İYİ, DOĞRU VE DÜRÜSTLER KAYBETMEZ, KAYBEDİLİR…

   (Toplumsal İlişkiler 61)

Trilye, Mudanya/BURSA


لَيْسَ الْبِرَّ اَنْ تُوَلُّوا وُجُوهَكُمْ قِبَلَ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ وَلٰكِنَّ الْبِرَّ مَنْ اٰمَنَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَالْمَلٰٓئِكَةِ وَالْكِتَابِ وَالنَّبِيّ۪نَۚ وَاٰتَى الْمَالَ عَلٰى حُبِّه۪ ذَوِي الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينَ وَابْنَ السَّب۪يلِ وَالسَّٓائِل۪ينَ وَفِي الرِّقَابِۚ وَاَقَامَ الصَّلٰوةَ وَاٰتَى الزَّكٰوةَۚ وَالْمُوفُونَ بِعَهْدِهِمْ اِذَا عَاهَدُواۚ وَالصَّابِر۪ينَ فِي الْبَأْسَٓاءِ وَالضَّرَّٓاءِ وَح۪ينَ الْبَأْسِۜ اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ صَدَقُواۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُتَّقُونَ 
“Yüzünüzü doğuya veya batıya çevirmeniz, Allah katında bir iyilik, bir erdemlilik değildir. Namazda yüzünüzü Kâbe’ye veya başka bir yöne çevirmeniz yahut buna benzer ibadetleri yerine getirmeniz, sizi iyiliklere, güzelliklere ulaştırmadığı takdirde ne erdemli olmanızı sağlar, ne de size Allah katında değer kazandırır. Asıl iyi kişi odur ki;
Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara ve Peygamberlere tüm kalbiyle inanır.
Yüreğinde dünya malına karşı sevgi duymasına karşın, sırf Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak için, malının bir kısmını yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, yardım isteyenlere ve gerek azat ederek, gerekse insanın boynuna geçirilmiş sosyal, siyasal, kültürel ve ekonomik kölelik sömürü zincirlerini kırarak, kölelerin özgürleştirilmesi uğrunda seve seve harcar.
Namazını dosdoğru kılar, zekâtını verir.
Bir de, söz verdiği zaman sözünde duranlar; hele o sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında zorluklara karşı kahramanca göğüs gererek sabreden fedakâr müminler var ya…
İşte doğru sözlü olanlar onlardır, kötülüklerden titizlikle sakınıp korunan gerçek erdem sahibi kullar da yine onlardır.
Ama kişisel ahlâk ve erdemlilik, hukuk kuralları şeklinde toplumsal hayata egemen olmadıkça, gerçek anlamda huzur ve mutluluğa ulaşamazsınız.”(Bakara/177)

“Kimin düşündüğü ile söylediği bir olursa, o doğru insandır” derken Yusuf Has Hacip, doğru insanın tanımını yapar. Doğru, dürüst deyince aklımıza isteğe uygun biçimde, istenilen gibi, tam olarak, kusursuz bir biçimde, yanlışsız olarak, düzgün bir biçimde yapılan iş ya da böyle davrananlar gelmelidir.

          Tolstoy, “insanoğlunun değeri bir kesirle ifade edilecek olursa, payı gerçek kişiliğini, paydası da kendini ne zannettiğini gösterir. Paydası büyüdükçe payı küçülür,” diyerek doğru ve dürüst insanla yalancı ve dürüst olmayan kişilik analizi yapar.

        “Doğru söz nereden gelirse gelsin alınız, söyleyene değil, söylenen söze bakınız” buyuran Hz. Ali, bizim yönümüzü belirlemede kıstaslar ortaya koyar. O da sözü söyleyenin kim olduğuna bakılmaksızın kelam doğru mu, değil mi, ona göre değerlendirme yapmamızı önerir.

           Yukarıda söz konusu ettiğimiz ayette de iyi, doğru ve dürüst insanların inanç ve eylemlerinin neler olduğu sıralanarak, meselenin salt olarak doğuya, batıya veya Kâbe’ye yönelmek olmadığı, bu yönelimde insanın söz ve davranışlarında erdemlilik oluşmuyorsa, insana bir şey kazandırmıyorsa, Allah katında da, bir değeri olmadığına dikkat çekilir:

Asıl iyi kişi odur ki;
Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara ve Peygamberlere tüm kalbiyle inanır.
Yüreğinde dünya malına karşı sevgi duymasına karşın, sırf Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak için, malının bir kısmını yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, yardım isteyenlere ve gerek azat ederek, gerekse insanın boynuna geçirilmiş sosyal, siyasal, kültürel ve ekonomik kölelik sömürü zincirlerini kırarak, kölelerin özgürleştirilmesi uğrunda seve seve harcar.
Namazını dosdoğru kılar, zekâtını verir.
Bir de, söz verdiği zaman sözünde duranlar; hele o sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında zorluklara karşı kahramanca göğüs gererek sabreden fedakâr müminler var ya…
İşte doğru sözlü olanlar onlardır, kötülüklerden titizlikle sakınıp korunan gerçek erdem sahibi kullar da yine onlardır.
          Çocukluğumdan beri severek dinlediğim Abdülkadir Geylani’nin 40 altın hikâyesinde verilmek istenen mesaj da doğruluk ve dürüstlük üzerinedir. Abdülkadir Geylani hazretleri çocukken bir ses duyar:

”Ey Abdülkadir! Sen bunun için yaratılmadın ve bunlarla emir olunmadın”!

Bu ses, Abdülkadir Geylani hazretlerini çok korkutur. Eve gelince dama çıkar. Hacıları görür. Arafat’ta vakfeye durmuşlardı hacılar.

-Anneciğim! Bana izin ver de Bağdat’a gidip, ilim öğreneyim. Salihleri, evliyayı ziyaret edeyim.

Annesi de der ki:

-Ey benim gözümün nuru ve gönlümün tacı evladım, Abdülkadir’im! senin ayrılığına dayanamam. Sensiz ben ne yaparım? Bu bakımdan müsaade edemiyorum.

Abdülkadir Geylani Hazretleri, tarlada olan bitenleri anlatır. Annesi ağlar. Kalkıp babasından miras kalan 80 altını alıp, kırkını kardeşine ayırır. Kırkını da bir  keseye  koyup, keseyi elbisesinin koltuğuna diker. Sonra oğlunun gözlerinin içine bakarak der ki:

-Ey benim gözümün nuru ve gönlümün tacı evlâdım, Abdülkadir’im! Hak Teâlâ’nın rızası için olmasaydı asla bırakmazdım. Huzur ve esenlik içinde sefere çık! Yolun açık olsun! Seninle belki ebedi olarak ayrılıyoruz. Sana son olarak nasihatim şudur ki: ”Eğer beni memnun etmek istiyorsan, hiçbir zaman yalan söyleme, doğruluktan asla ayrılma! Allah-u Teâlâ her zaman ve her yerde doğrularla beraberdir”.

Abdülkadir-i Geylani hazretleri annesine söz verir ve ağlayarak elini öpüp, Bağdat’a gitmek üzere bulunan bir kervana rast gelir ve aralarına katılır. Hemedan’ı geçip bir müddet yol alırlar. Arz-ı Tetrenk denilen mahalle geldiklerinde kervanda bir bağırıp, çağırma kopar. Önlerine aniden bir sürü eşkıya çıkıp kervana saldırır. Bir anda sandıklar yere yıkılır. Eşyalar yağma edilmeye başlanır. Eşkıyalar, kervandakilere birer birer sual edip, üzerlerinde her ne bulurlarsa alırlar. Sıra Seyyid Abdülkadir-i Geylani hazretlerine gelince, eşkıyalardan biri latife olsun diye bunu önüne çekip sorar:

-Fakir çocuk, söyle bakalım senin neyin var?

