(Toplumsal İlişkiler 299)
اَمَّنْ هُوَ قَانِتٌ اٰنَٓاءَ الَّيْلِ سَاجِداً وَقَٓائِماً يَحْذَرُ الْاٰخِرَةَ وَيَرْجُوا رَحْمَةَ رَبِّه۪ۜ قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الَّذ۪ينَ يَعْلَمُونَ وَالَّذ۪ينَ لَا يَعْلَمُونَۜ اِنَّمَا يَتَذَكَّرُ اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ۟
“Şimdi söyleyin bakalım; bu cehennemlik insan mı daha hayırlıdır; yoksa âhiret azâbının dehşetinden korkarak ve Rabb’inin rahmetini umarak, gece vakitlerinde namaz için yatağını terk eden; bazen secde ederek, bazen kıyamda durarak O’na içtenlikle ibâdet eden tertemiz bir mümin mi? O câhillere de ki: “Öyle ya; bu hakîkati bilenlerle bilmeyenler hiç Allah katında eşit olabilir mi? Nitekim, ancak akıl ve sağduyu sahipleri bu altın tavsiyelerden öğüt alırlar.” (Zümer/9)
Âlim deyince aklımıza hemen bilgin, ilim ehli, ilim sahibi insanlar geliyor. Ya ârif kimdir?
“Tanıyan, bilen, vâkıf ve âşina olan, halden anlayan” gibi mânalara gelen ârif, daha çok tasavvufta kullanılan bir terimdir. Ârifin bilgisine mârifet denir. Mârifet, kelâm ve felsefede ilimle eş anlamlı olarak umumiyetle bilgi mânasına kullandığı gibi mârifetullah şeklinde ve Allah hakkındaki bilgi için de kullanılmıştır. Tasavvufta ise Allah’a dair olan bilgi başta olmak üzere bütün varlık ve olayların mahiyeti hakkındaki bilgiye mârifet denilmiş ve ârif (ehl-i ma‘rifet) ile âlim arasında açık bir ayırım yapılmıştır. Bu ayırım hem mârifet (veya irfân) ile ilim arasındaki metot farkından, hem de ârif ile âlimin vasıflarının başkalığından ileri gelmektedir. İlmin elde edilmesinde âlimin dinî ve ahlâkî şahsiyetinin önemi olmadığı halde mârifete ulaşmada şahsiyet merkezî rol oynar. Âlim zihnî faaliyetle mutlak surette bilen, ârif ise ahlâkî ve mânevî arınma sayesinde sezgi gücü ve derunî tecrübe ile öğrenen, anlayandır. Âlimin zıddı cahil, ârifin zıddı münkirdir. Buna göre Allah’a ârif denmez, âlim (alîm) denir. İlmin elde edilebilmesi için dini yaşama zarureti yoktur. Bu yüzden sûfîler, birinin amelsiz olduğunu ifade etmek istedikleri zaman ona âlim (veya molla) derler. Âlim örnek alınır, ârifle hidayete erilir.
Peki esas can alıcı soruya gelelim. Şems-i Tebriz-i der ki; “alim iken arif oldun, peki âşık olmaya aday olabilecek misin?” Tüm aşamalardan geçtin. Âlim oldun, ârif oldun ya âşık olmaya namzet misin? Bakınız âşık mısın demiyor, âşık olmaya aday mısınız, diyor. Âşık olmak öyle her babayiğidin harcı değil.
Tasavvufta mânevî hal olarak kabul edilen muhabbetin (sevgi, aşkın) üç çeşidinden bahsedilir. Bunların ilki halkın muhabbetidir. Sevenin sevdiğini gönlünde tutup ona itaat etmesi bu tür muhabbetin şartıdır.
İkincisi hakikat ehli dürüst müminlerin muhabbetidir. Bu türde muhabbet ehli arzu ve heveslerinden arınarak sevdiğinin iradesine göre hareket etmeyi esas alır.
Üçüncüsü sıddıklar ve âriflerin muhabbetidir. Sırf Allah’ın kadîm olan sevgisine yönelmekten ve bu konudaki mârifetten kaynaklanan bu muhabbette, Cüneyd-i Bağdâdî’nin dediği gibi seven kendi vasıflarının yerine sevgilisinin vasıflarına bürünür (Serrâc, s. 86-87). Muhyiddin İbnü’l-Arabî sevgiyi hevâ, hub, aşk ve vüd olmak üzere dörde ayırır; ayrıca tabii, ruhanî ve ilâhî sevgiden bahseder. Tabii sevgi hem insanlarda hem hayvanlarda görülür; canlıların yavrularını sevmeleri böyledir. Ruhanî sevgi insana özgüdür. Allah’ın kulunu, kulun Allah’ı sevmesi ise ilâhî sevgidir. Beşerî sevgi ilâhî sevgiye ulaşmanın bir aracı olarak görüldüğünden önemlidir. Ahmed el-Gazzâlî, Aynülkudât el-Hemedânî, İbnü’l-Arabî ve Fuzûlî’de platonik aşkı andıran bu sevgi türünün güzel örnekleri mevcuttur.
Burada kadın ve erkeğin aşık olmasında biyolojik olarak etkin rol oynayan, oksitosin, dopamin, seretonin gibi hormonlardan ve vücutta meydana gelen değişikliklerden, sanırım söz etmeye gerek yok.
Şemsettin ÖZKAN
28.03.2021 KONYA
KAYNAKLAR
1-kuran.diyanet.gov.tr
2-kuranmeali.com
3-islamansiklopedisi.org (arif ve muhabbet maddeleri müellifi:Süleyman Uludağ)