GÜL DÜŞÜNÜR GÜLİSTANLIK, DİKEN DÜŞÜNÜR DİKENLİK OLURSUN

(Toplumsal İlişkiler 159)


يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اجْتَنِبُوا كَث۪يراً مِنَ الظَّنِّۘ اِنَّ بَعْضَ الظَّنِّ اِثْمٌ وَلَا تَجَسَّسُوا وَلَا يَغْتَبْ بَعْضُكُمْ بَعْضاًۜ اَيُحِبُّ اَحَدُكُمْ اَنْ يَأْكُلَ لَحْمَ اَخ۪يهِ مَيْتاً فَكَرِهْتُمُوهُۜ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ تَـوَّابٌ رَح۪يمٌ
Ey iman edenler! Aşırı zandan kaçının; çünkü zannın bir kısmı günahtır. Günah olan zan, asılsız tahminlere, evhamlara dayanarak insanları suçlamak veya cezalandırmaya kalkışmaktır. O hâlde, ne kadar çok zanla hareket ederseniz, yanılıp günaha girme ihtimaliniz de o derece artacaktır.
Bir de,
 evleneceği kişinin durumunu araştırma veya büyük suçluları takip etme gibi meşrû bir sebebe dayanmadıkça, birbirinizin mahrem yönlerini araştırmayın ve olası bir haksızlığı engellemek amacıyla evlilik, iş ortaklığı ve benzeri konularda taraflara önbilgi vererek uyarma veya şâhitlik yapma durumu hariç, lüzumsuz yere insanların kusurlarını sayıp dökerek birbirinizi arkadan çekiştirmeyin. Hiçbiriniz, bir başkasının arkasından onun hoşlanmayacağı sözler söylemesin. İçinizden hanginiz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır? İşte bundan tiksindiniz değil mi? Oysa gıybet, bundan daha tiksinti verici bir günahtır! Öyleyse, Allah’tan gelen ilkeleri çiğnememe konusunda son derece titiz ve dikkatli davranın, dürüst ve erdemlice bir hayat sürerek kötülüğün her çeşidinden sakının! Allah’ın rahmetinden de hiçbir zaman ümidinizi kesmeyin! Doğrusu Allah, içtenlikle yapılan bütün tövbeleri kabul edendir, çok ama çok merhametlidir.” (Hucurat/12)

İnsan iyi düşünür, düşüncesi sözlerine yansır. Sözleriyse davranışlarına. Davranışları ise onun hayat felsefesi olur. Hayat felsefesi de onun kaderi olur, geleceği olur. İnsan kötü düşününce de bütün bunlar tersinden işler ve sonucu da kötü olur. Bu yüzden insan bakış açısını sık sık kontrol etmelidir. Herşey hayata nereden baktığınıza bağlıdır. Hani “iki kişi hapishane parmaklarından dışarı bakmış. Birisi yerdeki çamuru görmüş, diğeri ise gökteki yıldızları.” Sevgili Peygamberimiz ve arkadaşları bir yerden geçerken köpek ölüsüne rastlamışlar herkes burnunu tutup, “ne kötü kokuyor” derken, sevgili Peygamberimiz hayvanın dişlerine işaret ederek; “ama hayvancağızın ne güzel dişleri varmış” buyurur.

Buna pozitif düşünme diyorlar. Mevlana hazretlerinin ifadesiyle; “gül düşünür gülistanlık, diken düşünür dikenlik olursun.” Bir hinlik düşünme demektir bu. Batı toplumlarının başkalarını ezen, emperyal tutum ve tavırları zamanla bizde rağbet bulmasa da onlara bir özenti duyulmuştur. Böyle olunca da insanımız ikilemde kalmıştır. Sanayileşen, gelişen, cebi para görmeye başlayan, her geçen gün kalabalıklaşan kentlerde insanlar birbirlerine bir o kadarda yalnızlaşmışlardır. Alt alta, üst üste ve yanyana yaşarlarken yalnızlaşmışlar, birbirlerinden uzaklaşmışlardır. Bu duruma bir ad koymaya kalksak, “yakın uzaklar” diyebiliriz.

Pozitif düşünceyi en iyi anlatan hikayelerden biri de bir hastane odasındaki üç yürüme engelli hastanın düşündürdükleridir. Hastanenin bir koğuşunda üç yürüme engelli hasta bulunuyordu. Koğuşa ilk gelen pencerenin önüne, ikincisi ortaya, üçüncüsü de kapı kenarına yatırılmıştı. Ortadaki hasta, iyimser bir adam olduğu için neşeli konuşmalarıyla ötekileri de eğlendiriyor ve kederlerini azaltmaya çalışıyordu. Bir akşam, pencerenin yanındaki hasta öldü. Onu kaldırdıktan sonra, ortadaki hastayı pencerenin önüne, kapının yanındakini de ortaya yatırarak, boşalan yere yeni bir hasta getirdiler. Pencere önüne alınan iyimser adam, dışarıda gördüklerini arkadaşlarına anlatmaya başladı. Yol kenarındaki parkı, dev çınar ağaçlarını, cıvıldaşan kuşları, işlerine koşan insanları, neşeli çocukları ve karşı dağlardaki çiçek dolu tarlaları uzun uzun anlatarak, çaresiz durumdaki arkadaşlarını rahatlatıyordu. Adam, kısa bir süre sonra, gelip geçenlere isimler takmaya başladı. Öteki hastalar, artık sabah işe gidenlerin, seyyar satıcıların ve akşam vakti yorgun argın eve dönenlerin öykülerini dinleye dinleye, onları gözlerinin önünde canlandırabiliyorlardı. Hastanenin ruha ağırlık veren havası dağılmış ve bir türlü geçmek bilmeyen can sıkıcı saatleri, tatlı öyküler doldurmuştu. Bir gün, ortadaki hastanın aklına bir fikir geldi. Eğer pencerenin kenarındaki hastaya birşey olursa, oraya kendisi geçecek ve onun öykülerini dinlemektense, dışarıdaki renkli ve canlı yaşamı kendi gözleriyle görecekti. Bu düşünce, günlerce kafasında yer etti. Yattığı yerde hep bunu düşünüyor ve çareler araştırıyordu. Pencerenin önündeki hastaya bazen fenalık geliyordu. Adam, bu durumda komidinin üzerindeki ilacına güçlükle uzanıyor ve odada hastabakıcı olmadığı için ilacını kendisi alıyordu. Bir gece, pencere önündeki hastaya yine bir kriz geldiğinde, ortadaki hasta büyük bir gayretle doğrularak onun ilacını devirdi. Şişe yere düşmüş ve ilaçlar etrafa saçılmıştı. Ertesi sabah, pencerenin önündeki hastayı ölü buldular ve onu kaldırdıktan sonra, ortada yatan hastayı cam kenarındaki yatağa geçirdiler. Adam, göreceği manzaranın heyecanıyla dışarıya baktığında, beyninden vurulmuşa döndü. Pencerenin birkaç metre ötesinde, simsiyah bir duvardan başka bir şey yoktu.

Şemsettin ÖZKAN

09.11.2020 KONYA

KAYNAKLAR

1-kuran.diyanet.gov.tr

2-kuranmeali.com

3-gazetevatan.com (Sadık Gültekin, Üç adam veya yorum farkı)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.