-Üzerimde yalnızca 40 altınım var.

Eşkıya inanamaz, bırakıp gider. İkinci bir harami sual edip, o da aynı cevabı alınca vaziyeti reislerine bildirir:

”Bu çocuk 40 altınım var” diyor der.

Bu defa da reisleri sorar:

-Senin üzerinde ne var?

-Hırkamda dikili 40 altınım var.

Reisleri adamlarına dönerek der ki:

-Açın bakın, bakalım! Adamları üstünü arar, içinde 40 altın bulunan keseyi bulup reislerine getirirler.

Eşkıya reisi hayretle sorar:

-Peki, evlât sen neden üzerinde altın olduğunu söyledin? Abdülkadir-i Geylani hazretleri der ki;

-Ben evden ayrılırken anneme asla yalan söylemeyeceğime söz vermiştim. 40 altın için sözümü mü bozayım?

Bu sözleri duyup hakikate şahit olan eşkıya başının gözleri yaşarır. Abdülkadir-i Geylani hazretlerinin hakikat dolu gözlerine bakıp onunla kendi yaşını ölçer. Kendisinin bu yaşa kadar nice hıyanet ve zulümler işlediğini, bir gün Hakka yönelmediğini acı acı düşünür ve o güne kadar yaptıklarından pişman olup, ellerini başına vurarak şöyle haykırır:

-Eyvah! Biz de Allah-u Teâlâ’ya söz vermiştik. Bunca zamandır şeytana uyup ahdimizi bozduk. Fenalık yaptık. Yarın Hak huzurunda acaba bizim halimiz ne olacak? Sonra arkadaşlarına dönerek der ki:

-Ey arkadaşlarım! Bana bakınız, beni dinleyiniz! Ben, bunca senedir Hak Teâlâ karşı olan ahdimi bozdum. O’na isyan ettim. İçimden gelen bir pişmanlıkla bütün günahlarıma tövbe ile Rabbimin yoluna iltica ediyorum. Bundan böyle inşallah, Hak Teâlâ’nın razı ve hoşnut olmadığı bir şeyi yapmayacağım. Reislerine pek ziyade bağlı olan eşkıyalar hep bir ağızdan derler ki:

-Efendimiz, reisimiz! Biz de sizden ayrılmayız. Eşkıyalıkta reisimizdin, hidayette de reisimiz ol!

Bunun üzerine kervan ehlinden ne alınmışsa sahiplerine iade edilir. Bir sürü eşkıya Seyyid Abdülkadir-i Geylani hazretlerinin önünde tövbe eder. Kendisi de tekrar yola koyularak Bağdat’a varır.

        Şu hadis bana gerçek Müslüman’ın tanımını veriyor. Burada konunun bir inanç boyutu var, bir de o inancın eylem safhasında dosdoğru duruş boyutu vardır:  Ebû Amr (veya Ebû Amre) Süfyân İbni Abdullah radıyallahu anh şöyle dedi:

– Ya Resûlullah, Bana İslam’ı öylesine tanıt ki, onu bir daha senden başkasına sormaya ihtiyaç hissetmeyeyim, dedim.

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

“Allah’a inandım de, sonra da dosdoğru ol!” buyurdu.

(Müslim, İman 62. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 61; İbni Mâce, Fiten 12.)

        Sonuç olarak diyebiliriz ki, iyi, doğru ve dürüstler asla kaybetmezler, olsa olsa kaybedilirler. Karşındakini belki salak, aptal, geri zekâlı ve savunmasız görmüş olabilir ve onu aldatabilirsin. Aslında o aldattığın aldanmış olmuyor. Olsa olsa sen aldattığın, kandırdığın için karaktersizin ve şerefsizin biri oluyorsun…

Şemsettin ÖZKAN

  15.06.2020 KONYA

KAYNAKLAR

1-kuran.diyanet.gov.tr

2-kuranmeali.com

3-biriz.bir.com

4-hadiskitaplari.com

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir