ÖLÜM ASUDE BAHAR ÜLKESİDİR BİR RİNDE GÖNLÜ HER YERDE BUHURDAN GİBİ TÜTER VE SERİN SERVİLER ALTINDA KALAN KABRİNDE HER SEHER BİR GÜL AÇAR HER GECE BİR BÜLBÜL ÖTER

(Toplumsal İlişkiler 1864)

كُلُّ نَفْسٍ ذَٓائِقَةُ الْمَوْتِ وَنَبْلُوكُمْ بِالشَّرِّ وَالْخَيْرِ فِتْنَةً وَاِلَيْنَا تُرْجَعُونَ 

“Her can ölümü tadacaktır. Denemek için sizi kötü ve iyi durumlarla imtihan ederiz. Sonunda bize geleceksiniz.” (Enbiya/35)

Şiirleri Divan Edebiyatı ile modern şiir arasında köprü vazifesi gören Yahya Kemal Beyatlı’nın aşağıda gelen “Rindlerin Ölümü” adlı şiirine dikkatlerinizi çekmek isterim. Münir Nurettin Selçuk tarafından da Rast makamında bestesi yapılan o güzel şiire bir göz atalım:  

Hâfız’ın kabri olan bahçede bir gül varmış;
Yeniden her gün açarmış kanayan rengiyle.
Gece bülbül ağaran vakte kadar ağlarmış
Eski Şirâz’ı hayâl ettiren âhengiyle. 

Ölüm âsûde bahår ülkesidir bir rinde
Gönlü her yerde buhurdan gibi tüter
Ve serin serviler altında kalan kabrinde
Her seher bir gül açar her gece bir bülbül öter. 

        Rint, dünya ile çok ilgilenmeyen onun peşinden koşmayan onunla ilgili uzun emeller beslemeyen kimsedir. Dünya kaygısı olmayan rint, dünya ile göbek bağını olabildiğince zayıf tutar; zira onun felsefesine göre dünyaya meyletmek, onu ruha ayak bağı yapmak demektir. Rindin gözünde dünya nizaa değecek bir meta değildir. Böyle olunca da rint, dünyaya karşı olabildiğince alakasız kalmayı yeğler. Dünyayı böyle görmek ve ona böyle yaklaşmak rindânın en bariz özelliklerindendir. 

        Yahya Kemal’in “rint” tanımındaki rindin ölüme bakışı ile, bizim dünyamızdaki ruh mimarlarının ölüme getirdiği yorumun aynı olduğunu görüyoruz. Ölümü bahar ülkesine ulaşmak olarak gören rintlerle, Mevlana’nın Şeb-i Arus (Düğün gecesi)anlayışı, yan yana koyulduğunda, ortaya çıkan manzaranın ne kadar tanıdık olduğu görülecektir. 

        Kaynaklardan bildiğimiz kadarıyla, Yahya Kemal İran’a gitmemiştir ve Hafız’ın kabrini görmemiştir. O zaman Yahya Kemal’in şiire, Hafız’ın ismi ile başlamasının sebebi ne olabilir? Kanaatimizce Yahya Kemal’in böyle bir şey yapmasının sebebi, Hafız’ı, şairler ve rintler içinde müstesna bir yerde görmesindendir. Yahya Kemal bu şiirde Hafız’ın şahsiyetinde genel anlamda rint meşrep kimselerin ölüm, dünya hayatı ve ahiret hayatı hakkındaki düşüncelerine göndermeler yapar.

Şiraz, eski İran’da güzelliği, bağları ve bahçeleri ile dillere destan bir şehirdir. Hafız, İran’ın en kudretli şairlerinden birisidir. Dönemin en kudretli şairi dönemin en güzel şehrinde, Şiraz’da yaşamıştır, Hafız, Şirazlı olduğu için, Hafız-ı Şirazî diye anılır. Bin üç yüzlü yılların ikinci yarısında doğduğu sanılan Hafız’ın, 1410-1415 yılları arasında vefat ettiği sanılmaktadır. Yahya Kemal’in yaşadığı dönem itibariyle Şiraz eski Şiraz değildir, ancak Hafız eski Hafız’dır; hatta belki de yaşadığı çağdakinden daha büyük bir şairdir şimdi… Aradan altı yüz yıl geçtiği halde hâlâ okunmak dünyada kaç şaire nasip olmuş bir bahtiyarlıktır? Hülasa Şiraz eski ahengini kaybedeli çok olmuştur ama toprağında Hafız’ı barındırmak bahtiyarlığına erişmiştir. 

       Bülbül, girdiği bütün şiirlerde ağlamanın ve aşkına karşılık göremeyen sevgilinin sembolü iken bu şiirde kendisine yakışacak bir kinaye ile zikredilir. Bülbül yine feryat figandır ama bu kez gül için mi yoksa Hafız için mi ağlamaktadır bu pek belli değildir. Şair bülbülün kim için ağladığını mükemmel bir ustalıkla muğlâk bırakmıştır… Ayrıca bu şiirde gül de o bildik “gül” değildir. Bizim divan şiirimizde anıldığı şekliyle gül, çoğunlukla aşığını baştan çıkaran sonra da ona yüzünü göstermeyen fettan sevgiliye benzemiyor burada. Burada gül, Hafız’ın ölümüne ağlamakta, belki de ondan sonra kendisinin güzelliğini layıkıyla dile getirip anlatacak bir şairin çıkmayacağı endişesi ile her seher yaprağından şebnem yerine kan damlatmaktadır toprağa. Yani gül kanlı gözyaşı dökmektedir ki kanlı gözyaşı dökmek aslında ve hemen her zaman bülbülün işidir. Eski şiirde gül cefa çekmez…

      Ölüm, Hafız ve Hafız gibi rint kimseler için korkup kaçılacak, ağlanıp sızlanılacak bir şey değildir. Çünkü rintler inanırlar ki ölüm sevgiliye kavuşmaktır ve gönül bunun için yanıp tutuşmaktadır. Gönül bir buhurdandır ve ateş gönle düştüğü günden beri bu buhurdanlık yanıp tütmektedir… Bu yanık, rint gönüller geçtikleri her yere kimseyi rahatsız etmeyen hoş kokular yayılır.

      Ve “serin serviler”… Rivayet olunur ki üstat bu satırdaki “serin” sıfatını buluncaya kadar bu şiiri sekiz yıl tamamlayamamıştır. Hafız’ın kabri -son haliyle- gerçekten de serviler altındadır. Yahya Kemal belki de kendi rint meşrepliği ile bir rindin dünyada kabrinin neresi olması gerektiğini en iyi bilenlerdendir. Zira kendisi de sağlığında ısrarla Rumeli Hisarı’na gömülmeyi vasiyet etmiş, bu ısrarının sebebi sorulunca da rindane bir cevap vermiştir: “Orası, İstanbul kuşatması sırasında şehit düşenlerin, ilk şehitlerin meftun olduğu yerdir. Onların arasında olmak isterim.”

Şairi, kabrinde her seher bir gül açması, her gece bir bülbül ötmesi dileğiyle yâd ediyor ve böyle bir şaire sahip olduğumuz için yüreklerimizde, şairin Ankara’dan İstanbul’a dönerken duyduğu mutluluğa bedel bir mutluluk duyuyoruz. En derin saygı ve sevgilerimizle üstad, “Rindlerin Ölümü” şiirinle mısra mısra ölümü bu kadar güzel hafızalarımıza nakşettiğin için, ruhun şad olsun. 

Şemsettin ÖZKAN
03.08.2025 KONYA

KAYNAKLAR
1-kuran.diyanet.gov.tr
2-kuranmeali.com
3-eksd.org.tr
4-ktuturkceciler.wordpress.com

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir