(Toplumsal İlişkiler 879)
وَقَالَ نِسْوَةٌ فِي الْمَدٖينَةِ امْرَاَتُ الْعَزٖيزِ تُرَاوِدُ فَتٰيهَا عَنْ نَفْسِهٖۚ قَدْ شَغَفَهَا حُباًّؕ اِنَّا لَنَرٰيهَا فٖي ضَلَالٍ مُبٖينٍ
“Şehirdeki saray çevresine mensup bazı kadınlar, kendi aralarında, “Duydunuz mu? Vezirin karısı, kölesine göz koymuş; onun aşkıyla yanıp tutuşuyormuş. Ne ayıp, âşık olmak için bula bula bir köleyi mi bulmuş? Bize öyle geliyor ki, bu kadın düpedüz sapıtmış!” diyorlardı.” (Yusuf/30)
Aşk duygusu insanı bir sarmaşık gibi sarmalayıp, işgal ettiği zaman aşığın eli ayağı tutulur, yemeden içmeden kesilir. Niyet etmişse aşk diyarına sefere kimse onu bu yolculuktan alıkoyamaz.
Hz. Mevlana’nın; “şüphe yok ki, aşık gönül yurduna sefer eder. Gönül sevgilinin sarhoşudur. Ne yoldan, konaktan, ne de yolun kısalığı veya uzunluğundan haberi vardır” (Mesnevi, c.3/1977-1979) sözü de bizi aynı şehirde buluşturur: – “Aşkabad.” (Aşk Şehri.) Gönlü geniş ruhu gezginlerin onikinci kuralı şöyle der:
“Aşk bir seferdir. Bu sefere çıkan her yolcu, istese de istemese de tepeden tırnağa değişir. Bu yollara dalıp da değişmeyen yoktur.” bu hal ŞEMSABAD (Kitab-ü Usul-i’l AŞK) adlı tarihi romanımızda nasıl işlenmiş bir görelim:
EY GÖNÜL! ŞİMDİ SORARIM SANA, HANGİ AŞK DAHA BÜYÜK? ANLATILARAK DİLE DÜŞEN Mİ? ANLATILMAYIP YÜREK DEŞEN Mİ?
Saadeddin Küpeg. Bir başka ifadeyle, Sadettin Köpek. Alaeddin Keykubat’ın veziri, baş mimarı ve de nakkaşı. Ve de emir-i şikârı, yani av emiri. Mimari anlamda, yaptığı çalışmalarla, adından söz ettiriyordu. Bugün hala o dönemden günümüze ulaşan Beyşehir’de kalıntılarına rastladığımız Kubadabad sarayını ve hala dimdik ayakta olan Konya Aksaray arasındaki Zazadin hanını, (muhtemeldir ki, bu Sadeddin isminin halk ağzında söylenişidir) o yaptırmıştı. Kervansarayın kitabesinde eserin banisinin (inşa edenin) ‘Köpek’ olduğu babasının adıyla açıkça yazmaktadır. Bu durumda adı Köpek, lakabı ise Sadeddin’dir. Kendisine gelinceye kadar köpek lafzı; iltifat edilen, kendisinden sonra onun yaptıklarından ötürü, bu hayvana hakaret kabul edilmişti. Alaiye’nin (Alanya’nın) kuruluş çalışmalarında bulunmuştu. Çok çalışkandı. Hırslıydı, muhteristi. Sessiz ve derinden gidiyordu. Tarihimizin kaydettiği ilk entrikacıydı. Onun kadar ustaca manevralar yapan az görülürdü. Etrafına gülücükler dağıtan, insanlarla, halkla hoş sohbet olan Köpek, ihtiraslarıyla koca bir devleti, hallaç pamuğu gibi savuracaktı. Alaeddin Keykubat’a düzenlenen suikastın içinde de baş aktör olacaktı. Tek emeli, Selçuklu tahtına oturmak olan, önündeki barikatları buldozer gibi ezip geçen, Sultanın veliaht tayin ettiği Melike Adiliye’den olan oğlu İzzeddin Kılıç Arslan yerine, zevkine düşkün olan, (Huand) Mahperi Hatun’dan olan oğlu, II. Gıyaseddin Keyhüsrev’i tahta geçirmek için gizli planlar içindeydi. Böylelikle devlet yönetiminde istedikleri gibi at oynatacaklardı. Hâlbuki bütün emirler, sultana, İzzeddin Kılıç Arslan’ın yanında yer alacaklarına dair yeminler edip, söz vermişlerdi. Ama bunlar yeminlerini kendi menfaatlerine kalkan edecek kadar alçalmışlardı.
1237 Mayıs’ına rastlayan Ramazan ayından yaklaşık bir ay öncesinde, Alaeddin Keykubat, yazlarını geçirdiği, Kayseri’deki Keykubad iye sarayında dinlenmektedir. Aldığı önemli kararları, bayramda vereceği ziyafetle, yabancı elçilerinde katılacağı bir toplantı ile aslında, malumun ilanını yapacaktır. Alaeddin Keykubat devleti günden güne geliştirip büyütürken, emirlerde kendi menfaat ve çıkarlarının hesaplarını yapıyordu.
Sadettin Köpek, gözlerden uzak Kubadabad sarayını bitirmek üzere son rötuşlarını yapıyordu. İçinden “ artık, sultana bir şeyler yapmanın zamanı geldi,” dedi. Sultanın tahtına geçmenin planlarını yapıyordu. “Ama nasıl?”
Çıkarların aynı payda da toplanacağı emirleri bir araya getirmeye karar verdi. Oyunu bir santranca dönüştürmenin zekice olacağını, bu yüzden onlarla önce ayrı ayrı zamanlarda bir araya geleyim, sonra da parçaları birleştiririm.” dedi. Kendi buluşunu kendi de beğendi. Kendi kendini takdir etti.
Atına atladığı gibi soluğu Erzincan’da II. Gıyaseddin Keyhüsrev’in de, atabeği olan Atabey Altun Aba’nın yanında aldı:
“-Gelişimin sebebi sultanımız Harezmîlerden Kayır Han’a koca Sivas’ın valiliğini verdi. Diğerlerine de kuzeyde yeni iktalar veriliyor? Bir şeyler yapmak lazım?”
Atabey Altun Aba:
“-Haklısın Sadeddin! Bir şeyler yapmak gerekir? Ama ne, ne zaman, nerede, nasıl yapılacak?
Sadeddin Köpek:
“-Sen Sultanın oğlu II. Gıyaseddin Keyhüsrev’in atabeyisin. Önce onun veliaht tayin edilen kardeşinden, o göreve daha layık olduğu düşüncesini, bu zayıf, zevkine düşkün çocuğun bilinçaltına yerleştirmeliyiz. Kıskançlıktan, sonra zaten, bir daha gözü görmeyecek. Haset ateşiyle yanacak. Böylelerini de biz, istediğimiz gibi, evire çevire oynarız. Mal varlığımızı katladığımız gibi, siyaseten de önemli oranda nüfuzumuz artar. Elimizi de çabuk tutmalıyız bu işi de en geç, Sultanın Ramazan Bayramında vereceği ziyafette halletmeliyiz.”
Atabey Altun Aba:
“-Oo, bakıyorum da, her şeyi inceden inceye düşünmüşsün. Ama o hazin son, nasıl olacak asıl ben onu merak ediyorum.”
Sadeddin Köpek:
“-Klasik usulle?”
“-Nasıl yani?”
“-Biraz düşünürsen iyi olacak. Orasını şimdilik söylemeyeceğim ama müthiş bir planım var. Aynı zamanda II. Gıyaseddin Keyhüsrev’in annesi Huand Hatun’u da, şayet Sultanın veliaht tayin ettiği İzzeddin Kılıç Arslan geçerse, oğlunu ortadan kaldırmakla yetinmeyeceğini, kendisini de öldüreceğine inandırmalıyız. Ama planımızdan onlara hiç söz etmeyeceğiz. Birde suikast sonrası çok hızlı hareket ederek II. Gıyaseddin Keyhüsrev’i hemen tahta geçirmeliyiz. Burada Taceddin Pervane de, bizimle beraber hareket edecek. Hızlı hareket ederek Kemaleddin Kamyar’a, Kayır Han gibilerine fırsat vermemeliyiz. Kılıç Arslan’a bağlı beylerin muhalefetine meydan vermemek için şehrin meydan kapısı (dervaze-i Meydan) hariç, diğer kapıları sıkıca kapatacağız. Biz işimizi gördükten sonra, onları da zaten sindirmiş olacağız.”
“– Harika. Müthiş, bir plan.” Dedi Altun Aba.”
“-Bu konuda dışarıdan Eyyubi Melik Kamil’den de hatta destek alabiliriz. Alaeddin Keykubat’la arası bozuk. İktidar değişikliğine yardım ederse, hapisteki binlerce taraftarını, içerideki değerli komutanlarını da salacağımızı söyledik mi o da bu planın içinde yer alacaktır mutlaka. Çünkü çok karlı bir alışveriş, öyle değil mi Altun Aba?”
“– Evet, böyle bir fırsat bir daha zor gelir. Eminim kimse kaçırmak istemez.”
Sadeddin Köpek, sinsi bir plan hazırlıyordu. Hükümdarın emir-i şikârı(av emiri) olduğundan, çaşniğir Nasuriddin Ali’yle işbirliği yapacaktı. Hükümdarın çok sevdiği av etinin aşırı derecede pişirilmesi ve çok sıcak servis edilmesiyle gıda zehirlenmesine neden olacaktı, bu durumda da, kimse cana kıyma kastı aramayacaktı. Çaşniğir onun, sultanın av emiri olduğundan, onun direktiflerine göre kuş etini pişirecekti.
Planını üç aşamada uygulamak istiyordu. Birinci aşamada Sultan Alaeddin Keykubat yediği av etinden zehirlenerek ölecek. İkinci aşamada derhal yapılan plan doğrultusunda II. Gıyaseddin Keyhüsrev tahta geçirilecek, üçüncü aşamada ise bunu yakınlarına bile söylemiyordu, ser veriyor sır vermiyordu; annesi Şehnaz Hatun’un, Sultan 1.Gıyaseddin Keyhüsrev ile gayri meşru ilişkisi sonunda, iki aylık hamileyken başkasıyla evlendiğini, kendisinin de yedi ay sonra dünyaya geldiği söylentisini yayacaktı. Böylece tahta oturmanın kuralı olan, hükümdarın soyundan gelme koşulunu da yerine getirmiş olacaktı. Bundan Atabey Altun Aba ’ya da hiç söz etmiyordu. Herkesi kendi çıkarları için kullanacaktı. II. Gıyaseddin Keyhüsrev’i tahta geçirdikten sonra nasıl olsa bir yolunu bulup, baş vezir olacak istediği gibi at oynatacaktı. Sonra da nihai hedefi Anadolu Selçuklu Devleti sultanı olacaktı.
Devletin güçlü emirleri üzerinde büyük bir otoritesi olan Sadeddin Köpek, Hükümdarın da en sadık veziriydi. Bu durum planını gerçekleşmeye çok yardım edecekti. Kimse ondan bir ihanet beklemezdi. Açıkça konuştukları dışında bunu kimse bilmezdi. Onlara da bunu sadece kendilerinin bildiğini hatırlatır, üstü kapalı ‘bu olay duyulursa ölümlerden ölüm beğen’ der gibi tehdit ederdi. Karşısındaki atabey Altun Aba ‘ya küçümser bir edayla bakıp;
“– Hadi bakalım kolay gelsin. Bu işin sonunda her şey var. Para, mal, mülk, yeni iktalar, siyasi itibar, şan, şöhret, istikbal, ikbal, düşmanlarımıza diz çöktürme, kadın, yeni hükümdarı çantada keklik yapma, hatta daha fazlası…” deyince Altun Aba;
“-Daha fazlası mı? Nasıl yani?” dedi.
Sadeddin Köpek açık vermedi;
“-Sözün gelişi öylesine diyorum, mesela yani, bakalım daha bilmediğimiz nice kapılar açılacak.”
Altun Aba anlamadığı halde anlamış gibi konuştu;
“-Öyle ya, vurgun büyük olunca, getirisi de büyük olacak.”
Ramazan bayramından üç gün önce Kayseri’de son bir kez daha durum değerlendirmesi yapmayı kararlaştırdılar.
Alaeddin Keykubat 1237 senesinin Ramazan ayının son gününe kadar yoğun bir diplomasi yürütmüş, ülkenin geleceği ile ilgili toplantılar, tayinler, anlaşmalar ve ittifaklar yapmıştı. Yabancı ülkelerin özellikle Moğol ve Eyyubi elçileriyle görüşmüştü. Ordusunu yeni fetihler için hazırlıyordu. Hedefinde ise bir türlü kuşatılıp ta alınamayan Amid(Diyarbakır) vardı.
1 Haziran Pazartesi günü, Ramazan bayramı namazını, devlet adamları, komutanları ve elçilerle birlikte Kayseri Ulu camisinde kıldı. Namazdan sonra yanındakilerle Kayseri’nin Meşhed ovasına hazır olan ordusuna ve halka açık, Türk geleneğine uygun büyük bir ziyafet(toy) vermek için geldi. Bayram süresince devam edecek toyda yiyecek ve içeceklerin bolluğu, çeşitliliği, lezzeti ve müziğin nefis tınısı gerçekten görülmeye değerdi. Herkes gün boyu yedi, içti eğlendi. Kabiliyeti olanlar oyunlar oynadı yarışma ve çeşitli gösteriler yaptılar. Hatta bir ara, Alaeddin Keykubat bile, coşa gelip, komutanı Celaleddin Karatay ’la, teke tek, gösteri mahiyetinde düelloya tutuştu. Usta bir silahşor olan Alaeddin Keykubat, mızrağıyla, rakibini zor durumlara düşürdü. Rakibi, bu hamleleri güçlükle, kalkanıyla, ancak önleyebildi. Sultan daha sonra dinlenmek maksadıyla üç başlı otağına çekildi.
Akşamleyin de aynı mekânda, elçiler, komutanlar, devlet ricali ve yiğit bahadırlar için de özel bir yemek verecekti. Sadettin Köpek bu akşam yemeğini bekliyordu. Mutfağa inmiş, çaşniğir Nasireddin Ali’ye, sultanın, av etini çok sevdiğini söylemiş, yanında getirdiği bıldırcın etini, bol ateşte pişirmesini istemişti. Yine hazırlıklar mükemmeldi, sofra enva-i çeşit yiyecek ve içeceklerle donatılmış, kuvvalan-ı has denilen saray sanatçılarının yanı sıra, mahalli sanatçılar ve ozanlar, döneminin en iyi musiki eserlerini, icra etmek için adeta birbirleriyle yarışıyorlardı. Söyledikleri eserler çok içli nağmelerdi, insanı hüzünden hüzüne sokuyordu. Sultan tahtına kurulmuş, musikinin verdiği rehavetle, dalgın gözlerle, etrafındaki bu muhteşem kalabalığı seyrediyordu. Sahnedeki sanatçı dönemin ünlü şairlerinden Ahmet Fakih’e ait çarh name adlı bir kasidesini seslendiriyordu:
Diriğa çarhun elünden hezaran
Ki kılmışdur mu’attal bunca karan
Bilir misin niçün geldin cihana
Seni kulluğ içün yarattı Sultan.
Bu dünyaya niçün pek yapışırsın
Seni andan koparır çarh-ı devran.
Alaeddin Keykubat, kasideden çok etkilenmiş olacak ki, çok duygulanmıştı. Kırk beşine çoktan merdiven dayamış olan Sultan’ın gayri ihtiyari musikinin nağmelerinden ötürü gözlerinden birkaç yaş süzüldü. Mendiliyle gözündeki yaşları sildi. Bu arada Çaşniğir Nasireddin Ali, Sadeddin Köpeğin kendisine verdiği, sultanın sevdiğini söylediği, yeni kızartılmış, içinde av eti bulunan, bir tabak ile ansızın çıkageldi. Yere diz çöküp, av etini bıçakla parçaladıktan sonra, tabağı sultanın önüne koydu. Sadeddin Köpek hemen önünde oturuyor bu sahneyi heyecanla seyrediyordu. Bir ara göz göze geldiler. Sultan Sadeddin Köpeğin kafasını eğmesini ‘afiyet olsun’ der gibi algıladı. Çünkü şimdiye kadar kendisiyle sayısız av partisine katılmış, her seferinde enfes av yiyeceklerini tatmıştı. Av etinden birkaç parça ağzına götürdü. Bu arada müzik devam ediyordu:
Bu rızk içün nice teşviş çekersin
Usandı rızk yiyü ağzında dendan
Meğer giripsin içinde yatasın
Beş on arşun bez ile yahud üryan
Ne mağrursun cihanın lezzetine
Nice bir yürüyesin şad ü handan
Av etinden birkaç lokma alan Sultanın üzerine ağır bir sıkıntı bastı. Buram buram terlemeye başladı. Bu arada müzisyen iyice tize çıkmıştı:
Kaza yayı ecel okların atar
Sana dahi dokuniser ol oktan
Yıkılırsa bu göklerle bu yerler
Kamusu oliserdir külli viran.
Eliyle müziğin susmasını işaret etti, Meclisin ve bu muhteşem ziyafetin coşkulu havası bir anda yasa büründü. Sultan zehirlenmişti. Mecliste bulunanlar şaşkındılar. Herkes ‘ ‘ne oldu?’ diye birbirine soruyordu. Saray muhafızları derhal sultanı atına bindirip, Keykubad iye sarayına götürdüler. Sarayda birkaç kez kustuysa da acıları ve sıkıntıları bir türlü azalmak bilmedi. Vücudu şok miktarda su ve elektrolit kaybetmişti. Sıcakta uzun süre bekletilmiş besin zehirlenmesi ile bulantı, kusma, yüksek ateş, yutma konuşma gibi sendromlar oluşmuştu. Bakterinin ürettiği toksin sinir sistemini fena etkilemişti. Sanki olay basit bir besin zehirlenmesi değil gibiydi, herhalde zehir av etine şırınga edilmişti ama bir taraftan da olayda besin zehirlenmesi vardı. Ama ne olursa olsun Sultanın durumu hiç iç açıcı gözükmüyordu. Yanında temizlik işlerinden sorumlu veziri Celaleddin Karatay bulunuyordu. Bir ara ona dönerek;
“-Celaleddin, bu memleket sevdası aşk işidir. Onun için her şeyini feda edersin. Hatta canını bile verirsin. Aşk bir seferdir, bu sefere çıkan istese de istemese de tepeden tırnağa değişir. Bu yollara dalıp ta değişmeyen yoktur Celaleddin, değişmeyen yoktur Celaleddin diye, sayıklar gibi konuştu. Sonra da;
“-Benim işim bitti Celaleddin. İyileşmekten ümidimi kestim, Kemaleddin Kamyar’ı çağırın da ona vasiyetimi bildireyim” dedi. Celaleddin Karatay, Beylerbeyi Kemaleddin Kamyar’ı çağırmak üzere birkaç özel adam gönderdi. Bu arada Alaeddin Keykubat ömür boyu meşgul olduğu devlet işleriyle ölmek üzere olduğu şu anlarda bile meşgul oluyordu:
“-Ben bu vatana sevdalıyım Celaleddin! Ben bu millete aşığım Celaleddin! O zaman ey gönül! Şimdi sorarım sana hangi aşk daha büyük? Anlatılarak dile düşen mi? Anlatılmayıp yürek deşen mi? İşte sana şu an yüreğimi deşen aşkımı anlatıyorum. İlayı Kelimetullah uğruna canımı verdiğim, Allah’ın ve resulünün yolu benim aşkım, yüreğimi deşen bu sevda, çok büyük. Ne yaptımsa, Allah rızası için yaptım. Dile düşen aşkım memleketi getirdiğim en son noktad…” derken bir anda konuşamaz oldu, Kamyar ’da bu arada gelmişti. Ona ancak işaretlerle bir şeyler anlattı. Zehir bütün vücudunu sarmıştı. Zehrin etkisiyle vücudu iyice kasılmış, dili tutulmuştu. Kamyar işaretlerden hiçbir şey anlamadı, endişe ve kaygıyla sarayı terk etti. Alaeddin Keykubat birkaç saat ölümle pençeleştikten sonra, gece yarısına doğru hayata gözlerini kapadı. Böylece hayat sahnesinden bir yıldız daha kaydı.
Sultanların ölüm haberleri yenilerinin tahta çıkmasına kadar belli bir süre gizli tutulması teamüllere uygundu. Ancak Alaeddin Keykubat’ın ölümünde teamüllere aykırı sürpriz bir gelişme yaşandı.
Nerden ve nasıl haber aldıkları bilinmeyen başta Sadeddin Köpek, Atabey Altun Apa, Üstadüdar Lala Cemaleddin Ferruh, Taceddin Pervane ve Gürcü oğlu Zahireddin gibi iktidar yetkisine sahip büyük devlet adamları ve komutanlar işbirliği yapmışçasına sabahleyin erkenden Keykubad iye sarayında toplanı vermişlerdi. Bunların içinde Alaeddin Keykubat’ın çok önem verdiği Beylerbeyi Kemaleddin Kamyar, Kayır Han ve Hüsameddin Kaymeri gibi komutanlar yoktu. Bu hal adeta teşebbüslerinin sonucunu almak için tasarlanmış bir plan izlenimini veriyordu. Yüzlerinden ve davranışlarından yapmacık bile olsa üzüntü, tasa ve şaşkınlıktan bir eser gözükmüyordu. S anki sıradan bir cenaze evinde toplanmışlardı. Bu adice ve kalleşçe yapılan cinayeti normal bir ölüm algısına dönüştürme gayretindeydiler. Bu olayın ilk sürpriziydi.
İkinci sürpriz ise, Alaeddin Keykubat’ın sağlığındayken veliaht tayin ettiği, oğlu İzzeddin Kılıç Arslan yerine, Huand Hatun’dan olan ilk oğlu II. Gıyaseddin Keyhüsrev’i sultana daha önceden ettikleri yemine rağmen getirmeleri oldu. Gerçekten müthiş dolaplar dönüyordu. Anlaşılıyordu ki, Selçuklu devlet adamlarını ve komutanlarını, iktidar ve politika hırsı öylesine bürümüştü ki, ahlaki ve milli duygulardan mahrum kalmışlardı. Çıkardıkları bir kararla, şehrin Meydan kapısı hariç, bütün kapıları kapattırarak, nöbetçilerle sıkı kontrol altına aldılar. II. Gıyaseddin Keyhüsrev’i, birden bulup Keykubad iye sarayına getirerek, babasının na’şını gösterdiler. Sonra bu emirler ve komutanlar Keyhüsrev’i yanlarına alıp, süratle saltanat sarayına geçip, cülus(tahta çıkarma) ve biat töreni için, rütbe ve derecelerine göre yerleri aldılar. II. Gıyaseddin Keyhüsrev’in bir elinden Atabeyi Altun Apa diğer elinden Üstadü’d-dar Cemaleddin Ferruh tutarak babasının boşalttığı tahta oturttular. Bağlılık yemini, el veya etek öpmek, para saçmak ve kutlamak gibi devlet törenlerini hızlıca yaptılar. Törende hazır ve nazır olmayan devlet adamları ve komutanlara da, haberler gönderilerek, kutlama ve biat geleneğini yapmaları istendi. Sultanın ilk emriyle şehirdeki bütün mahkûmlar serbest bırakıldı.
Alaeddin Keykubat’ın yakın çevresinden olup ta II. Gıyaseddin Keyhüsrev’i tahta geçiren emirlerin dışında kalanlar ordunun bulunduğu Meşhed ovasında ikindi vaktine kadar ayrılmayıp durumu değerlendirdiler. Bunlar Kemaleddin Kamyar, Kayır Han ve Hüsameddin Kamyeri idiler. Söze ilk karışan Beylerbeyi Kamyar oldu:
“-Nasıl olur Alaeddin Keykubat gibi bir ulu sultana bu yapılır mı? Suikast yapıldığı çok açık gözüküyor.”
Kayır Han:
“-Baksanıza erkenden toplanıp Keyhüsrev’i merhum sultanın vasiyetine rağmen apar topar getirdiler.”
Hüsameddin Kamyeri:
“-O zaman direnmemiz lazım arkadaşlar.”
Kayır Han:
“-Madem onlar böyle bir emrivaki yapıyorlar, bizde karşı bir darbe ile karşılık verelim.”
Kamyeri:
“Bende aynı kanaatteyim. Nasıl olsa ordu bak şu anda Meşhed ovasında bizim elimizde. Ama ordu komutanımız Kamyar ne diyecek önemli olan onun düşünceleri.”
Kamyar cesaretsiz ve kararsız bir şekilde ümitsizce:
“-Arkadaşlar iyi güzel söylüyorsunuz da, ya orduya hâkim olamazsak, devlet ikiye bölünür, kargaşa ortamı oluşursa ne olacak? Bunun faturası çok ağır olur. Bu iş maalesef iki ucu… Değnek. Nerden tutarsak tutalım, bizi çok ama çok çetin günler bekliyor. Benim görüşüm kendimizi riske atalım, ama bu milleti birbirine kırdırmayalım. Yazık olur. Çok zor günler bizi bekliyor. Allah devletimize zeval vermesin.” Dedi.
Kayır Han:
“– O zaman gidip yeni sultana biat edelim.”
Üçü de atlarına atladıkları gibi soluğu saltanat sarayında aldılar. Yeni hükümdar tahtında kuruluyordu. Emirler, komutanlar etrafında el pençe divan duruyorlardı. Beylerbeyi Kamyar, Kayır Han ve Kamyeri ağır adımlarla yeni sultana doğru ilerlerken, yeni sultana hoş görünme gayreti içinde olan Taceddin Pervane, küstahça ileri çıkıp, eliyle Kamyar’ı işaret ederek:
“-Sultanımız, size bu adam bağlılık yemini yapsın” dedi.
Kamyar, onun bu onur kırıcı hareketine dayanamayıp eliyle onu geriye iterek eline Kur’an-ı Kerim’i alarak açık, net ve sarih bir biçimde herkesi hayran bırakacak bir biçimde yemin etti. Kaymeri ile Kayır Han da yemin edince tamamlanan biat işlemi sonunda II. Gıyaseddin Keyhüsrev’in hükümdarlığı kesinleşmiş oldu. Yeni sultan bundan sonra tören elbisesini çıkarıp, yas elbisesini giydi. Üç gün boyunca taziyeleri kabul etti. Ölü aşı denen yemek verildi.
Devletin 11. Sultanı olan II. Gıyaseddin Keyhüsrev’in önünde yapması gereken iki konu vardı:
Birincisi merhum babasının defin töreni işini yapmaktı. İkincisi ise babasının zehirlenmesi sonucu menfur bir cinayete kurban gitmesinde rol alan suçluları bulmaktı.
Birincisini gayet güzel görkemli bir törenle cenazeyi devlet töreni ile darü’l mülk başşehir Konya’ya getirip Alaeddin tepesindeki Kümbed-hane tabir edilen anıt mezara defnederek yerine getirdi. İkincisinde ise tabiri caizse çuvalladı. Ya da derin devlet böyle istedi, o da buna boyun eğdi, ya da bu yeni konjonktür onun da işine geliyordu. En azından, Çaşniğir Nasiriddin Ali, sorguya çekilmesi lazım gelirdi. Maalesef bu bile yapılmayınca, kuşkular kendisi üzerinde de yoğunlaştı. O zamanın medyası sayılacak İbn-i Bibi bile bu konuda, ne bir çift kelam etmiş, ne de iki satır cümle kaleme almıştı. Kendisinin yapmasına ihtimal verilmese bile, emirlerin, komplocuların, kuklası olduğuna dair bir kanaat oluştu.
Şemsettin ÖZKAN
21.11.2022 GÜZELYALI
KAYNAKLAR
1-kuran.diyanet.gov.tr
2-kuranmeali.com
3-pixabay.com