GÜNEŞ YOK OLMUŞ DEĞİL SADECE ÖNÜ KAPALI

(Toplumsal İlişkiler 614)


وَمَٓا اُمِرُٓوا اِلَّا لِيَعْبُدُوا اللّٰهَ مُخْلِصٖينَ لَهُ الدّٖينَ حُنَفَٓاءَ وَيُقٖيمُوا الصَّلٰوةَ وَيُؤْتُوا الزَّكٰوةَ وَذٰلِكَ دٖينُ الْقَيِّمَةِؕ
Oysa onlara, tertemiz bir inançla bir tek Allah’a yönelerek ve her konuda O’nun hükmüne boyun eğerek yalnızca O’na kulluk etmeleri, namazı dosdoğru kılmaları ve zekâtı vermeleri emredilmişti; işte budur, insanı kurtuluşa iletecek dosdoğru din” (Beyyine/5)

Cahit Zarifoğlu; “güneş yok olmuş değil, sadece önü kapalı” cümlesini “Bir Değirmendir Bu Dünya” adlı kitabında kurar. Üstad saf din anlayışının önünde bir sürü engel olabileceğini anlatmak ister bize. Bazen dini kitabı anlatacağız derken dinin özünü görmemizi engelleyen filtreler olabileceğini anlatır.

Değerli dostlar! Sözü daha fazla uzatmadan alıntıladığım yazısına gidelim ve onu anlamaya çalışalım.

Yine o devirlerde, Hazreti Ömer, çölde aç çocuklarını, kazanda taş kaynatarak avutmaya çalışan kadını görünce ağladı. Hazreti Peygamber, namazda iken, bir çocuğun ağladığını duysa, onun ıstırabını dindirmek için namazı hafif tutardı. Böylece İslâm’da sevgi ve merhamet hissi, aile içi bir duygu alışverişi olmaktan başlayarak, dünyaya, insanlara, hayvanlara ve bütün yaratılanlara bakışın temeli, çıkış noktası oldu…

Geniş Hayâl Gücü
Çocuklara bazen şöyle diyorum:
Hayâlperest olmayın. Hep sükut-ı hayâle uğrarsınız. Ayağınız yer tutmaz. Gerçeklerden kaçar kaçar hayâllerinize sığınır,
hayâl kurduğunuz sürece de doyar, tatmin olur, ama başarmanız gereken küçücük işleri bile altedemezsiniz.
İki delikanlı, üniversite sınavlarına girmek için gelmişler. Yazılarını okudukları ağabeylerinin bir de çehrelerini merak
etmişler. Onun üzerine tanıştık. Okul vaziyetlerini sordum. İkisinin de lise sondan takıntıları varmış.
Akıl almaz bir şey! Böyle takıntılar yapıp seneler kaybetmiş hiç kimseyi tanımamışım gibi dehşete kapıldım. Pırıl pırıl
bakışlarıyla zekalarını yansıtıp durmaları olmasa ne şaşıracağım, ne de dehşete kapılacağım. Onlara da dedim:
Hayâlperest misiniz? Bütün başarıları hayâllerinizde gerçekleştiriyor gerçek hayatta on mislini rahatlıkla elde edebileceğiniz bilgileri edinemiyor ve bu zavallı duruma mı düşüyorsunuz? Yoksa başka şeyler mi var?
Ah evet, elbette başka şeyler vardır. Bir takım geçim sorunları, aile içi problemler şunlar bunlar. Ama ben baş sebeblerden birini başka bir şeyde görüyorum ve onlara da şu şekilde anlatmaya çalıştım.
-Hayâlperest olmayın. Ayağınız yer tutmaz, sallanırsınız. Fakat hayâliniz geniş olsun. Geniş düşünün. Büyük düşünün. Size
gösterilen hedefleri zihninizle aşın.
Nedir gösterilen hedefler?
Mesela diploma. Mesela yaklaşan bir imtihanın başarılması. Falan dersin bellenmesi, hazmedilmesi, belki de
hazmedilmesinden çok o dersten iyi not alınması. Kötü, küçük, yozlaştırıcı hedefler bunlar. Böyle kıtıpiyoz hedefler olduğu
için de daracık odalarda at yarışı yaptırılan jokeyler (biniciler) gibi koşamamak, hırslanmak, buhrana kapılmak, bıkmak ve
yorulmak var.
Hedefleri yakınınızdan kaldırıp uzaklara koyun. Büyüterek uzağa koyun. Arapça mı öğreniyorsunuz, ders kitaplarının ve yetersiz ders saatlerinin ve öğretme metodlarının ötesine taşın. Böyle bir dersi, Arapça konusunda büyük bir hedefe bakmakla aşabilirsiniz. Onu, anadiliniz gibi öğrenmeyi hedeflemekle. İşte bu geniş hayâlli olmaktır. Ama hayâlperestlik değil.
Arapçayı ana diliniz gibi öğrenmeyi hedefleyip ona doğru çok daha fazlasına kâfi gelecek yeteneğinizi ve hafızasını ve şimdi
bol bol elinizin altında olan zamanınızı koşturmaya başlarsanız, önünüzdeki bir iki imtihan ve onunla ilgili diploma aradan
çıkar da haberiniz bile olmaz.
Bazılarına on parmak daktilo yazmayı öğrenin diyorum da burun kıvırıyorlar.
Onlara araba sürmesini öğrenin dediğim zaman ise bir bisikletlerinin bile olmadığını ve fakirliklerini, ekmek helva parası bile bulamadıklarını düşünerek kahkahalarla gülüyorlar. Oysa bir delikanlı vardı, dolmuşlarda gidip gelirken hayâl
kuracağına, şoförün el ve ayaklarını izleyerek ve bir iki kitap karıştırarak daha elini direksiyona sürmediği halde teorik olarak araba kullanmasını biliyordu ve zamanı gelince bir saat ders alarak ehliyet ve sonra da araba sahibi oldu. Çünkü istiyordu. Bu anlatmak istediğimin basit, adi bir örneği.
Müslümanın bir tek saniye boş zaman geçirmeye hakkı bulunmadığı bir zamanda kendinize nasıl bir değer biçiyor, maddi ve manevi gücünüzle nasıl bir hedefe bakıyorsunuz?
Yani kısacası diploma değil, diplomalar almakta acze düşmeye, şu bu dersten takıntılı olmaya, minicik hedeflerin önünde
bocalayıp durmaya utanmıyor musunuz?
Güneşte Bir Gece
Kim iddia edebilir ki ilk duyduğumda, bunun, günlük güneşlik bir günde, merceğin önüne filtre koyarak gece çekimi yapmayayarayan bir filmcilik tekniği olduğunu. Ama elbette salt Güneşte Gece deyimine bakarak hatırlamadım, flu olarak, Saadet Asrı ile çağımız arasına giren filtreleri. Çağrışımlar o teknik anlatılınca başladı. Nasıl afallıyor beyin: Kameranın ucuna bir filtre takıyorsun, romantik bir gece manzarası çıkıyor karşına. Hatta istersen kamerayı bir de tut güneşe, ayın ondördü diye yansıt perdelere.
Keşke Saadet Asrı ile çağımız arasına giren filtreler böyle basit ve çözümlemesi kolay bir teknik olsaydı: Meseleyi
anlayınca, ayın o mat ışıklarında, az bir gayretle güneşin hatıralarını kolayca bulacak, ışık demetlerini bileğimize dolayarak kayalara çarpa çarpa arındıracaktık. Sonra da tek tek tutturacaktık solgun güneşimize. Heyhat, bazen büyük büyük
gayretlerimizin sonunda bile ulaşır gibi olduğumuz aydınlığın güneşi, bakıyoruz ki güneş gibi yontulmuş bir başka filtre.
Yutturma bir güneş.
Bakın yörenize!
Ne onlar? Çeşit çeşit filtreler.
De ki fitneler. Hizipler.
Herkesin elinde birkaç tane.
İster tokuştur, ister değiş tokuş yap.
Fakat her şeye rağmen filtrelerin çalışmadığı bir alan olmalı.
Hicreti ve Medine’deki ilk devleti düşünüyorum. Hani devamı? Hanedan geleneği, saraylar, emirle ümmet arasına kat kat
surlar, demir kapılar, derken şunlar bunlar. Güneş orada kararmış, perde üzerine perde atılmış. Yok bir numûnesi.
Ya bilge kişi, ya hani bilgi.
Sandıklarda. Dedemin nice kitapları ahırın koyu rutubetini eme eme ufalandı sandıklarda.
Ama yine de, bir mahallede birkaç kişi değil, her yerde istediğin kadar kişi, elini attıkça bulabilir, bilgi dolu kitapları.
Din kitapları. Kimilerinde bazı konular eksik ilmihal kitapları. Cilt cilt tefsirler. Okuyan okuyana. Ama neden filtreler
kalkmıyor aradan. Tefsirler bile icabında bir fitne vesilesi olabiliyor.
Sayarsak daha da var. Güneş yok olmuş değil. Sadece önü kapalı. Işınları tek tek kara geliyor günümüze, gözümüze. Amadedik ki “filtrelerin çalışmadığı”, o ilk Saadet Zamanı’ndaki gibi kararmadan gelen bir kol, bir ışık balyası olmalı.
Kalble ilgili bir sırrımız var, olmalı. Bakılamadığı için karartılan, yumuşatılıp ılıklaştırılan, romantikleştirilen veya
beşerîleştirilen yalazlara kanmayan, onlara başını çevirip bakmayan bir yol takipçisi bulunmalı. Aksi takdirde ebediyen yitmiş olacak. O damar, o öz, şurada bir yerlerde ve gözüm, bana şahdamarımdan yakın bir hissin yolcusunda.

Şemsettin ÖZKAN

24.02.2022 GÜZELYALI

KAYNAKLAR

1-kuran.diyanet.gov.tr

2-kuranmeali.com

3-pixabay.com

4-anadolusairleri.com

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir