AŞKSIZ OLMA Kİ ÖLÜ OLMAYASIN AŞK İLE ÖL Kİ DİRİ KALASIN

(Toplumsal İlişkiler 1790)

وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَتَّخِذُ مِنْ دُونِ اللّٰهِ اَنْدَادًا يُحِبُّونَهُمْ كَحُبِّ اللّٰهِۜ وَالَّذٖينَ اٰمَنُٓوا اَشَدُّ حُبًّا لِلّٰهِۜ وَلَوْ يَرَى الَّذٖينَ ظَلَمُٓوا اِذْ يَرَوْنَ الْعَذَابَ اَنَّ الْقُوَّةَ لِلّٰهِ جَمٖيعًا وَاَنَّ اللّٰهَ شَدٖيدُ الْعَذَابِ 
“Ama hâlâ Allah’a rakip gördükleri varlıklara inanmayı tercih eden ve onları [yalnızca] Allah’a özgü [olması gereken] bir sevgi ile seven insanlar var: halbuki imana ermiş olanlar, Allah’ı başka her şeyden daha çok severler. Zulüm yapmaya şartlanmış olanlar, [Kıyamet Günü] azaba uğratıldıkları zaman görecekleri gibi, bütün kudretin yalnızca Allah’a ait olduğunu ve Allah’ın cezalandırmada ne çetin olduğunu da keşke görselerdi!” (Bakara/165)

Bilmiyorum bu kaçıncı kez aşk mevzusuna değindiğimi. Hayatın kaynağı, menbaı aşk değil midir? Yüce Rabbimiz aşkın ta kendisi değil midir? Yaratma işi aşk işi değil midir?

            Hz. Mevlana; “aşksız olma ki, ölü olmayasın. Aşk ile öl ki, diri kalasın” derken, tam olarak vurguladığı da şudur: “Aşk hayatın merkezindedir.” Varlık âlemi aşkla vardır, aşkla döner tüm evren, galaksiler, gezegenler. Güneş, ay ve yıldızlar aşkla bir yörüngede yüzerler.

           Peki, aşk nedir? Böyle bir suâle Hazret-i Mevlânâ’nın cevabı;“Aşkın ne olduğunu bilmek istiyorsan, benim gibi ol!” şeklindedir. Çünkü aşk, anlatılınca anlaşılacak bir bilgi değil, yaşanınca kavranacak bir hakikattir. Yaşamaksa, takvâ ölçüleri içerisinde olduğu gün, aşkın sırları açılmaya başlar.       

           Hz. Mevlânâ, Dîvân-ı Kebîr’inde Şems’le başlamış olan bu aşk macerasını şu şekilde anlatır:


Şems Mevlânâ’ya;
“– Âlimsin, başsın, rehbersin; saltanat sahibisin!..” dedi.
Mevlânâ da ona;
“– Bundan sonra zâhir âlemin âlimi değilim; başı değilim; rehberi değilim.. Senin yaktığın meş’alenin aydınlattığı akıl üstü bir âlemde fakir ve garip bir seyyahım!..” dedi.
Şems tekrar;
“– Sende hâlâ akıl var! Bu sebeple dîvâne olamadığın için bu evin mahremi değilsin!..” dedi.
Mevlânâ da;
“– Bundan sonra aklıma gönlümle örtü örttüm… Dîvâne oldum. Himmetinle artık bu âlemin mahremiyim!..” dedi.
Şems yine;
“– Sende hesap var!.. Sekr hâlinde değilsin! Bu âlemin dışındasın!.. Bu âlemi aydınlatan akıl değil, aşktır. Önünü göremiyorsun!..” dedi.
Mevlânâ Şems’e;
“– Bundan sonra himmetinle baştanbaşa ateş kesildim. Her yanımı aşk ve sekr kapladı!..” dedi.
“Şems bu sefer;
“– Sen bir cemaatin meş’alesisin! Yerin yükseklerde!..” dedi.  
Mevlânâ ise;
“– Bundan sonra artık o meş’alem söndü. Gözümde onların, mayıs böceklerinin yanıp sönen parıltısından bir farkı yok!.. Artık başka meş’alelerin aydınlığında yürüyorum!” cevabını verdi.
Şems;
“– Sen ölü değilsin; Sen zâhirî diriliğini muhafaza ediyorsun! Bu kapıdan öteye böyle geçilmez! Fânî varlığını, bütün ihtişam ve debdebesiyle terk etmen gerekir…” dedi.
Mevlânâ;
“– O eskidendi!.. Seni tanıdıktan sonra insanların bildiği mânâda diri değilim. Başka bir dirilikle buluşarak öldüm!..” dedi.” 
Şems O’na;
“– Hâlâ nefsânî istinatların var! Makamın, mansıbın bâkî! Bunlardan kurtul!” dedi.
Mevlânâ da;
“– Bundan böyle senin beni çekip götürdüğün ledün âleminde mevkî ve mansıp aramaktayım… Evvelki varlığıma ait her şeyi terk ettim; onları aştım!..” dedi.
Şems;
“–Kolun kanadın var! Ben sana kol-kanat veremem!..” dedi. 
Mevlânâ;
“–Bundan sonra senin kolun kanadın olmak için, kolumu ve kanadımı kırdım…” dedi.

          Şems de, bu ikrar karşısında vazifesinin bittiğine kanâat getirip ona ilâhî tecellîler ile dolu ebediyet ufuklarında yanması için bir kanat taktı… Çünkü onu vuslatın rehavetinden büyük bir firkate düşürerek hasretin bereketli ikliminde yalnız başına bırakmıştı.

          İşte bundan sonra Celâleddîn-i Rûmî, Hazret-i Mevlânâ oldu ve asıl vazifesi başladı: İnsanlara aşkı talim etmek… Gönülleri sevda ile tutuşturup olgunlaştırmak… Tıpkı bir pervâne gibi… 

         Mevlânâ takipçisi olan Muhammed İkbâl anlatır:“Bir gece kütüphânemde bir güvenin pervâneye (ışık etrafında dönen kelebeğe) şöyle dediğini duydum:
“– İbn-i Sînâ’nın kitapları içine yerleştim. Fârâbî’nin eserlerini gördüm. (Onların bitmek bilmeyen satırları ve o satırlardaki bütün harflerin arasında yattım. Fakat) bu hayatın felsefesini bir türlü anlayamadım. Bir güneşim yok ki, günlerimi aydınlatsın…”
Yarı yanmış pervânenin şu güzel ve ince cevabını hiçbir kitapta bulamazsın. Dedi ki:
“– Çırpınıştır hayatı daha canlı yapan; yanış ve çırpınıştır hayatı kanatlandıran!..”

Şemsettin ÖZKAN
21.05.2025 GÜZELYALI

KAYNAKLAR
1-kuran.diyanet.gov.tr
2-kuranmeali.com
3-pixabay.com
4-suskunduvar.com

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir