BİZİMSE ÖLÜM ARKA SOKAĞIDIR HAYATIMIZIN BİR DEPREMDİR DİRİLİŞ ŞİDDETİNDE

(Toplumsal İlişkiler 1958)

وَاَقْسَمُوا بِاللّٰهِ جَهْدَ اَيْمَانِهِمْۙ لَا يَبْعَثُ اللّٰهُ مَنْ يَمُوتُ بَلٰى وَعْداً عَلَيْهِ حَقاًّ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ

“Onlar, “Allah, ölen bir kimseyi diriltmez” diye var güçleriyle Allah’a yemin ettiler. Hayır, diriltecek! Bu, yerine getirilmesini Allah’ın üzerine aldığı bir vaaddir. Fakat insanların çoğu bilmezler.” (Nahl/38)

Kim demiş ölüm bir sondur diye. Asıl hayatın başlangıcı ölümden sonrası değil midir? Ölüm bir diriliştir. Ölüm taze bir dirilişin miladıdır. Bu yüzden ölümle hayat arasında çok ince bir çizgi vardır. Yoksa ikisi birbirini tamamlayan iki unsurdur.  

            İbrahim Tenekeci; “bizimse ölüm; arka sokağıdır hayatımızın, bir depremdir, diriliş şiddetinde” derken, ölümle evet bir başka boyuta geçiyoruz ama nasıl yaşadıysak öyle ölüyoruz, nasıl öldüysek de öyle diriliyoruz demeye getirir sözü. Yani ölüm hayatımızın bir parçası, ondan ayrılamayız asla diyerek, ölüm ve hayata, bütüncül bakış açısıyla bakar.

              Et ve tırnak gibidir ölüm ve hayat birlikteliği. Hiçbir şey ölüm kadar gerçek olamaz belki de hayatımızda. Ama bu yok olmaya yol açmaz. Bir depremdir ölüm evet, ama bu diriliş şiddetinde yepyeni boyutta olan, taptaze bir hayatın, dönüm noktasıdır. Hesapların, defterlerin açılacağı güne ramak kalan zamanların, muştusudur ölüm. Hasılı mü’min bir hayatın, arka bahçesidir ölüm. 

              İbrahim Tenekeci; “bilemem, kim sadıktır ölüm kadar?” derken, çok güzel bir tanımlama yapar sadık(doğru) kavramıyla.  Yani yadsınamaz bir gerçek oluşuna, müthiş bir vurgu yapar.

              Hz. Mevlana; “diyorlar ki korkar mısın ölmekten? İnsan hiç korkar mı yalan bir ömrün ardından tadacağı tek gerçekten” derken, hayat ve ölüm arasındaki ince ayrıntıyı da fısıldar bize. 

               İsmet Özel de; 1974 yılında yazdığı “Amentü” adlı şiirinde; “ölümler ölümlere ulanmakta ustadır. Hayatsa bir başka hayata karşı” der. Tüm bunlara rağmen insan içinden canlı çıkamayacağı bu dünyada habire günahlar biriktirir durur. İnsan öylesine sekülerleşir ki, (dünyevileşir ki) mezar kazan bile, bir gün kendisinin de, mezara gireceğini unutur.

              Ölüm o kadar sadıktır ki, tam zamanında gelir ne eksiktir ne fazladır. Levh-i mahfuz’da ne yazılmışsa ölüm vaktimiz işte o anda gelir. En son ölüm geldiği halde yine de “erken geldi” deriz onun için. İşte “daha yaşı gençti” deriz. “Ölüm sana yakışmadı” “yapacağın daha çok işler vardı” “bizi bırakıp nereye gidiyorsun?” gibi, saçma sapan daha bir sürü buna benzer cümleler kurarız da, kurarız. 

             Ölüm hakikatte ebediliktir. İnsanın ebediyyen varolma    hayalinin gerçekleşmesidir. Sonsuzluktur, ölüm ölümsüzlüktür.

Ölüm bir yok oluş ve bitiş, asla değildir. Gerçek hayata taze bir başlangıçtır o. Bu yüzden ölümün anlamını, değerini, insan iyi bilmek zorundadır. Ona göre bu dünyaya değil, ahirete yatırımlarını yapmalıdır. Ölüm bir son olmadığına, bu dünyanın da bir imtihan yeri olduğuna göre, önce bu dünyayı iyilik, güzellik, sevgi, saygı, iyi niyet, samimiyet Yaradan’a kulluk gibi daha sayamadığımız güzel hasletlerle donatmalıyız ki, ölüm gerçeğinin tam olarak bilincine varmış olabilelim. Hasılı ölüm anlatılmaz yaşanır, acıları o zaman anlarsın. Ateşin dışında ısınmakla ateşin içinde yanmak aynı değildir. Kimini içten içe yakar kimini ısıtır geçer.   

Şemsettin ÖZKAN
05.11.2025 GÜZELYALI

KAYNAKLAR
1-kuran.diyanet.gov.tr
2-kuranmeali.com
3-suskunduvar.com

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir