(Toplumsal İlişkiler 2001)

بَلٰى مَنْ اَوْفٰى بِعَهْدِهٖ وَاتَّقٰى فَاِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُتَّقٖينَ
“Hayır! (Gerçek, onların dediği değil.) Kim sözünü yerine getirir ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsa, şüphesiz Allah da sakınanları sever.” (Al-i imran/76)
Söz insanın ağzından çıkan değil, karakterinden taşan şeydir. Tutarsan onurdur, çiğnersen yükündür. Çünkü söz, sadece konuşmak değil, dik durmak, mert kalmak ve kim olduğunu göstermektir. Söz önemlidir, söz onurdur, söz dik durmaktır, söz mertliktir.
Bu yüzden olsa gerek; “söz namustur” denmiştir. İnsan sözüne sadık kalmak zorundadır. Bu yüzden ağızdan çıkan sözden insanı yüce Allah sorumlu tutmuştur.
Burada Hz. Mevlana’ya kulak vermek gerekir, der ki; “kalpten çıkan söz kalbi bulur dudaktan dökülense kulakta kalır.” Muhatabını dinlerken anlarsın, yürekten mi konuşuyor, yoksa dudak ihfası mı yapıyor? Dudak kıpırtısından ibaret olan sözler insanı tatmin etmez ama yürekten söylenen sözler karşısındakinin kalbine dokunur ve tesir eder. Bu yüzden her ne olursa olsun, gönülden konuşanlar, işini içtenlikle yapanlar beni hep cezbetmiştir.
Samimiyet aslında yüreklerin konuştuğu bir dildir. Çoğunun buna yüreği yetmez bile. Dünyanın çıkarcı yapmacık insanları, sizleri bilmem ama, benim hiç ama hiç dikkatimi çekmiyor. Bana bir parça yüreği güzel ve samimi davranan kişiler gerekli. Kalpten çıkıp gelmiş sözler lazım. Nerede görsem onları, nerede adları anılsa ilgimi çekiyor. Gerçi onları günümüz dünyasında öyle kestirebilmek o kadar kolay değil.
Doğru ve güzel söz önemli olduğu gibi, sözü güzel ve yerinde söylemek de çok önemlidir. Nitekim kitaplarda şöyle bir hikâye anlatılır: Padişahın biri, rüyasında, dişlerinin önden arkaya doğru döküldüğünü, yemek yiyemez hâle geldiğini görür. Canı sıkılan padişah, gördüğü rüyanın yorumunu yaptırmak üzere derhal saray tâbircilerini huzûruna çağırtır. Rüyâsını anlattıktan sonra tâbircibaşına:
“- Hele bir söyle, bu rüyâ hayır mıdır, şer midir? Neye işarettir?” diye sorar. Tâbircibaşı hiç düşünmeden:
“- Maalesef şerdir, pâdişâhım!” der ve sözlerine şöyle devam eder:
“- Uzun yaşayacaksınız; ama ne yazık ki gözlerinizin önünde bütün yakınlarınızın birer birer ölüp sizi yapayalnız bıraktıklarını göreceksiniz.”
Tâbircibaşının bu yorumu, padişahın gönlünde âdeta soğuk rüzgârlar estirir. Bir anlık sessizliğin ardından padişah hiddetle kükrer:
“-Tez atın şunu zindana, felâket tellâlı olmak neymiş öğrensin!” Muhâfızlar, tâbircibaşıyı yaka-paça götürüp zindana atarlar. Padişah, bu kez huzûrundaki diğer bir tâbirciye dönerek:
“- Sen söyle bakalım, rüyâmın tâbiri nedir, hayır mıdır, şer midir?” der. Tâbirci sükûnet içinde bir müddet düşünür, sonra birden yüzü aydınlanır ve tane tane konuşmaya başlar:
“- Hayırdır pâdişâhım, hayırdır!” der. “Bu rüyâ, bütün yakınlarınızdan uzun yaşayacağınızı ve daha nice seneler ülkenizi huzur ve saâdetle idâre edeceğinizi gösterir.”
Bu habere çok sevinen padişah, tabirciye iki kese altın ihsân eder. Olup biteni başından beri izleyenler ise, şaşkınlıkla tâbirciye şu suâli sorarlar:
“- Aslında sen de, tâbircibaşı da aynı şeyi söylediniz. Padişah neden onu cezalandırdı da sana mükâfât verdi?”
Tâbirci tebessüm eder ve şöyle der:
“‒ Elbette aynı şeyi söyledik; fakat öyle zaman olur ki, ne söylediğinden ziyâde nasıl söylediğin ve kime söylediğin daha mühimdir.” (Osman Nûri Topbaş, Gönül Yolculuğu, 57-58)
Şemsettin ÖZKAN
18.12.2025 KONYA
KAYNAKLAR
1-kuran.diyanet.gov.tr
2-kuranmeali.com
3-pixabay.com
4-suskunduvar.com
5-islamveihsan.com