موتوا قبل أن تموتوا HİÇ OLMAK
“Ölmeden önce ölünüz.” (El-Acluni, Keşfu’l Hafa,2/29)
Tesadüfe pek inanmam, tevafuk demeyi tercih ederim. Zaman zaman karşıma hüsni hat yazısıyla yazılmış çok sevdiğim bir yazı çıkar: HİÇ…
Hiç kavramı bir şeyin azlığını, önemsiz ve değersiz oluşunu anlatırken, asla onun yok oluşunu ifade etmez.
Her çeşit psikolojik ve sinir hastalıkları, nefsimizin komplekslerinden ortaya çıktığı, bilinen bir gerçektir. Olumsuz yaşantı ve duygular, nefiste kendini savunmak için, kompleksler meydana getirir. Kompleks yapılanma bilinçaltımızda adeta saatli bir bomba gibi patlamaya hazır beklemektedir. Pimi çekildiği an insanda onulmaz yaralara yol açar. Kin, hasetlik, fesatlık başkalarını küçük görme gibi birçok olumsuz duyguların kaynağı, “hiçlik terapisi” yapamamaktan kaynaklanır. “Hiçlik terapisi”nin en iyi uygulayıcılarından Hz. Şems, Hz. Mevlana’da ilk benliğini kırma operasyonunu yaptı. Hz. Mevlana’yı o dönem üniversite rektörlüğü koltuğundan indirerek, onun en büyük egosunu yerle bir etti. Bu yüzden olsa gerek, o sihirli “hiçlik terapisi” formülünü Hz. Mevlana şu şekilde açıklamıştır:
“Sen benim dünyada ünümü duymadın mı hiç? Ben bir hiçim hiç… “
Böylece insana yakışmayan bu şeytani duygu ve düşünceler, Hz. Âdem babamız gibi, insani duygu ve düşünce atmosferine çekilmekte ve nefsi ilah edinmeyi önlemektedir.
“Kendi arzu ve hevesini ilah edineni gördün mü?” (Casiye/23) ayeti de okunursa, bu terapide olumlu katkı sağlar.
Mevlana hazretlerine kulak vermek için Mesnevi’deki Tüccar ve Papağanı hikâyesine dönelim. Olumlu anlamda hiç olmak nasıl olmalı ve ölmeden önce nasıl ölünmeli “hiçlik terapisi” yaparak konumuzu bitirelim değerli dostlarım!
Ticaretle uğraşan bir adamın, güzel bir
papağanı vardı. Bir gün bu tüccar, işi gereği Hindistan’a gitmek için, yol
hazırlığına başladı. Cömertliği ile tanınan bu tüccar, ailesine ve yakın
arkadaşlarına tek tek ”Sana Hindistan’dan ne getireyim? Ne istersin?” diye
sordu. Her biri ayrı ayrı istekte bulundu. Bu cömert ve iyi kalpli tüccar
onların isteklerini not alıp, getireceğine dair söz
verdi.
Sonra çok sevdiği papağanına yönelip ona da sordu: ”Ey
güzel kuşum, sen ne istersin?” Papağan, ”Oradaki papağanları görünce, halimi
onlara anlat. Papağanımın size selamı var. Sizi özlediğini ve kurtuluşu için
çare bulmanız konusunda yardımcı olmanızı istiyor dersin” dedi.
Sözlerine
devam ederek, ”ben gurbet ellerde hasretle ve ayrı düşmenin ıstırabıyla
çırpınırken, sizlerin yeşil ormanların güzel ağaçlarının dallarında dolaşarak
keyiflenmeniz uygun mudur?
Dostların
vefası böyle mi olur? Sizler boylu poslu güzel eşlerinizle, zevk sefa
içerisindesiniz. Ben ise burada hapisteyim. Yüreğim kan ağlar. Hiç olmazsa,
sabahın seherinde şu garibi de hatırlayın. Dostların, dostu hatırlaması
mutluluktur. Başka bir şey istemiyorum” dedi.
Tüccar,
papağanın selamını ve mesajını oradaki papağanlara götürmeyi de kabul ederek
yola koyuldu. Günlerce yol aldıktan sonra Hindistan’a ulaştı. Ağaçların
üzerinde papağanları görünce, atını durdurarak onlara seslendi. Evde kafeste
beslediği papağanının selamını ve sözlerini aktardı. Tüccar sözlerini bitirir
bitirmez, oradaki papağanlardan biri birkaç kere titredi, nefesi kesilerek
düşüp öldü.
Tüccar
bu durumu görünce söylediğine de söyleyeceğine de pişman oldu. Kendi kendine,
”Bir canlının ölümüne sebep olarak günaha girdim. Galiba bu papağan, benim
papağanımın bir yakını ya da çok candan seveniydi” diye düşündü. Hindistan’daki
alışverişini bitirdikten sonra memleketine döndü.
Dostlarının
istediklerini teslim etti. Papağan, tüccarın hediyeleri dağıtmasını kafesinden
izliyordu. Sahibine seslendi: ”Benim armağanım nerede? Papağan dostlarıma
selamımı ulaştırdın mı? Onların haberlerini bana anlat ki, ben de dostların
gibi mutlu olayım.”
Tüccar,
”Sevgili kuşum! Bana öyle bir iş yaptırdın ki, sana uyup da nasıl böyle bir
cahillik yaptığıma hala yanmaktayım. Bin pişman oldum ama pişmanlık neye yarar?”
Papağan
bu sözleri duyunca olanları daha çok merak etti. Sevgili kuşunun ısrarlarına
dayanamayan tüccar, olanları başından sonuna tek tek anlattı.
“Söylediğin
yere gittim. Dostlarına selamını ve söylediklerini aktarınca içlerinden biri, senin
gönderdiğin haberin üzüntüsüne dayanamamış olacak ki, düşüp öldü. Bu durumu
görünce çok pişman oldum, ama söylemiş bulundum” dedi.
Tüccarın
bu anlattıklarını dinleyen kafesteki papağan, önce titredi, sonra kaskatı
kesildi. Tüccar kendi güzel papağanının da aynı şekilde düşüp öldüğünü görünce,
aklı başından gitti. Ağlayıp sızlanmaya, ah vah edip dövünmeye başladı.
“Ey güzeller güzeli papağanım. Hoş sesli
kuşum, yoldaşım, sırdaşım. Ne oldu sana? Neden bu hale geldin?” diye feryat
etti.
Ölü papağanı
üzüntüyle kafesin içinden çıkarınca, papağan birden canlanıp uçtu. Yüksek bir
dala kondu. Tüccar kuşun bu durumuna, şaşırdı kaldı. Başını kaldırıp, ”Ey güzel
papağanım! Ben bu işten bir şey anlamadım. Sen bu hileyi nereden öğrendin?
Böyle canımı yaktın” dedi.
Papağan
konduğu yerden cevap verdi: ”Sevgili efendim! Hindistan’daki o kuş, yaptığı
hareketle bana yol gösterdi. Selamımı alınca düşüp ölmüş gibi yapması, bana
öğüttü.
“Efendim! Sen de benim gibi yap. Ölmeden önce
öl. Canını, ten kafesinin esaretinden kurtar. Ruhun gerçek vatanın
güzelliklerine uçsun.”
Papağan efendisine, ”Allaha ısmarladık” diyerek vatanına ve dostlarına
doğru kanat çırptı…
اَفَرَاَيْتَ مَنِ اتَّخَذَ اِلٰهَهُ هَوٰيهُ وَاَضَلَّهُ اللّٰهُ عَلٰى عِلْمٍ وَخَتَمَ عَلٰى سَمْعِه۪ وَقَلْبِه۪ وَجَعَلَ عَلٰى بَصَرِه۪ غِشَاوَةًۜ فَمَنْ يَهْد۪يهِ مِنْ بَعْدِ اللّٰهِۜ اَفَلَا تَذَكَّرُونَ ٢٣
Şu heva ve hevesini ilah edineni gördün mü? Allah onu bir bilgi üzerinde sapıklıkta bırakmıştır. Kulağını ve kalbini mühürlemiş, gözüne de perde çekmiştir. Allah’tan sonra kim onu doğru yola çıkarabilir? Hiç düşünmüyor musunuz? (Casiye/23)
hevâ ve hevesini kendine ilâh edinen kimseyi gördün mü? Hakkı düşünmeyip keyfi ne isterse onu ilah edinmiş kendi zevkinin sevdasına düşmüş. Allah da bir ilim üzerine onu şaşırtmış “Fakat kendilerine ancak ilim geldikten sonra, birbirlerini çekememezlik yüzünden ayrılığa düşmüşlerdi.” (Câsiye, 45/17) ifadesindeki gibi olmuş, ve kulağını ve kalbini üstünden mühürlemiş ve gözüne bir perde çekmiştir. Çünkü hevâ ve şehvet gözü kör, kulağı sağır, kalbi duygusuz eder. O kimse bilgin de olsa ilmine rağmen hakkı duymaz olur. Nitekim filozofların ve dünya hayatına düşkün din bilginlerinin bir çoğu böyle olmuştur. Artık onu Allah’tan başka kim hidâyete erdirilebilir? Yani Allah şaşırttıktan sonra kimin haddine ki onu hidâyet etsin. Halâ düşünmeyecek misiniz? Bu uyarılar karşısında hevâ ve hevesleri bırakarak ilmin gereğine göre bir düşünüp hak ve sonucu anlamayacak mısınız?
Casiye/23. ayetinin açıklaması merhum Elmalı Hamdi Yazır’a aittir. En fazla hiç olamama tehlikesi dini iyi biliyorum diyenlerde mi rastlanıyor? Eğer öyleyse vah halimize…
Hiç olmak herkes olmaktan daha onurlu değil midir?
“Ölmeden önce ölünüz” hadisi hakkında; Ebu’ Hacer El-Askalani mesnedsiz derken, Aliyyü’l Kari, manası doğrudur demiştir.