(Toplumsal İlişkiler 85)
وَكَذٰلِكَ مَكَّنَّا لِيُوسُفَ فِي الْاَرْضِۚ يَتَبَوَّاُ مِنْهَا حَيْثُ يَشَٓاءُۜ نُص۪يبُ بِرَحْمَتِنَا مَنْ نَشَٓاءُ وَلَا نُض۪يعُ اَجْرَ الْمُحْسِن۪ينَ
“İşte böylece Biz yeryüzünde Yusuf’a güç ve imkân (iktidar) verdik. Öyle ki, orada (Mısır’da) dilediği yerde konaklayıp kalabilirdi. Biz kime dilersek rahmetimizi nasip ederiz ve iyilik yapanların ecrini zayi etmeyiz.” (Yusuf/56)
Nasip; birinin, önceden alnına yazılmış olduğuna inanılan pay, payına düşen şey ya da bir insanın elde edebildiği, sahip olabildiği şey demektir. Kader yani. Hani üstat Sezai Karakoç’un şu meşhur “Ey Sevgili” şiirinde belirttiği…
Uzatma dünya sürgünümü benim
Ülkendeki kuşlardan ne haber vardır
Mezarlardan bile yükselen bir bahar vardır
Aşk celladından ne çıkar mademki yar vardır
Yoktan da vardan da ötede bir Var vardır
Hep suç bende değil beni yakıp yıkan bir nazar vardır
O şarkıya özenip söylenecek mısralar vardır
Sakın kader deme kaderin üstünde bir kader vardır
Ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar vardır
Gün batsa ne olur geceyi onaran bir mimar vardır
Yanmışsam külümden yapılan bir hisar vardır
Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır
Sırların sırrına ermek için sende anahtar vardır
Göğsünde sürgününü geri çağıran bir damar vardır
Senden ümit kesmem kalbinde merhamet adlı bir çınar vardır
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
Nasip, diye bir şey vardır. İki cihan birbirine çarpsa ondan öteye bir adım yok. Şems-i Tebriz-i de; “Eğer Allah seni bana yazmışsa benden kaçışın yok. Lakin kader seni benden almışsa ağlamaya lüzum yok,” derken kaderin Allah’ın bir takdiri ölçüsü olduğuna vurgu yapar.
Yine onun ifadesiyle; Kader hayatımızın önceden çizilmiş olması demek değildir. Bu sebepten “ne yapalım kaderimiz böyle” deyip boyun bükmek cehalet göstergesidir. Kader yolun tamamını değil, sadece yol ayrımlarını verir. Güzergâh bellidir ama tüm dönemeç ve sapaklar yolcuya aittir. Öyleyse ne hayatına hâkimsin, ne de hayat karşısında çaresizsin.
Ancak burada şöyle bir soruya muhatap oluyoruz: “Tedbir takdiri bozar mı?” Bozmaz. O zaman tedbir almayacak mıyız? Elbette alacağız. Allah “kendi elinizle kendinizi tehlikeye atmayın” (Bakara, 195) diyor. Buna rağmen fırtınalı bir günde Allah’a tevekkül edip denize açılmak tehlikeye atılmak demektir. Böyle bir tevekkül, yerinde olmayan bir tevekküldür. Böyle bir kader anlayışı olamaz. Bu dünyada Allah’ın bir yasası (sünnetullahı) var. Damda yatar uyursan, yere düşme ihtimalin var. Tedbiri almak gerekiyor. Bu aynı zamanda tevekkülün de ilk şartı.
İşte bundan dolayı Hz. Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Her kim korkuluksuz bir damda yatıp uyur da, geceleyin damdan düşüp ölürse sorumluluğu kendisine aittir. Her kim de fırtınalı bir zamanda deniz yolculuğuna çıkar, fırtınaya yakalanıp ölürse, bunun da sorumluluğu kendisine aittir.” (Müsned 5/79, 271)
Hz. Mevlana; “bir kuş bile gökyüzünde nasibi kadar kanat çırpar,” diyor. Hâsılı zorlayınca olmuyor, nasipse oluyor. Ama zorlamadan da nasip olmuyor. Çünkü nasip gayrete sırılsıklam, körkütük âşıktır da ondan.
Şemsettin ÖZKAN
06.08.2020 KONYA
KAYNAKLAR
1-kuran.diyanet.gov.tr
2-kuranmeali.com
3-kuranfihristi.net
4-sezgiler.com
5-sorularlaislamiyet.com