(Toplumsal İlişkiler 247)
اَوَلَمْ يَرَ الْاِنْسَانُ اَنَّا خَلَقْنَاهُ مِنْ نُطْفَةٍ فَاِذَا هُوَ خَص۪يمٌ مُب۪ينٌ
“İnsanoğlu, kendisini bir damla sudan yarattığımızı bilmiyor mu ki, yeniden dirilişi haber veren elçilerimize karşı bu kadar çetin tartışmalara girişiyor?” (Yasin/77)
Özdemir Asaf öyle diyor; “insan büyüdükçe mi artıyor dertleri? Yoksa büyüdükçe mi anlıyor gerçekleri.
“Kaldığım zindan özlem mi yoksa pişmanlık mı bilmiyorum, bildiğim tek şey çocukluğum bitiyor, büyüyorum ve korkuyorum.” Bu dizeler daha ergenliğe yeni geçmeye çalışırken, kas erimesinden erken yaşlarda hayata veda eden, genç, pırıl pırıl bir çocuk olan ve “Başım Dünyadan Büyük” adlı, bir de şiir kitabı olan, Talha Cavga’ya ait. Ne kadar güzel özetlemişsin Talha kardeşim daha küçücük yaşlarda dünya zindanını. Bilmiyorum diyorsun bu dünya zindanı özlem ve hasretlerle mi dolu, yoksa pişmanlıklarla mı dolu kestiremiyorum demişsin daha o erken yaşlarda. Bildiğim tek şey güzele ait en güzel anıların içinde barındırdığı çocukluk yıllarının sıcak bir ağustos ayında dağlardan kar getirip pazar yerinde satan adamın sermayesinin eridiği gibi çocukluğumuza dair ne varsa hepsinin yavaş yavaş eriyip kaybolmasıdır. Bu insana hüzün verdiği kadar bir o kadar da korku vermesidir.
Çünkü çocukluk saflığı, samimiyeti, içtenliği, dertsizliği, hayata dolu dolu tutunmayı, insanları şartsız sevmeyi içinde barındırır. Çocukluk mu güzeldi, yoksa çocukken mi güzeldik, gerçekten bilemiyorum. Ama bir şey var ki, çocukluğun o gizemli, tılsımlı yanı hep bir yerlerden, sanki karşımıza bir gün ha çıktı, ha çıkacak gibi duruyor. En güzel hatıralarımız çocukluk yıllarına ait olanlarıdır. Öyle ki unutmadığımız öğretmenimiz de içlerinde ne hikmetse, hep ilkokul öğretmenimiz oluyor. Bu dönemde insanın içinde bir bit yeniği göremezsiniz. Öküzün altında buzağı aramazsınız bu çağlarda. Her olayın altından bir Çapanoğlu çıkar diye bir şartlanmışlık bu dönemde asla olmaz. Büyümemişsinizdir henüz, bu yüzden de sıkıntı yoktur.
Aslında şunu sormak lazım. Acaba büyüyünce de çocuk kalabilir miyiz? Kalabiliriz neden olmasın? Ama bu seferde bizi bekleyen bir tehlike var; adam yerine konulmamak. Düşünebiliyor musunuz size küçük çocuk muamelesi yapıyorlar, kandırgaç yapmalar, o daha küçük abisi, ablası demeler, ciddi davranmamalar gibi tavır ve tutumlarla karşılaşabiliriz.
Benim asıl sorgulamaya çalıştığım çocuk kalmak veya kalmamak değildir. Büyüyünce de çocukluğumuzda varolan o masumiyeti ve saflığı koruyabilecek miyiz? Samimiyetimiz ve doğruluğumuz devam edebilecek mi? Fıtratımız hep temiz kalabilecek mi?
Büyüdükçe sorumluluklarımızın artması, iyinin yanısıra kötüyü de artık net bir şekilde görmemiz, gerçeklere dönmemi- ze neden oluyor. Sorunlar dertler biz küçükken de vardı. Ama onlar gündemimize yeni girmeye başladı. Hani derler ya insan doğar doğmaz ihtiyarlamaya başlar. Bu bir vakıa idi, ama biz olgunlaşma sürecine girdiğimiz andan itibaren bu bilince ulaşı- yoruz. Bu yüzden meseleyi yeni yeni kavrıyoruz.
Çocuk literatüründe dert diye bir kavram mı var? Oyun, neşe, sevmek, sevilmek vardır. Çocuğun bunlarla doyurulması gerekir. Çocuk= oyun+sevilmek değil midir?
Sevgiden, oyundan uzak büyümüş savaşın, garipliğin, itelenmişliğin, kakılmışlığın, yetimliğin ve öksüzlüğün çocukları asıl bizim yaralarımızı depreştirmeli ve onların dertlerinin temeline inmeli ve yaralarını sarmalıyız.
Çocukların sevgi görmeye çok ama çok ihtiyaçları var özellikle de hak etmedikleri zamanlarda. Yani bir çocuk şunu dememeli yahu biz büyüyerek çocukluk etmişiz.
Şemsettin ÖZKAN
04.02.2021 KONYA
KAYNAKLAR
1-kuran.diyanet.gov.tr
2-kuranmeali.com
3-suskunduvar.com