RABBİM BENİ YAPAYALNIZ BIRAKMA

(Toplumsal İlişkiler 1281)

وَزَكَرِيَّٓا اِذْ نَادٰى رَبَّهُ رَبِّ لَا تَذَرْنٖي فَرْداً وَاَنْتَ خَيْرُ الْوَارِثٖينَۚ
“Ve hani Zekeriya, Rabb’ine el açıp yalvararak, “Ey Rabb’im!” diye seslenmişti, “Beni bu çetin mücâdelemde yapayalnız ve yardımcısız bırakma! Çünkü bu ümmetin, tertemiz bir nesle ihtiyacı var; bana katından, tevhid sancağını omuzlayacak hayırlı bir nesil, gözümü arkada bırakmayacak güvenilir bir yardımcı, bir dost ihsân eyle yâ Rab! Çünkü ben ümmetimi, ailemi, malımı mülkümü sana emânet ediyorum! Hiç kuşkusuz, emânet bırakılacak olanların en hayırlısı Sensin!” (Enbiya/89)

Franz Kafka; “benim yalnızlığım insanlarla dolu” derken ne demek istiyor acaba? Bir şehir kadar kalabalık mıdır yoksa bazılarının yalnızlığı? Sahi nedir yalnızlık?                                                                                  

           Modern yaşam, insanın toplumsal yalnızlığını da gün yüzüne çıkarmıştır. Bu yalnızlık öyle ekonomik ve mekânsal değil. Manevi bir yalnızlık bu…

           İnsanlar kalabalıklar içinde yalnızları oynuyorlar adeta. Agorafobi (açık alan korkusu) yaşıyor insanlar sanki. Yalnız lığımıza düşen karlar üşütüyor bizi. Sanayi toplumuna geçişle birlikte yaşanan bu süreçte, stres ve depresyon gibi psikolojik hastalıkların artışı da söz konusu tabi ki… Hızla sosyal bir varlık olmaktan çıkıp içe kapanıyoruz. Mutsuzluklarımızın bir nedeni de bu zaten. Bu yüzden üşüyoruz galiba.

          Bakmayın etrafınızda bir sürü insan dolandığına, sırılsıklam yalnızsınız aslında. Çünkü yalnızlık en içimizde. Bu yüzden olsa gerek; “yenildim, aç kapıyı yalnızlığım ben geldim”  diyen diyene… Sahi birgün yalnızlık da çeker gider mi? Ya da paylaşılır mı yalnızlık? Veya paylaşılsa yalnızlık olur mu? Kimiz biz? Yukarıdaki ayette de Hz. Zekeriya Peygamber çocuğu olmadığı için davasını anlatacak biri olmadığı için Rabbine “beni yapayalnız bırakma” diye niyaz ediyor. 

         Hz. Zekeriya, iyice yaşlanıp saçı başı ağarınca, akrabalarının manevî durumlarını da beğenmediğinden, Cenâb-ı Hak’tan kendisine yoldaş olacak, din ve dünya işlerinde kendisine yardım edecek, öldüğünde de yerine geçecek bir oğul ihsan etmesini istemişti. (bk. Âl-i İmrân  3/37-41; Meryem 19/1-11) Fakat burada o, yine Mevlâsı’nın iradesine teslim olup işi ona havale ederek: “Vârislerin en hayırlısı sensin!” (Enbiyâ 21/89) demiştir. Yani her şeyin fani olduğunu, kendisine bir evlat bağışlasa da onun da bir gün öleceğini ve neticede her şeyin Allah’a kalacağını, dolayısıyla vârisi olacak birini kendine lütfetmese de Rabbinin kendine kafî geleceğini ifade etmek istemiştir. Allah Teâlâ ise yaşlı olmasına rağmen hanımını doğuma elverişli hale getirmiş ve ona Yahyâ (a.s.)’ı lütfetmiştir.

Burada, umûmi mânada sûrede ismi yâd edilen peygamberlerin, husûsi mânada da Zekeriyâ (a.s.)’ın aile efradının üç mühim kulluk husûsiyetlerine dikkat çekilir:

›Onlar hayırlı işlerde yarışırlardı. Allah’a taat bu hayırlı işlerin başında gelir. Onlarda Allah’ın emirlerine itaat, yasaklarından kaçınma ve insanların hayrına olan işleri yapma hususunda pek büyük bir arzu ve iştiyak vardı.

Nitekim Mâruf-ı Kerhî (k.s.), Hak dostu âriflerin iç âlemlerinin temizliği ve amellerinin güzelliğini şöyle anlatır:

“Âriflerin kalbinde dünya sevgisi yoktur. Öyle bir sevgi kalsaydı onlar hayır işleri yapmaya güç yetiremezlerdi. Hakka taat kılamazlardı. Onların kalbinde zerre kadar dünya sevgisi olsaydı, tek secdeleri dahî sıhhatli olmazdı.” (Velîler Ansiklopedisi, I, 236)

›Rahmet, mağfiret ve cennetini umarak; azabından ve gazabından korkarak, ümitle korku dengesi içinde Allah’a devamlı dua ve niyâz halinde idiler.

›Cenâb-ı Hakk’a karşı büyük bir huşû, korku ve saygı içinde bulunuyorlardı. Huşû, kalpte iyice kökleşmiş korku demektir. Huşû duyan kişi, günahtan korktuğu için, yaptığı işlere, her türlü hal ve hareketlerine dikkat eder.

 “Onun da duasına cevap verdik, kendisine Yahya’yı armağan ettik, eşini de (doğurmaya) elverişli hale getirdik. Gerçekten  onlar (bütün peygamberler) hayırlarda yarışırlardı, (rahmetimizi) umarak ve (azabımızdan) korkarak Bize dua ederlerdi. Bize derin ve gönülden saygı gösterirlerdi.” (Enbiya/90)   

     Bu vasıflara sahip örnek bir kadın olarak da Hz. Meryem’den bahsediliyor bir sonraki ayette şöyle buyruluyor;

 “Irzını gereği gibi koruyan o (kutlu) kadını (Meryem Hanım’ı) da (hatırlayıp an ki); kendisine Ruhumuzdan üflemiş, onu ve oğlunu, âlemler için bir ayet (mucize ve ibret) kılıvermiştik.”

Şemsettin ÖZKAN

29.12.2023 GÜZELYALI

KAYNAKLAR

1-kuran.diyanet.gov.tr

2-kuranmeali.com

3-kuranvemeali.com (Kaynak Ömer Çelik tefsiri)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.