UÇMAYI ÖĞRENMEDEN GÖÇ ETMEYE MECBUR KALMIŞ BİR KUŞ GİBİ KALBİMİZ

(Toplumsal İlişkiler 1272)

اَوَلَمْ يَرَوْا اِلَى الطَّيْرِ فَوْقَهُمْ صَٓافَّاتٍ وَيَقْبِضْنَؕ مَا يُمْسِكُهُنَّ اِلَّا الرَّحْمٰنُؕ اِنَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ بَصٖيرٌ
(Onlar) Üstlerinde kanat süzerken ve açıp yumarken sıra sıra uçanlara (gökyüzündeki kuşlara ve uçaklara) bakıp görmüyorlar mı (ve hiç düşünüp ibret almıyorlar mı)? Ki onları (bütün kuşları, uçakları ve uzay araçlarını havada) Rahman’dan başkası tutmuyor (her şey O’nun koyduğu tabii kanunlarla ve insana verdiği akıl yoluyla yürüyor). Şüphesiz O, her şeyi hakkıyla (ve bütün incelik ve gizlilikleriyle) görüp durandır.” Mülk/19)

Hayatta en zor şey ne biliyor musunuz? Yapılacak bir işin, birinci aşamasını henüz daha yapamamışken, sizin ikinci aşamayı yapmaya mecbur bırakılmanızdır.

              Cahit Zarifoğlu; “uçmayı öğrenmeden, göç etmeye mecbur kalmış bir kuş gibi kalbimiz” derken, tam da vurgulamaya çalıştığı bu değil mi? Yani zamansız işler. Mecbur yani bir şeyi yapmak zorunda kalan, sorumlu tutulan durumuna düşmek, uçmayı beceremeden göç etmek zorunda kalan bir minik bir kuş gibi olmak ne kadar zor olsa gerek.

              Gitmek gerekir bazen fazla yormadan, daha çok bıktırmadan ve hatta arkana dahi bakmadan. Bazen böylesine mecbur olur insan işte. Elden ne gelir ki?

              Bazen şöyle dersin kendi kendine; “vazgeçmek, tek başına yapılan bir eylem değilmiş meğer. Vazgeçmek karşıdakinin seni mecbur bıraktığı bir eylemmiş.” Herşeyin özgür iradeyle alınan bir karar olmadığını anlarsın birgün. Ben buna mecburum dersin.

             Aziz Nesin; “ne kadar kalmak istesek de, bazen gitmek zorunda kalırız. Ve ne kadar gitmek zorunda olsak da kalmaktan yanadır sol yanımız” derken gitmek ve kalmak arasında mecbur kalan kalbimizin tercihini irdeler.

            Kalbin mecbur kalışı deyince nedense hep aklıma Atilla İlhan’ın “Ben Sana Mecburum” şiiri gelir:   

Ben sana mecburum bilemezsin
Adını mıh gibi aklımda tutuyorum
Büyüdükçe büyüyor gözlerin
Ben sana mecburum bilemezsin
İçimi seninle ısıtıyorum.

Ağaçlar sonbahara hazırlanıyor
Bu şehir o eski İstanbul mudur
Karanlıkta bulutlar parçalanıyor
Sokak lambaları birden yanıyor
Kaldırımlarda yağmur kokusu
Ben sana mecburum sen yoksun.

Sevmek kimi zaman rezilce korkuludur
İnsan bir akşam üstü ansızın yorulur
Tutsak ustura ağzında yaşamaktan
Kimi zaman ellerini kırar tutkusu
Bir kaç hayat çıkarır yaşamasından
Hangi kapıyı çalsa kimi zaman
Arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu

Fatih’te yoksul bir gramofon çalıyor
Eski zamanlardan bir cuma çalıyor
Durup köşe başında deliksiz dinlesem
Sana kullanılmamış bir gök getirsem
Haftalar ellerimde ufalanıyor
Ne yapsam ne tutsam nereye gitsem
Ben sana mecburum sen yoksun.

Belki haziran da mavi benekli çocuksun
Ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor
Bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden
Belki Yeşilköy’de uçağa biniyorsun
Bütün ıslanmışsın tüylerin ürperiyor
Belki körsün kırılmışsın telaş içindesin
Kötü rüzgar saçlarını götürüyor

Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Bu kurtlar sofrasında belki zor
Ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden
Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Sus deyip adınla başlıyorum
İçim sıra kımıldıyor gizli denizlerin
Hayır başka türlü olmayacak
Ben sana mecburum bilemezsin.

Şemsettin ÖZKAN
20.12.2023 GÜZELYALI

KAYNAKLAR

1-kuran.diyanet.gov.tr

2-kuranmeali.com

3-pixabay.com

4-siir.gen.tr

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.