(Toplumsal İlişkiler 208)
وَاِمَّا تُعْرِضَنَّ عَنْهُمُ ابْتِغَٓاءَ رَحْمَةٍ مِنْ رَبِّكَ تَرْجُوهَا فَقُلْ لَهُمْ قَوْلاً مَيْسُوراً
“Eğer sen de ihtiyaç içinde olur da, Rabb’inden umduğun bir yardımı, bir rahmeti beklediğin için onlara şimdilik bir şey veremeyecek durumda olursan, hiç değilse gönül alıcı, tatlı sözler söyle onlara.” (İsra/28)
Hz. Peygamber, yoksul müslümanların geçimiyle bizzat ilgilenir, imkânları nisbetinde onların bakımını sağlar, kendisinde yoksa diğer müslümanları buna teşvik ederdi. Âyette Hz. Peygamber’in, bizzat kendisi de maddî sıkıntı içinde bulunduğu ve bu hususta Allah’ın rahmetini, lutuf ve ihsanını beklediği için ihtiyaç içinde olduğunu açıklayanlara yardım edemeyecekse nasıl davranması gerektiği bildirilmektedir. Buna göre insan, yardım isteyen birine olumlu cevap verme imkânına sahip değilse ümit verici, yatıştırıcı, güzel sözler söylemeli; onu kırmamaya, gönlünü incitmemeye çalışmalı, tatlı dille mazeretini ifade etmelidir. (Şevkânî, III, 250-251)
Sevgili Peygamberimiz tam bir aşk eriydi. Kendisi maddi sıkıntıya düşmüş, darlık içinde olanların bile sıkıntılarını dert edinmişti. İslam’ın aşk kapısının halkasını tutmuştu bir kere. Kendinde bir şey olmasa bile ihtiyaç sahiplerine tatlı sözler söyler, gönüllerini alırdı. Çünkü bu usülü Rabbimiz öğretmişti ona.
Divan-ı Kebirinde Hz. Mevlana; “Biz aşk kapısının halkasını tutmuş çalıyoruz. Sen ise kapıyı kilitlemişsin. Anahtarını almış gitmişsin,” der. Gerçek aşıklar aşk kapısını asla terketmezler. Sevilmek kimin hakkıydı biliyor musunuz dostlar? Sevdiği Leyla’sına mektubu ulaşsın diye 25 kuruşluk posta pulu için 2 saat Diyarbakır’da hamallık yapan Ahmet Arif’in hakkıydı.
Hz. Mevlana; “aşk aranmaz karşına çıkar. Çıktığında da coşma demek olmaz. Deniz kenarına git bakalım ve ‘ey deniz! Coşma, dalgalanma,’ de! Deniz seni dinler mi hiç?” der. Aşk kapısının halkasına tutunmak bu işte.
Yine Hz. Pir; “o kadar yakınsın ki bana, seni ben sandım. Sana o kadar yakınım ki, beni sen sandım. Sen mi bensin, ben mi senim şaşırdım kaldım,” derken aşık ve maşukun birbirine karıştığını maşukun her ne kadar kapıyı kilitleyip anahtarı alıp çekip gitse de onun kapısının halkasını her daim çalmaya bir an bile ara vermeden devam edeceğini anlatır bize.
Aşkın kapısında nasıl beklenir? “Şemsabâd” romanımdan bir alıntıyla yazıma son veriyorum:
Baturalp Hamza: “-Şems’ül Aşk’ın çok hüzünlü bir hikâyesi var. Sevdiğinin adı da Cüz’ül Kamer, ‘Ay Parçası’ demek ” Selina: “Anlatsana merak ettim şu aşk güneşini,” diye üsteledi. Baturalp Hamza: “- Genç delikanlı elinde bir demet çiçekle Alaiye (Alanya) , sahiline koşarak geliyor. Gözleri şöyle bir sahilde geziniyor, aradığını göremeyince sahilde kendisi gibi tek olan bir ağacın altına oturup sevdiğini bekliyor, bekliyor, bekliyor.
Sevgilisinin en sevdiği çiçekler bunlar; kırmızı, kan kırmızısı güller… Sanki dalından yeni koparılmış gibi tazeler. Buram, buram kokuyorlardı; sevgi kokuyor, aşk kokuyor en önemlisi de özlem ve hasret kokuyordu güller. Hepsinin üzerinde damlalar var. Sanki ağlıyor gibiydiler. Genç delikanlı güllere baktı, sanki onlarla konuşuyormuş gibi: “Niçin ağlıyorsunuz, bakın ben ne kadar mutluyum,” dedi.
Az sonra sevdiğini göreceği için, kalbi yine deli gibi atmaya başladı. Ne zaman onu düşünse, onunla buluşacağını hayal etse, kalbi yine böyle yerinden çıkacakmış gibi oluyordu.
Senelerdir birbirlerini sevmelerine rağmen ikisi de sevgisinden hiçbir şey kaybetmemişti. Onları hiçbir şey ayıramazdı. Ne özlem, ne ayrılık ne de ölüm. Genç adam telaşla güneşe baktı. Ona göre sevdiği, yine geç kalmıştı. Birazcık geç kalmıştı. Ama aşk güneşi, sevdiğini bekletmemek için saatlerce önce koşarak geliyor, onu beklemeyi bile seviyordu. Ama sevdiği her zaman bunu yapıyordu. Devamlı kendisini bekletiyordu. Herkesin bir kusuru olurmuş gibi düşündü.
Ve gözlerini uçsuz bucaksız denize dikti. Denizin sonu yok gibiydi. Tıpkı sevdiği kıza olan aşkı gibi denizin de sonu yoktu. Sonsuzluğa uzanıyordu.
Aslında bugün onlar için özel bir gündü. Kendi aralarında sözleneceklerdi. Genç adam önce bunu sevdiğine açmış, sonra da gidip iki tane yüzük almıştı. Bu kadar önemli günde bari onu bekletmemeliydi.
Ama alışmıştı artık beklemeye, zararı yok biraz daha beklerim diye düşündü. Güllerin yaprakları, nedense hala ıslaktı. Bir türlü anlamıyordu onları. Her şey bu kadar güzelken neden ağlıyorlardı ki? İşte az sonra sevdiği gelecek, ona sarılacak ve kucaklaşacaklardı.
Sonra söz yüzüklerini takıp, evliliğe ilk adımlarını atacaklardı. Delikanlı öyle heyecanlıydı ki, sevdiğine kavuşmak için can atıyordu. Martılara baktı, birbiriyle oynaşıp, uçuşan martılara. Ne kadar güzel dans ediyorlardı havada. Tekrar güneşe baktı delikanlı. Endişelenmeye başlamıştı. Sevgilisi yine geç kalmıştı, hem de çok. Bu kadar geç kalmaması gerekiyordu. İşte her gün burada buluşmak için sözleşmiyorlar mıydı? Her gün sahile, martılara bakarak denizin onlara anlattığı masalları, onlar için bestelediği şarkıları dinleyerek ve birbirlerine sarılıp hasret gidereceklerine söz vermiyorlar mıydı? O zaman neden gelmemişti yine? Aklına kötü düşünceler gelmeye başladı. Hayır… Hayır… Olamazdı. Sevdiğine bir şey olamazdı. Onsuz hayat yaşanmazdı ki… O ölse bile devamlı yaşar diye düşündü delikanlı. Bunun düşüncesi bile hoş değildi. Gözlerini yere indirdi.Gözyaşlarını kimsenin görmesini istemiyordu. Zaten etrafındaki adamlar ona sanki kaçık gibi bakıyorlardı. Bakışlardan rahatsız olmaya başladı.
Yine sevgilisi düştü aklına. ‘Neden gelmedi acaba?’ diye düşünmeye başladı. Gözlerini kapattı. On sene oldu, dedi.
On senedir her gün bu sahillerde ‘beklerim her gün bu sahillerde, mahzun böyle ben./ Gün batar, kuşlar döner,/ dönmez bu yoldan beklenen’ diye şarkılar mırıldanarak sevdiğini bekliyordu. Daha fazla dayanamadı. Kalbi parçalanacak gibi oluyordu. Gözlerinden bir damla daha yaş güllerin üzerine damladı.
Yine gelmeyecek galiba, en iyisi ben onun evine gideyim diye mırıldandı. .hiç olmazsa gülleri her zamanki gibi yanına koyar, ona vermiş olurdu.
Şems’ül aşk ayağa kalktı. Sevdiğiyle buluşmak üzere Alaiye kalesinin arkasındaki yeşil tepedeki mezarlığa doğru yürümeye başladı.
Selina:
“-Hikâye bitti galiba. Merak ettiğim kız niye gelmemiş?” dedi.
Baturalp Hamza:
“– Çünkü kız ağır bir hastalığa yakalanmış, on yıl önce ölmüş. Yoksa niye gelmesin?” diyerek batmakta olan güneşe bakarak;
“-Haydi, gidelim Selina!” dedi. Beraberce Konya sokaklarına daldılar. Nerden bilebileceklerdi ki, Aşk güneşi’nin yaşadığı o kaderi, kendilerinin de bir benzerini, bir gün yaşayacaklarını?
Şemsettin ÖZKAN
28.12.2020 KONYA
KAYNAKLAR
1-kuran.diyanet.gov.tr (Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 479)
2-kuranmeali.com 3-1000kitap.com
4-Şemsettin ÖZKAN, ŞEMSABÂD (Kitabü Usul-i’l Aşk) tarihi roman henüz basılmamış