BİR DİN NASIL TAHRİF EDİLİR?

    ( Mesnevi’den 22. Sohbetimiz)

GİRİŞ
Yahudi hükümdarın düzenbaz veziri, Hristiyanların on iki beyinin her birine başka, çelişkili dini yazı tomarları göndererek aralarında fitne fesat çıkarmaya çalışıyordu.                 

                      METİN

“Tomarın birinde demişti ki: ‘Korkma, nazar (gözlem) ve istidlal (delile dayanma) mumunu söndür. Yani müessiri (tesir edeni) bulmak için, esere bakmaktan vazgeç ki, ona karşılık yüzlerce ışık göresin. Çünkü nazar(gözlem)mumunu söndürmekle can mumu artar, kuvvet bulur. Senin Leylan senin sabrından Mecnun olur. Kim zahitliği yüzünden dünyayı terk ederse dünya onun önüne çok, daha çok gelir.’ Başka bir tomarda da; ‘Allah sana ne vermişse onu yaratırken tatlılaştırmış ve kolaylaştırmıştır. Onu güzelce al kendini zahmete sokma!” demişti. Bir başka tomarda şöyle diyordu: ‘Kendine ait olanı terk et. Çünkü nefsinin kabul ettiği reddedilmiştir,  kötüdür. Herkesin kendine kolay gelen, birçok farklı yolları vardır. Bu yüzden her millete kendi gittiği yol, candan bir sevgili gibi görünür. Eğer Hak yolu bulmak kolaylıkla olsaydı her Yahudi ve ateşperest gerçeği bulmuş olurdu. Öbüründe demişti ki: ‘ Kolay odur ki; gönlün, hayatın ve canın gıdası ola. Tabiatın hoşlandığı her şey, vakti geçince, çorak yere ekilmiş tohum gibi mahsul vermez. Onun mahsulü pişmanlıktan başka bir şey olmaz. Onun kazancı sahibine ziyandan başka bir şey getirmez. İtaat, boyun eğme zevki tabiatında olmayan kimse sonunda hiç bir şey elde edemez, Onun adı sonunda; “müyesser:işi kolaylaştırılmış” değil “muasser: işi zor” ve fakir olur. Sen güç ve kolay olanı yine bil ve nihayetinde bunun ve onun hangisinin güzel olduğunu gör. Bir tomarda da; ‘Kendine bir üstat bul! Sonucu görme özelliğini şunun bunun soyundan gelmiş olmakta ve bununla öğünende bulamazsın. Her çeşit din salikleri (müritleri) üstat aramaksızın, peygamberlere tabi olmaksızın işlerinin sonucunu gördüler ve kendi akıllarınca netice hakkında istidlallerde (delile dayandırmalarda) bulundular da bu yüzden hata ve dalalete düştüler. Sonucu görebilmek el çırpmak gibi kolay değildir. Yoksa dinler ve mezhepler bunca insan arasında nasıl bu kadar ayrılığa neden olurdu?’ demişti. Tomarın birinde de; ‘Üstat sensin, çünkü üstadı zaten sen tanıyorsun. Adam ol da birtakım kimselerin maskarası olma! Kendi başının çaresine bak, serseri olma,’ diyordu. Bir diğerinde ise; ‘bunların hepsi birdir. İki gören şaşı bir zavallıdır,’ yazıyordu. Bir tomarda da;  ‘yüz nasıl bir olur? Böyle düşünen delidir. Bunların her biri diğerine zıttır. Nasıl olabilir ki, biri hem zehir, hem şekerdir. Zehirden de şekerden de geçmedikçe vahdet bahçesinden nasıl koku alabilirsin ki?’ demişti. O İsa dinine düşman olan vezir bu tarz da, bu çeşitte on iki İncil tomarı yazdı.” (476- 497.beyitleri)

            AÇIKLAMA

“Tomarın birinde demişti ki: ‘Korkma, nazar (gözlem) ve istidlal (delile dayanma) mumunu söndür. Yani müessiri (tesir edeni) bulmak için, esere bakmaktan vazgeç ki, ona karşılık yüzlerce ışık göresin.”

İZAH: Yine düzenbaz vezirin aldatıcı ve kandırıcı bir tembihi ile karşı karşıyayız.

“Çünkü nazar(gözlem)mumunu söndürmekle can mumu artar, kuvvet bulur. Senin Leylan senin sabrından Mecnun olur.”

İZAH: Aklın tedbirlerini terk edip ondan sonra gelecek sıkıntılara sabretmek ruh ve can için ayrıca bir feyiz (gönül huzuruna) ermektir. Zira aklın asıl görevi, Allah’ın rızasını kazanmak olmalıdır. Aklı feda etmek aşkı ihya demektir. Şimdi muhabbet ve aşkı isterken, o durumda muhabbet ve aşk seni ister. Vezirin bu nasihatinin sırf gaflet ve fesat verici olduğunu ispat etmeye gerek yoktur.

“Kim zahitliği yüzünden dünyayı terk ederse dünya onun önüne çok, daha çok gelir.”

İZAH: Her kim şeklen sadece görünüşte olan rahat ve zevkleri terk ederse gerçek rahatı ve zevkleri kazanmıştır. Bir insan bedeninin hastalığından korktukça kan dolaşımı ve sinirleri zayıflar, bedeni daha çok acı ve ıstıraba düşer. Ama bu korkuyu ve rahat etme saplantısını bırakırsa, işine gücüne bakmaya devam ederse, rahat ve sıhhati kendiliğinden geri gelir. Durumu düzelir, mutlu ve müsterih yaşamaya başlar. Bu esas üzere dünya lezzetlerini aramayı bırakmak onları fazlasıyla bulmaktır.

“Başka bir tomarda da; ‘Allah sana ne vermişse onu yaratırken tatlılaştırmış ve kolaylaştırmıştır. Onu güzelce al kendini zahmete sokma!” demişti.”

İZAH: Allah-u Teâlâ Hazretleri’nin yaratıp meydana çıkardığı her hangi bir işte insana kolaylık gösterdiyse isabet ve başarı ondandır. Yoksa doktorluk tahsiline eğilimi olan bir genci mühendis veya mühendisliğe isteği olan diğerini doktor yapma arzusu hayaldir, zaman kaybıdır ve hatta zarar vericidir. Geçen izahta açıklandığı gibi herkes bir özel yetenek ile yaratılmıştır. O yeteneğin gerektirdiği şeylere uygun hareket etmek, aksi ve zıddı olan şeylerden korunmak ve kaçınmak doğru olandır.

“Bir başka tomarda şöyle diyordu: ‘Kendine ait olanı terk et. Çünkü nefsinin kabul ettiği reddedilmiştir,  kötüdür.”

İZAH: Vezirin verdiği bütün nasihatler, birbirine aykırıydı. Bununla beraber, kötü niyeti bilinmedikçe ilk bakışta kabul edilmesi gerekli, akla uygun ve doğru gibi görünüyordu. İçinde gizli fesat olan parlak sözler, veremlinin hastalığının verdiği ateşin artmasından yüzünde görünen kırmızılık ve güzellik gibidir.

“Herkesin kendine kolay gelen, birçok farklı yolları vardır. Bu yüzden her millete kendi gittiği yol, candan bir sevgili gibi görünür.”

İZAH: Hangi şeyi kendine uygun görürse insan, onu canı gibi sever. Bununla beraber sevilen şeylerin çoğu insana zarar verir. Putperestler; putlarına sevgiyle, hoşlarına giderek hizmet ederler. Ama bu sevgi umulan selametin davetçisi değil, düşülecek felaketin hazırlayıcısı olur. Bundan dolayı, değer verilen ve kabul edilebilir olan her şey, emredilen, doğru davranışların yapılmasında görülecek bütün kolaylıklar, hoşa gitmektedir.

“Eğer Hak yolu bulmak kolaylıkla olsaydı her Yahudi ve ateşperest gerçeği bulmuş olurdu.”

İZAH: Makbul olan şeyler, özellikle ruhanî olan hâller sıkıntılardan, zorluklardan uzak ve bağımsız olsaydı herkes takva sahibi olurdu, yücelirdi. Yahudiler, putperestler bu kolaylıklara hemen ulaşır, onu seçer ve kendilerini bahtiyar hissederlerdi.

“Öbüründe demişti ki: ‘ Kolay odur ki; gönlün, hayatın ve canın gıdası ola.”

İZAH: Zorla değil arzuyla görülen iş güzel olur. Hangi ibadet ve hizmet gönül arzusuyla olursa o; cana hayat, ruha gıda, iki cihanda mutluluk vesilesi olacaktır.

“Tabiatın hoşlandığı her şey, vakti geçince, çorak yere ekilmiş tohum gibi mahsul vermez.”

İZAH: Bu da vezirin ihtilaf verici olan ifadelerinden biridir.

“Onun mahsulü pişmanlıktan başka bir şey olmaz. Onun kazancı sahibine ziyandan başka bir şey getirmez.”

İZAH: Eğilim duyduğu şey için gayret sarf etmek gönülsüz, hoşlanmadan olunca, o gayret ve çabadan fayda elde edilemez. Tam aksi meşakkat, eziyet ve zarar ortaya çıkar.

 “İtaat, boyun eğme zevki tabiatında olmayan kimse sonunda hiç bir şey elde edemez, Onun adı sonunda; “müyesser:işi kolaylaştırılmış” değil “muasser: işi zor” ve fakir olur.”

İZAH: Tabiat ve huyunda ibadet zevki olmayan kimse ne kadar çalışsa faydasızdır. Başarı ve selamet tabii eğilimlerdedir. Hadisi Şerif de; “Çalışınız, çabalayınız. Herkes her ne için yaratılmışsa, o kendine kolaylaştırılır, onda başarılı olur.” Buyrulmuştur.

Sen güç ve kolay olanı yine bil ve nihayetinde bunun ve onun hangisinin güzel olduğunu gör.”

İZAH: İbadetleri yerine getirenlere ve emirlere itaat edenlere bak. Onların bir kısmı; bunu zahmetle ve gönlünde zevki olmayarak yapar. Bir kısmı ise; tam aksi kolaylıkla ve kalp zevki ile yerine getirir. Bunların arasındaki farkı ve sonlarını gör. Kolaylıkla iş gören ve ibadet edenler yüksek derecelere ulaşır. Diğerleri zelil olur. Bu beyitte bir diğer açıklama da şöyle yapılabilir. Kolaylıkla ibadet edenler iyi durumda görünür. Ama sen bu zevk alışın ve kolay gelişin başlangıcına değil sonucuna bak, sonucuna göre değerlendir. İhtimal ki bir insan başlangıçta zevk alarak ve kolaylıkla ibadete başlar ama ruhunun sermayesi olmadığından sonucu atıl ve batıl olup sapkınlığı artar.

“Bir tomarda da; ‘Kendine bir üstat bul! Sonucu görme özelliğini şunun bunun soyundan gelmiş olmakta ve bununla öğünen de bulamazsın.”

İZAH: Bir mürşit bul, nasihat ve yardımıyla seni ihya etsin. İşlerin sonuçlarını görebilecek mertebeye yüceltsin. Yoksa ‘akıl ve ruhaniyet ecdadımdan miras kalmıştır, bu miras bana yeter,’ gibi iddialar hayal ve rüyadır.

“Her çeşit din yolunda ilerleyenler (müritler) üstat aramaksızın, peygamberlere tabi olmaksızın işlerinin sonucunu gördüler ve kendi akıllarınca netice hakkında istidlallerde (delile dayandırmalarda) bulundular da bu yüzden hata ve dalalete düştüler.”

İZAH: Birçok milletler “akıl birdir, her işin sonunu biz de aklımızla anlayabilir, kavrayabiliriz, niye peygamberlere uyalım da kişiliğimizden uzaklaşalım” dediler. Ve bu iddia üzerine kendilerini harap ettiler. Esir oldular ve aşağılık duruma düştüler. Kendilerini azap içinde bıraktılar. Bundan dolayı mürşit gerekli, ondan yüz çeviren asidir.

“Sonucu görebilmek el çırpmak gibi kolay değildir. Yoksa dinler ve mezhepler bunca insan arasında nasıl bu kadar ayrılığa neden olurdu, demişti.”

İZAH: Din ve ahiretin esenlik verici olan yönleri kolaylıkla bilinebilse herkes gerçeği anlar, karanlıktan çıkıp, esenliğe erebilirdi. Ama bu zor iş olduğundan binlerce insan hatalara düşebilir. İşleri, çabaları, gayretleri beyhude olur, boşa gidebilir, demek istiyor.

“Tomarın birinde de; ‘Üstat sensin, çünkü üstadı zaten sen tanıyorsun.”

İZAH: Mürşidi tanıyabilecek zekâ ve iktidar sende var olduğuna göre, sen kendin mürşitsin, irşat edilmişsin, demektir. Arif ve kâmil insanda güzel görülen ve takdir edilen ahlâkı kendin yaparsın, böylece güvenin daha sağlam, kandırılmaktan uzak, durumu da her yönüyle yücelerden olursun.

“Adam ol da birtakım kimselerin maskarası olma! Kendi başının çaresine bak, serseri olma,’ diyordu.”

İZAH: Şunun bunun fikriyle hareket etme. Kendini gülünç durumda bırakma. Zillete, aşağılık duruma düşürme. Eğer bu tomarı alan bey, akıllı biri olsaydı, bu nasihati kabul eder ve öncelikle vezire, bu sözü söyleyene uymazdı.

“Bir diğerinde ise; ‘bunların hepsi birdir. İki gören şaşı bir zavallıdır,’ yazıyordu.”

İZAH: Vezir burada “mutlak vahdaniyeti: Mutlak birliği, tevhidi” açıklamak istiyor.

Bir tomarda da;  ‘yüz nasıl bir olur? Böyle düşünen delidir.”

İZAH: Meşhur Fransız yazar Montesquieu, “LETTRES PERSANES” (İran Mektupları) adlı eserinde ikinci mısrada geçen ibare ile “teslis: Baba-oğul-kutsal ruh üçlemesi” inancı aleyhinde bir dil kullanır ve der ki: “Roma’da bulunan reis o kadar mahirdir ki biri üç ve üçü bir yapar.” Düzenbaz vezir de bu ifadesinde “Mutlak vahdaniyeti: Mutlak birliği, tevhidi” söyleyerek teslise inanan Hıristiyanlarla alay ediyor.

“Bunların her biri diğerine zıttır. Nasıl olabilir ki, biri hem zehir, hem şekerdir.”

İZAH: “Ey Hristiyan beyi, sen bunca ihtilaflara bakar ve onlarla meşgul olursan mutlak vahdaniyeti (birliği) nasıl bulabilirsin? İhtilaflar zehir, birlik şeker olduğu halde, sen ihtilaflar içindeysen nasıl lezzet ve tatlılık bulacaksın? Vezir vahdaniyete bağlı gibi görünüyor ise de önce geçen birbirinden farklı ve biri diğerine aykırı ifadelerine nazaran bu vahdaniyet (birlik) sözünde bile maksadı çokluktur, aykırılıktır. Şimdiye kadar verdiği değişik icazetnamelere bir yenisini eklemekte bununla da İseviler arasında aykırılıkları çoğaltmak ve fesat çıkarmak istemekteydi.

“Zehirden de şekerden de geçmedikçe vahdet (birlik) bahçesinden nasıl koku alabilirsin ki?’ demişti.”

İZAH: Şeklen ihtilaf (anlaşmazlık, uyuşmazlık) içinde olmak, Allah’ın vahdaniyetini (birliğini) inkâr (kabul etmeme) değildir. Tam aksi Allah’ın kudretini tekrar etmektir. Ama vezirin meramı halkı sapıtmak ve düşüncelerini karıştırmaktı.

“O İsa dinine düşman olan vezir bu tarz da, bu çeşitte on iki İncil tomarı yazdı.”

İZAH: Bu beyti şerifte vezir on iki tomar yazmıştır buyuruluyor. Halbuki “DER YEKİ GÛFTE: Birine söylemiş” ibaresi sayıldığında on altıya çıkar. Mesnevi-i Şerifin üslubunu, hikmet ve belagatını bilmeyen insanın aklına, sayılan tomar on altı iken neden on iki deniyor gibi bir şey gelebilir? Bunun yüce maksadı lafız ve cümlelerin on iki veya on altı adet olup, olmadığına dair değildir. Maksat; Vezirin doğru sözlere benzeyen, ama gizlisinde birçok aykırılıklar olan sözlerini bildirmektir.                                           Şimdi Vezirin muhtelif ifadelerine gelelim:

          Vezir, İseviler’in on iki beyinin her birine; “Hepsinin başına reis olmak için bu yazılanların gösterdiği yoldan ayrılma” diyerek gizlice tomar vermiştir. Bu hem o beyler arasına fesat sokmak, hem her beyi manen noksan bırakmak içindi. Birine “tevekkül: Allah’a teslimiyet ve güvenmek” diğerine “ikdam: Çaba ve gayret sarf etmek” başkasına “sahavet: Cömertlik” gibi güzel ve makbul ahlak tavsiye ediyordu. Bütün bunlar; Allah’a tevekkül ve teslim olmak veya Allah yolunda cömertlik veya çaba ve gayrete sarılmak fena şeyler midir, denilebilir. Hayır, bunlar fena şeyler değildir, gayet iyidir. Şu kadar ki bunları söyleyen vezirin maksadı fesat ve nifak olduğundan, başka bu yüce sıfatlar bir kimsede diğer makbul sıfatlarla beraber olunca değerli olur. Yoksa vezirin tomarlarının gösterdiği şekliyle, yalnız birinin, mesela yalnız tevekkülün veya yalnız çaba ve gayretin olmasıyla bir insan mükemmel olamaz. Noksan kalır.

        Maksadı bir örnekle daha iyi anlaşabilir hale getirmek gerekir: Göz, kulak, ağız, burun, el, ayak gibi bedenin organları birbirine o kadar muhtaçtır ki yalnız biri bile olmasa insan noksan kalır. Bununla beraber bir kimse bize bedenin organlarından asıl makbul olan gözdür, bütün yardım ve muhabbeti gözün korunmasına, gözün daha çok aydınlanmasına harcayın, diğerlerini kesin dese, bu ifadesi ile tabii olarak bizi aldatmaya kandırmaya çabalamaktadır. Çünkü bir insanın eli ayağı kesilirse gözü ne kadar mükemmel olursa olsun, o adam, dilsiz, çolak ve sakattır. Manen de bir şahsın mükemmel olması, insanı mükemmelleştiren bütün özelliklere sahip olmasına bağlıdır. Güzel ahlâkın hepsinin o şahısta toplanmasına bağlıdır. Çünkü bir insan icabına göre bazen organlardan yalnız birini kullanır. Onun hizmeti bittikten sonra diğerine müracaat eder. Uzak bir yerden bir şeyi görmeye ihtiyaç duyarsa gözüne başvurur. Bir yere gitmesi gerektiğine ayaklarına, bir şeyi almak için eline, işitmek isterse kulaklarına müracaat eder. Bunun gibi üstün özelliklere sahip olmak, güzel ahlâk sahibi olmak için bir arife başvurması neye ihtiyaç varsa onun gereğine göre olur. Çiftçi; tarlasını, ekip, biçip, suladıktan sonra ürün nasıl olacak diye zihnen faydasız merakta kalıp, kendini boş yere yoracağına onun için iyi olanı yapmalı. Önce çaba ve gayret göstermeli, sonra tevekkül etmeli. Bir diğer örnek de şudur:

