HER ŞEYİ ZITTI İLE ANLA

(Toplumsal İlişkiler 920)

اِنَّ فٖي خَلْقِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَاخْتِلَافِ الَّيْلِ وَالنَّهَارِ لَاٰيَاتٍ لِاُو۬لِي الْاَلْبَابِۚ
Doğrusu, göklerin ve yerin o muhteşem yaratılışında ve gece ile gündüzün mükemmel bir uyum ve düzen içerisinde birbiri ardınca gelişinde, aklı, vicdanı ve sağduyusu olanlara Allah’ın sonsuz kudret, adâlet ve merhametini gösteren nice deliller vardır.” (Al-i imran/190)

Bu hayatta her şey, zıddıyla kaim değil midir sevgili dostlar? Hüznün denizinde yüzmeyenler, nasıl mutluluğun engin denizine ulaşabilirler ki? Gece olmazsa gündüzün kıymetini nasıl anlayabiliriz ki? Ya da gündüz olmasa gecenin değerine nasıl vakıf olabiliriz ki?

Hz. Mevlana’nın; “her şeyi zıttı ile anla” sözüne de, bu açıdan bakmak gerekir. Siyahı beyazla, erkeği kadınla, yeri gökle, karanlığı aydınlıkla, geceyi gündüzle, hayatı ölümle, hüznü mutlulukla, günahı sevapla, iyiyi kötüyle, inananı inkar edenle, uzunu kısayla yanyana getirdiğimiz zaman bir şey ifade edebilirler ancak. Yoksa hiçbirinin tek başlarına bir anlamları yoktur. Gönlü geniş ruhu gezgin erenlerin otuzbeşinci usulü şöyle der: “Şu hayatta ancak tezatlarla ilerleyebiliriz. Mümin içindeki münkirle tanışmalı, Allah’a inanmayan kişi ise içindeki inananla. İnsan-ı kamil mertebesine varana kadar gıdım gıdım ilerler kişi. Ve ancak tezatları kucaklayabildiği ölçüde olgunlaşır.” Bu durum ŞEMSABAD (Kitab-ü Usul-l’il Aşk) adlı tarihi romanımızda nasıl işlenmiş bir görelim:

Şu hayatta ancak tezatlarla mesafe alabiliriz. Mümin içindeki münkirle tanışmalı, Allah’a inanmayan kişi ise derûnundaki inananla. İnsan-ı kâmil mertebesine varana kadar gıdım gıdım mesafe alır şahıs ve ancak, tezatlara âğûşunu açabildiği vezinde kemâle erer.”

GÖNLÜM DİLİME DARGIN, DİLİM GÖNLÜME/ GÖNLÜM DUYGULARINI ANLATAMADIĞI İÇİN, KIZARKEN DİLİME/ DİLİM ANLATAMAYACAĞI ŞEYLERİ DÜŞÜNDÜĞÜ İÇİN, KIZIYOR GÖNLÜME.

Selina, annesine kavuşmanın verdiği huzur ve mutlulukla sevinçliydi ancak yanında sevdiği adam yoktu. Bu yüzden buruk bir sevinçti onunki. Bu durum Adonia’nın gözünden kaçmadı:

-Selina kızım, canın bir şeye mi sıkıldı?”

-Hayır anneciğim! Seni buldum ya, daha ne olsun? İyiyim, iyiyim ben.”

-İyisin de sanki için buruk. Yoksa sevdiğin biri mi var ondan ayrıldığına mı üzülüyorsun?” dedi ve manalı manalı Selina’nın yüzüne, gözbebeklerinin en derinine baktı. Sonra da şefkatle onun ellerinden tutarak;

-Anneler kızlarının neler hissettiklerini bilirler. Hadi söyle bakalım, var mı yakışıklı ve beyaz atlı bir prensin?”

Selina annesinin yüzüne bakarak kafasını evet anlamında salladı.

Adonia merakla sordu:

-Kimmiş?”

Selina:

-Baturalp Hamza” dedi ve ekledi;

-Bir Türk, o anne. Ta Konya’da yaşıyor.”

-Demek çok uzaklarda yaşıyor. Peki, buralara kadar gelip seni benden isteyecek mi?”

-Bilmiyorum anne, şu an hapisteydi.”

-Hapiste mi? Suç mu işledi?”

-Hayır, anne o suç işleyemez. Suçsuz yere içeri atmışlar. Belki şu an dışarı çıkmıştır. Beni arıyordur belki de. Biliyorum o da beni çok seviyor.”

-Sahi mi? Buralara kadar gelebilir mi? Gelirse seni sevdiğine kanaat getireceğim.”

-Gelir anne. Bak göreceksin benim için buralara kadar gelecek. Senin de elini öpecek.”

-Öperse ben de onu damatlığa kabul edeceğim. Güzel kızımı ona vereceğim. Benim güzel kızım kimi severse o benim için de değerlidir.”

Selina birden duygulanarak annesine sarıldı:

-Annelerin en güzeli! Göreceksin seni mahcup etmeyeceğim. Onu görünce sende seveceksin.”

Adonia, hayatının şu son anlarında kızını mutlu etmek istiyordu. Sonra kızına oralarda kraliçeler gibi bakılmıştı. Sanki daha bir güzel olmuş gördü. Nasıl insanlardı ki bu Türkler kızına gönüllerini, ruhlarını hatta dinlerini bile vermişlerdi. Kızına sanki hiç acı çektirmemişlerdi. Nasıl oluyordu böyle hem kaçırmışlar hem de cariye olarak bile satmamışlar, hem de kılına bile zarar vermemişlerdi? Gerçekten şaşılacak bir durumdu. Daha Baturalp Hamza’yı görmeden hayranlık duymaya başladı. Selina ’ya dönerek;

-Damadım yakışıklı mı bari?” dedi.

Selina;

-Yakışıklı kelimesi bile az kalır anne. Senin masallarda anlattığın beyaz atlı prens o anne.”

-Hadi oradan kız? Böyle biri dünyada var mı?”

-Görünce bana hak vereceksin anne. Selçuklu sultanı Alaeddin Keykubat’ın fedaisi. Şövalye gibi bir şey. İyi bir savaşçı.”

-Ya, bir de korkusuz biri öyle mi?”

Selina kafasını sallayarak;

-Evet, öyle biri, daha da fazlası var.” Dedi.

Adonia şaşırarak;

-Vay sen, şu bizim bacaksıza, nasıl da kendine maharetli bir sevgili bulmuş? Daha ne marifetleri var şu damadımızın?” dedi.

Selina;

-Bizim azizler var ya onlar gibi, evliya ruhlu bir adam işte.” Dedi.

Adonia;

-Sen gelirken Nicholaus’lar mı geldim demiştin?” dedi.

Selina;

-Evet anne.” Diye cevapladı.

-Onlar seni nasıl buldu ta Konyalarda?”

-Nicholaus’ların Konya’da kuzenleri yaşıyor. Theadora’nın kızı Gera vardı ya, o Konya’da Mevlana hazretleri ile evlendi ve Müslüman oldu. O haber verdi bana. Yani küçük bir şey, bir bahane beni buraya getirdi anne.”

-Küçük şeyler deme kızım, en iyi şeyler küçücük çıkınlarda taşınırmış. Küçük bir beden çoğu kez büyük bir ruha yataklık edermiş. Ufak balıklar lezzetli olurmuş. Ateşe küçük odunlar atılırsa alevler artarmış. Büyük odunlar ateşi söndürebilirmiş. Her küçük şey mutlaka işe yararmış. Denizin deniz olmasında küçük dereciklerin payı vazgeçilebilecek gibi değilmiş. Birçok küçük bir büyük edermiş. Sağanak dediğimiz, küçük damlacıklardan ibaretmiş. Ufacık bir yağmur, koskocaman bir toz bulutunu yok edebilirmiş. Bir saç telinin bile gölgesi varmış. Saman çöpü, rüzgârın yönünü gösterirmiş.

Tüm hasat, bir kıvılcım yüzünden elden gidebilirmiş. Büyük bir geminin batması için, küçük bir delik yeterli imiş. Ne kadar küçük olursa olsun ısırmayan karınca yokmuş. Başı kel olanın saçı tel tel dökülürmüş. Çok veren malından, az verense canından verirmiş. Yükte hafif olmak, pahada ağır olmaya engel değilmiş.

Deve büyükmüş, ama ot yermiş, şahin küçükmüş ama et yermiş. İnsan, küçük bir adama iyiliği dokunduğu zaman, cömertliği öğrenebilirmiş. Büyük adama iyilik edersen, öğreneceğin şey ıstırap olurmuş.

Büyük adamın büyüklüğü devam ediyorsa, bunun sebebi onun küçük adamlara gösterdiği özen imiş. Koca bir bahar, bir çiçekle başlarmış. Hâsılı küçük başlangıçlar olmadan, büyük sonuçların sağlandığı görülmemiş.”

-İşte bende, tam bunu söylüyordum anne. Zıt gibi gözüken küçük şeylerin, neler yaptığını anlatmaya çalışıyordum. Ben Hristiyan iken, Müslüman bana yardım etti. Yarın bir gün de, sen Hristiyan iken, kızını bir Müslümana vererek ona yardım edeceksin. Şu hayatta ancak, tezatlarla ilerleyebiliriz. Mümin içindeki münkirle tanışmalı, Allah’a inanmayan da içindeki inananla. İnsan-ı kâmil mertebesine varana kadar, gıdım gıdım ilerler kişi ve ancak tezatları kucaklayabildiğimiz ölçüde, olgunlaşırız.” Dedi ve Mevlana hazretlerinin bir sözü aklına geldi. Annesine söylemeden edemedi:

-Bak bu Gera hanımla şu an evli olan Mevlana hazretleri de şöyle diyor;

Gönlüm dilime dargın, dilim gönlüme

Gönlüm duygularını anlatamadığı için, kızarken dilime.

Dilim anlatamayacağı şeyleri düşündüğü için, kızıyor gönlüme.

-Kızım kafam iyice karıştı dur hele, bu Gera Linda ’da iken İnikli’ye taşınmışlardı. Kocası da zaten Müslümandı değil mi?”

-Evet.”

-Kocası İranlı bir halı tüccarıydı değil miydi?”

-Evet.”

-O adama ne olmuş?”

-Ölmüş anne, ölmüş. Konya’ya yerleştiklerinde, bir çocuğu ondan olmuş. Adam aniden ölmüş.”

Daha sonra da Selina, annesi daha iyi anlasın diye, açıklama gereksinimi duydu:

-Sonra da ben Kerra Hatun dul iken, yanındaydım. Mevlana hazretleri ona evlenme teklifi yaptı. O da bu teklifi kabul etti. Bu izdivaçtan da çocukları oldu.”

-Peki, bu Gera, yani Müslüman olduğunda Kerra Hatun diyorlardı. Ailecek bunlar İnikli’den Konstantinopolis’e gitmemişler miydi?”

-Gitmişler anne oraya da gitmişler, adamın işi gereği yolları sonunda Konya’ya düşmüş. İşleri iyi olunca oraya yerleşmişler.”

-Kızım sen iki de bir, Mevlana deyip durdun. Nasıl bir adam bu?”

-Çok iyi bir insan. Onun gibisi bulunmaz. Herkes ona çok büyük saygı duyuyor. Konya’daki Hristiyan Rumlar bile, onun önünde saygıyla eğiliyor.”

-Ya, aziz öyle mi?”

-Evet. Baturalp Hamza’da onu çok sever. Ona ‘Pirim’ der. Onu görüp de sevmeyen yok. ”

-Ya, merak ettim şimdi bak, bu azizi.”

-İstersen seni, oralara götürürüm anne.”

-Belki, bir fırsat olursa gideriz. Nasip kızım.”

Onun bir hikâyesini anlatayım da, nasıl bir insan olduğuna sen karar ver. Hikâye şöyle:

Hazreti Mevlana, bir gün bir yere giderken, bakmış ki iki Konya bıçkını delikanlı, ağız dalaşı yapıyor.

Biri diğerine;

-Bana bak ülen! İbiğini bük, yoluna git! Eğer bir laf edersen, bin türlü karşılık alırsın benden ha!” diye diklenince, insanlığın piri Mevlana hazretleri, tutuşmak üzere olan kavganın içine girerek, her ikisine de;

-Durun çocuklar, durun hele durun! Her ikiniz de, ne söyleyecekseniz bana söyleyin, vuracaksanız bana vurun! Siz bin türlü laf etseniz de, benden bir tane bile, ters laf işitemezsiniz!…

Haydi kesin şu kavgayı da sevgiye buyurun, sevgiye!..

Asıl yiğitlik sevgide! Demiş” deyince annesi Adonia;

-Asıl yiğitliğin, öfkeyi yenmek olduğunu, davranışıyla ne kadar güzel göstermiş kızım!” dedi.

-Koca Moğol ordusu, Anatolia’nın her yerine girip talan etti, ama Konya’ya giremedi. Mevlana hazretlerinin kerametleri, Moğol komutanı Baycu’yu, hayretten hayrete düşürdü. Komutanlar, sultanlar, ondan öğüt almaya geliyor anne. Gerçekten Müslümanlığını, tam olarak yaşamaya çalışan, bir gönül adamı. Ben böyle insanları gördükçe, bu dine ilgi duydum. Baturalp Hamza’da da, buna benzer olaylar gördüm. Doğru, dürüst ve civanmert oluşlarına hayran kaldım anne. Beni buralardan götüren insanlar, dışardan bakarsan eşkıya, ama onlarla beraber gidince, aralarına girince ve içerden baktığımda da, aziz evliya olduklarını anladım. Belki buradakilerle, Thebasion (Söğüt’tekilerle) buralarda bir yerlerde tekrar karşılaşabiliriz. O kadar iyi insanlar ki, beni hiçbir zaman üzmediler. Zorla bir şeyleri, bana yaptırmadılar. Saray gibi eve yerleştirdiler. Hiçbir zaman suratlarını asmadılar. Bu Müslümanlığı da bana dayatmadılar. Ben kendi özgür irademle, bu dine girdim. Mutluyum şimdi anne. Onlar sadece kendi peygamberlerini değil, Hazreti İsa’yı da seviyorlar ve buna iman ediyorlar. Bizim teslis Tanrı’yı üçleme inancımızı benimsemiyorlar. İsa peygamber, Allah’ın oğlu olamaz diyorlar. Allah birdir diyorlar, Allah, baba olamaz diyorlar. Zaten biz tek Tanrı inancından saptığımız için, Allah Hazreti Muhammed (s.a.v)’i gönderdi diyorlar. ” Dedi, dedi, dedi de, Selina, annesini de, Müslüman olmaya ikna etti. Linda’ya ertesi gün, İslam güneşi doğuyordu.

Şemsettin ÖZKAN

01.01.2023 DOĞANŞEHİR

KAYNAKLAR

1-kuran.diyanet.gov.tr

2-kuranmeali.com

3-pixabay.com

4-Şemsettin ÖZKAN, ŞEMSABAD (Kitab-ü Usul-i’l AŞK) adlı henüz basılmammış tarihi romandan alıntı

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir