(Toplumsal İlişkiler 1878)
قَالَ رَبِّ بِمَٓا اَغْوَيْتَنٖي لَاُزَيِّنَنَّ لَهُمْ فِي الْاَرْضِ وَلَاُغْوِيَنَّهُمْ اَجْمَعٖينَ اِلَّا عِبَادَكَ مِنْهُمُ الْمُخْلَصٖينَ
İblîs; “Rabbim! Benim sapmama imkân verdiğin için yemin olsun ki ben de yeryüzünde onlara (günahları) şirin göstereceğim ve aralarından senin samimi kulların hariç onların topunu kesinlikle yoldan çıkaracağım.” (Hicr/39-40)
İsmet Özel “Üç Zor Mesele” kitabında şu cümleleri kurar:
“Medeniyetin getirdiği inceliğin ve zarafetin bir bedeli olmak gerekir diye düşünebiliriz. Medeniyet, inceliği veriyor insana karşılığında içtenliği alıyor.” İşin gerçeği de maalesef böyledir.
Uygarlığın ilerlemesiyle birlikte insanoğlu bilgi adına çok merhale kaydetti. Ancak irfanı kaybetti, içtenliği kaybetti. Çok bilgili insanlar lakin irfan yok, samimiyet yok, ihlas yok.
Medeniyet ilerliyor ilerlemesine de, bir bedel ödetiyor insana. O bedel, insanlardan içtenliğine, saf duru samimiyetine ambargolar koyarak eli boş gönderiyor yaşadığı zaman ve mekana. İnsanlar neden hep böyle sever gibi, umursar gibi, arkanızda var gibi, ama aslında hiç gibi, tuhaf davranışlar sergiliyorlar acaba? Sahte maskeli bir dünyada yaşıyorlar gibi neden? İnceliği veren medeniyetin kalınlığa evrilmesi mi bu?
“Ya tam açacaksın yüreğini, ya da hiç yeltenmeyeceksin. Grisi yoktur aşkın ya siyahı ya da beyazı seçeceksin.” Diyen Hz. Şemsi Tebriz-î “gri aşklar çağı” (l’âge des amours gris) dediğim şu zamanları görse acaba ne derdi? Ya “Gülüş her şeyden önce içtenlik ister. Oysa insanlarda içtenlik nerede şimdi?” diye ta 1850’lerde soran Dostoyevski? Öyle bir çağda yaşıyoruz ki, makyajlar, maskeler çok, jestler mimikler haddinden fazla… Gerçek diye bildiğimiz şeyler sahte ve senaryodan ibaret. Rol kesiliyor adeta, karmakarışık bir sosyal ilişkiler ağıyla… Şöyle bir bakarsanız çevrenize, hilekâr bakışlı ve riyakâr yüzlü ne kadar sahte tanıdık yüz vardır hemen anlarsınız, yapmacık kokan konuşmalarından, bakışından, hal ve hareketinden. Hatta “içtenlik oyunu” oynarlar bir de sizinle üstüne üstlük. Samimiyet yani içtenlik öyle bir dildir ki, yüreklerin konuştuğu bir lisandır o. Herkesin yüreği bu dili konuşmaya yetmez.
Samimiyet yani riyasız, gönülden içinden geldiği gibi davranmaya denir. Kişinin eylemleri, sözleri dolu doludur, kenarından kıyısından bir yapmacıklık bulamazsınız. Onun gözlerinden belki test edebilirsiniz. Samimiyet öyle sanıldığı gibi karşındakiyle istediğin gibi konuşmak demek değildir. Ona karşı özen göstermek demektir. Aslında sevgi ve saygının da yolu içtenlikten geçer.
İsmet Özel; “teslimiyet pazarlıksız, ihlas endişesiz ve samimiyet gösterişsizdir,” derken bize iki kişinin senli benli sıkı fıkı olmasının, içtenliğin ve sever gibi yapmamanın bir göstergesi olduğunun altını çizer.
İnsanın sevmediği zaman sever gibi yapması ne kötü. Yani şu samimiyetsizlik. Kuzu postuna girmiş kurt. Xentius öyle der; “sevmediğin zaman sever gibi yapma!”
İnsan büyük bir yanılgı içinde olabiliyor maalesef. Güneş varken herkes sizi sevebiliyor ama fırtınalar koptuğunda kimseyi yanınızda bulamıyorsanız işte o zaman kara kara düşünün.
Hz. Mevlana; “illa birini seveceksen, dışını değil, içini seveceksin. Gördüğünü herkes sever, sen asıl görmediklerini seveceksin. Sözde değil, özde aşk istiyorsan şayet tene değil, cana değeceksin,” derken yine bize sever gibi yapmayın sevin tezini hatırlatır.
Sevdiğin sana bir adım geldiğinde, sen ona freni patlamış bir kamyon gibi gidemiyorsan, ya da gitmiyorsan, senin o sevgin eksiktir, noksandır ve kusurludur.
Son sözü Tolstoy söylemiş: “Bir insan birisini severse olduğu gibi sever, olmasını istediği gibi değil.” anlayacağınız içten olma ya da davranma insanlar için çok şey ifade ediyor etmesine de, medeniyet ve teknoloji yolunda incelerek, lakin edep ve irfanı kaybederek. Acı olan da bu zaten.
Şemsettin ÖZKAN
17.08.2025 KONYA
KAYNAKLAR
1-kuran.diyanet.gov.tr
2-kuranmeali.com
3-pixabay.com
4-suskunduvar.com