AYNI DİLİ KONUŞANLAR DEĞİL AYNI DUYGUYU PAYLAŞANLAR ANLAŞIR

(Toplumsal İlişkiler 215)


مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّٰهِۜ وَالَّذ۪ينَ مَعَهُٓ اَشِدَّٓاءُ عَلَى الْكُفَّارِ رُحَمَٓاءُ بَيْنَهُمْ
Muhammed Allah’ın Elçisidir. Onun yanında yer alan Müslümanlar ise, inkârcılara karşı son derece kararlı ve çetin, birbirlerine karşı ise çok şefkatli ve merhametlidirler. Onlar imanlarının sağlamlığı, prensiplerinin kesinliği, düşüncelerinin netliği sayesinde, kâfirlerin baskı ve dayatmaları karşısında çelik gibi sağlam dururlar…” (Fetih/29)

Hz. Mevlana ünlü eseri Mesnevi’sinin 1204-5 nolu beyitlerinde Süleyman Peygamberin kuşlarla yaptığı toplantıda Hüdhüd kuşunun dilinden şunları söyler:

Süleyman’ın büyük divan çadırı kurulunca bütün kuşlar huzuruna geldiler. Onu, kendilerinin dilini anlar, sırrını bilir bir zat bulup huzuruna canla, başla bir bir koştular. bütün kuşlar, cik cik ötmeyi bırakmışlar; kardeşinin seninle konuşmasından daha fasih bir surette Süleyman’la konuşmaya başlamışlardı. 1205. Aynı dili konuşma, hısımlık ve bağlılıktır. İnsan yabancılarla kalırsa mahpusa benzer. Nice Hindli, nice Türk vardır ki dildeştirler. Nice iki Türk de vardır ki birbirlerine yabancı gibidirler. Şu halde mahremlik dili, bambaşka bir dildir. Gönül birliği dil birliğinden daha iyidir. Gönülden sözsüz, işaretsiz, yazısız yüz binlerce tercüman zuhur eder. Kuşların hepsi, bütün sırlarını, hünerlerine, bilgi ve işlerine ait şeyleri.”

Anlayacağınız Hz. Pir; “aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguyu paylaşanlar anlaşabilir,” demek ister. Gerçekten de bütün alemde canlılar dünyasının birarada olmasının belki de en önemli formülü bu olsa gerek. “Aynı frekansta buluşmak, aynı hislere sahip olmak. Dilleri yok, renkleri yok, ırkları yok. Sadece ortak duygular var ortada.

Türk edebiyatının en önemli romanlarından Eylül romanında aynı duyguları paylaşan Süreyya’nın hanımı Suatve Süreyya’nın halasının oğlu Necip arasındaki duygu birliğinin ve eşlerin huylarının, ortak yanlarının olmasına güzel bir örnek teşkil eder.Mehmet Rauf’un tek romanı olan “Eylül” edebiyatımızdaki ilk psikolojik romandır. Eylül’de kişiler az, olay basittir ama yazar ruhsal çözümlemelerde oldukça başarılıdır. Süreyya, karısı Suat’la birlikte babasının evinde kalmaktadır. Süreyya’nın kız kardeşiyle onun eşi de onlarla birlikte yaşamaktadır. Süreyya baba evinde kalmaktan, evin uzak bir yerde olmasının da etkisiyle sıkılmakta, Boğaz’da veya Adalarda oturmayı; sandallı, kotralı bir deniz yaşamı sürmeyi istemektedir. Süreyya karısı Suat’la beş yıllık evlidirler. Suat, kocasının bu hayalini gerçekleştirmek umuduyla gizlice babasına mektup yazar ve para ister, babası da yazlık evin kira bedeli olan kırk lirayı kızına gönderir. Suat durumu kocası Süreyya’ya açar ve çok sevinirler. Süreyya Bey ve Suat Hanım Boğaz içinde küçük bir yalı tutarlar ve oraya taşınırlar.

Yalıya Süreyya’nın halasının oğlu olan Necip’i de sık sık davet ederler. Necip Suat’ı pek çok yönden taktir etmekte, beğenmektedir. Zamanla bu taktir ve beğeni duygulan sevgiye dönüşür. Süreyya sık sık denize çıkmakta, günlerinin çoğunu denizde geçirmektedir. Bu yüzden Suat’la Necip yalıda yalnız kalmaktadır, içten içe Suat da Necip’i sevmektedir ama her ikisi de Süreyya’yı çiğneyemediği için fazla ileri gidememektedir, vicdanları bunu engellemektedir. Bu yüzden birbirlerine olan aşklarını söyleyemezler. Etrafta Suat’la Necip arasındaki duygusal ilişkinin dedikodusu yayılmıştır, bunu Süreyya da duyar ama buna  ihtimal vermediği için fazla üzerine gitmez.

Necip bu söylentilerden dolayı yalıya seyrek gitmeye başlar, bir süre sonra “tifo”ya yakalanır. Hastalığın tehlikeli dönemi geçince Süreyya ile Suat, Necip’i ziyaret eder.

Necip, Suat’a olan aşkından dolayı yalıya gidip geldiği günlerde Suat’ın eldiveninin tekini almış yastığının altında saklamaktadır. Bu hasta ziyareti sırasında eldiven yastığın altında bulunur. Böylece Suat, Necip’in de kendisini sevdiğini anlamıştır ama bunu diğerleri de hisseder. Necip iyileşince yazın kalan vakitlerini Süreyya’nın yalısında geçirmeye mecbur edilir. Artık Necip’le Suat birbirlerine açılabilmiş aşk yaşamaktadırlar. Süreyya yalıyı çok sevmiştir, karısına kışı da burada geçirelim demiştir ama ne olduysa birden tekrar babasının konağına dönme kararı alır ve dönerler.

Bir “eylül” ayında konakta yangın çıkar. Herkes kaçar ama Suat’ın içerde kaldığı fark edilir. Kocası Süreyya bağırıp çağırsa da yanan konağa giremez. Necip hiç tereddüt etmeden alevlere dalıp Suat’ı kurtarmaya çalışır. Bu sırada yanan tavan çöker ve Necip ve Suat yanarak can verir.

Yukarıda geçen ayette inananların birbirlerine karşı son derece şefkatli ve merhametli oluşunu, inkarcılara karşı ise son derece kararlı ve çetin oluşunu da aynı hisleri paylaşmalarına bağlayabiliriz. Ne dersiniz sevgili dostlar?

Şemsettin ÖZKAN

04.01.2021 KONYA

KAYNAKLAR

1-kuran.diyanet.gov.tr

2-kuranmeali.com

3-dosyalar.semazen.net

4-edebiyatogretmeni.org

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir