudular (el-A‘râf 7/77). Salih peygamberin onlara üç günün
sonunda istedikleri azabın geleceğini bildirmesi üzerine (Hûd 11/65) kendisini
ve ailesini öldürmek istediler (en-Neml 27/49). Fakat Allah, dördüncü günün
sabahında korkunç bir gürültü ve yıldırımların ardından gelen, şiddetli bir
sarsıntı ile onları helâk etti (el-Araf 7/78; Fussılet 41/17; el-Kamer 54/31).
Helâkin ertelenmesiyle ilgili üç günlük süre içinde birinci gün inkârcıların
yüzlerinin sarardığı, ikinci gün kızardığı, üçüncü gün karardığı ve bu şekilde
içeriden bir bozulmanın ortaya çıktığı, üç gün tamamlandığında âsi kavmin
tamamen yok olduğu belirtilmiştir (İbnü’l-Arabî, s. 125). Bir rivayete göre Salih
peygamberle birlikte ona tâbi olan 120 kişi helakten (ölümden) kurtulurken geri
kalan 5000 kişi helak olmuştur (M. Ali Sabuni, s. 310). Bunun üzerine Salih’in
kendisine inanan toplulukla birlikte Mekke’ye göç ettiği nakledilir. Bir diğer
rivayete göre ise Hz. Salih vefat edinceye kadar Filistin’de Remle yakınlarında
yaşamıştır.
Resul-i Ekrem, Tebük Gazvesi sırasında
askerleriyle birlikte Semud kalıntılarının bulunduğu Hicr’e gelmiş, askerler
Semud halkının içtiği kuyulardan su içmiş, hamur yoğurup ekmek yapmış ve yemek
hazırlamıştır. Fakat Resûlullah yemeği dökmelerini ve ekmekleri develere
yedirmelerini emretmiştir. Daha sonra onları konakladıkları yerden kaldırarak
Salih’in devesinin su içtiği kuyunun başına götürmüş, bu davranışının sebebini
açıklarken de, “Onların yaşadığı felâketin sizin başınıza gelmesinden korktum”
demiştir (Müsned, II, 117). Başka bir rivayette Resul-i Ekrem’in, Hicr’de
bulunduğu bir sırada Hicr halkının başına gelenlerden duyduğu üzüntüyü dile
getiren ve yanındakileri bu olaydan ibret almaya teşvik eden sözler söylediği
belirtilmektedir.” (Müsned, II, 58, 72; Buhârî, “Meġāzî”, 80; Müslim, “Zühd”,
38)
Her devirde, çorak gönüllere ekilen sevdalar, fideye durduğu gibi, fidanın tutmadığı, nice çorak ve verimsiz gönüller de vardır. Ne hikmetse fidan tutmasın, yeşermesin diye uğraşan inkârcıların çeteleri, mahfilleri, locaları ve terör elebaşlarıyla zaman ve mekân tanımadan o dönemlerde nasıl varsa, bugünde dimdik ayaktadırlar. Her türlü ihtiyaçları silahlarla, baş döndüren uluslararası uyuşturucu trafiğiyle, teröre destek veren büyük devletler tarafından karşılanmaktadır. Salih Peygamberin toplumunda da dokuzlu çete grubu, dokuz kabilenin zengin ağa babaları tarafından finanse ediliyordu muhtemelen. Deveyi kesmekle kalmıyorlar, Salih Peygambere de geceleyin suikast planlıyorlar, tıpkı Hz. Muhammed (s.a.v)’e Mekke müşriklerinin yaptıkları gibi. Kim vurduya gidecek maktul, faili meçhul cinayetlere yazılacak. Kan davası güden kabilelerin davası da böylece düşmüş olacak. Bunların dertleri ne? Ne olacak kutsala saldırmak ve kendi teokratik düzenlerini korumak. Pagan kültürlerini kutsamaktır. Çorak gönüllerin vahiy yağmurlarıyla sulanmasının önüne geçmek, sadece Allah’a sevdalı insanlar yerine, kölelik düzenlerine adam devşirme çabası.
Hz. Mevlana bir hikâyesinde gönlüne sevda eken ama hasetçilerin yüzünden ortalıktan bir anda kaybolan Hz. Şems’i aradığını anlatır.
“Bir gece vaktiydi. Evimden dışarı çıktım. Kırlarda geziyordum. Bir adamcağızın elinde fenerle dolaştığını gördüm:
“–Bu gece karanlığında ne arıyorsun?” diye sordum.
Adam:
“–İnsan arıyorum,” diye cevap verdi.
Ona dedim ki:
“–Yazık! Boşuna yoruluyorsun… Ben yurdumu terk ettim de yine onu bulamadım. Git evine… Yat, rahatına bak. Nafile arıyorsun, onu hiçbir yerde bulamayacaksın.”
Adamcağız acı acı baktı:
“–Bulamayacağımı ben de biliyorum. Ama yine de aramaktan zevk alıyorum. Onun hasreti bile bana zevk veriyor,” dedi.”
Çorak gönüllere sevdalar ekenlerden biri de rahmetli Nurettin Topçu’dur. Abdestsiz derse girmeyen hocamız tam bir Mevlânâ âşığıydı. Felsefe Sosyoloji grubu derslerine girerdi. Onun, Hazret-i Mevlânâ’daki deruni hâlleri idrak hususunda insanların çoğunun acziyet içinde olduğuna dair güzel bir tespiti var. Diyor ki:
“Biz Mevlânâ Celalettin’in vecdinin feryatlarını dinledik. Daldığı huzur denizinin derinliklerini görmemize imkân yok. Denizin ta dibinden sıyrılıp, ta suyun yüzüne ne vurduysa onu görüyoruz. Biz Hazret-i Mevlânâ’nın aşkını değil, sadece aşkının dile gelen feryatlarını elde ettik. Peltek dilimizle anlatmaya çalıştığımız, bütün bundan ibaret. Huzur denizine yalnız o daldı. Bize vecdinin fırtınasından çıkan sesler kaldı. Heyhat, onu Mevlânâ zannediyoruz…”
Hazret-i Mevlânâ’nın sevgisini, öğrencilerinin çorak gönüllerine aşılayanlardan biri de merhum Abdülkadir Keçeoğlu, yani meşhur sıfatıyla “Yaman Dede” olmuştur.
Kendisi, önceleri Hristiyan iken daha sonra İslâm’la şereflenmişti. Bir edebiyat dersinde, hocası ona Mevlânâ’nın Mesnevi’sinden birkaç beyit yazıyor. Onun üzerine gönlünde bir âlem kaynamaya başlıyor; neticede hidayet nasip oluyor.
Bizim zamanımızda İmam Hatip Mektebi’nde Farsça dersi vardı. Bizim Farsça dersimize gelirdi. Derste birkaç gramer malumatı verir, ardından Mevlânâ Hazretleri’nin Farsça beyitlerinden birini tahtaya yazar ve onu gözyaşları içinde uzun uzun şerh ederdi.
Bir gün kendisine bir arkadaşımız:
“‒Hocam siz Mevlânâ’dan niçin bu kadar çok bahsediyorsunuz.” diye sordu.
“‒Oğlum dedi, benim elimden Mevlânâ tuttu. O beni alıp Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in kapısına götürerek hidayetime vesile oldu. Beni ateşten kurtaran birini bu kadar anmam az bile!” dedi.
Hatta Rasûlullâh Efendimiz’e duyduğu derin muhabbetini ifade eden, son derece içli ve yanık bir naatı vardır:
Gönül hûn oldu şevkinden boyandım yâ Rasûlâllah
Nasıl bilmem bu nîrâna dayandım yâ Rasûlâllah
Ezel bezminde bir dinmez figandım yâ Rasûlâllah
Cemâlinle ferah-nâk et ki yandım yâ Rasûlâllah…
Şemsettin ÖZKAN
19.12.2019 KONYA
KAYNAKLAR
1kuran.diyanet.gov.tr
2-islamansiklopedisi.org.tr
3-islamveihsan.com
4-neoldu.com
“ÇORAK GÖNÜLLERE EKİLEN SEVDALAR” için 1 yorum