Hâli vakti yerinde, zengin bir adamın muhtaçlara, çaresizlere sadaka vermesi, onun cömert olarak bilinmesi demektir. Bu da güzel ahlaktan biridir, övülmüş sıfatlardan birine sahip olmaktır. Ama hâli ve vakti olmayıp ailesini idareden ve geçindirmekten aciz, aç bir durumdayken eline geçen beş on kuruşu cömertlik yapayım diyerek şuna buna bağışlayıp evladını aç bırakanın hareketi cömertlik değil israftır, deliliktir.

Özetle, insan; övülmüş özellikler ve güzel ahlâkın tümünü gücünün yettiği kadar kazanmaya çaba ve gayret sarf etmelidir. Bunları da sırasıyla ve gereğine göre güzel bir şekilde kullanmalıdır. Yalnız bir iki güzel huy ve özellikle yetinmemelidir. Devlet görevleri veya önemli ve büyük sorumluluklar üstlenecek kişilerde de bir tek özellik yeterli olmaz. Bütün vaktini yalnız bir sanata bir alanda başarılı olmaya ayırmış olanlar bu tür görevlerde, özellikle yöneticilik görevinde başarılı olamazlar. Meşhur bir doktor, meşhur bir mühendis, meşhur bir kimyager gibi özelliklere sahip olanlar, bilgisi çeşitli alanlara yayılmış olanlar hükümet işlerinde, yöneticilikte büyük başarılar elde ederler. Bu gerçeği meşhur tarihçi Thomas Babington Macaulay, güzel ve hikmetli bir şekilde yazmış, açıklamış ve anlatmıştır. Ama el ile yapılacak sanatlarda, yöneticilik gerektirmeyen maddî alanlarda durum tam aksidir.

        Yani yalnız maddi alanda bir beceriyi yapmaya bütün dikkatlerini verenler, o beceri ve sanatta büyük bir meleke kazanırlar. İki kişiden biri göz doktorluğuna, diğeri terziliğe yönelseler ve vakitlerini sadece bu alana ayırabilseler, bu fen ve sanatı gayet ilerletebilirler. Bu görüşü de ilk olarak ortaya atan “Adam Simith” isimli ekonomisttir.

         Kıssadan hisse tıpkı düzenbaz vezir gibi günümüzde de Müslümanların arasına sızdırılan bazı sözde cemaat lideri bozuntuları da aynı yolu takip edip takiyye yaptılar.  Müslümanlara ait ne kadar kutsal kavram varsa hepsini istismar ettiler. Cemaat, mezhep, tarikat, imam, hoşgörü, tevazu, başörtüsü, zekât, fitre, sadaka, helaller, haramlar vb. birçok değer yerle bir edildi. Düzenbaz hileci vezir gibi emirleri ve finans desteklerini hep bir yerlerde kurguladılar. Nice gençlerimizi heder ettiler. Hayallerini, geleceklerini yıktılar. Hâsılı bir milletin geleceğini çaldılar vesselam…      

Şemsettin ÖZKAN   

13.03.2020 KONYA  

KAYNAKLAR :

  • Mevlana, Mesnevi,(Türkçesi Tahirü’l Mevlevi), İst. 2006, Kırkambar kitaplığı 
  • Mevlana Celaleddin Rumi, Mesnevi-Tam Metin-Ankara, Panama yay.   
  • www.mevlanavakfi.com                                                                                              

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir