(Toplumsal İlişkiler 1603)
وَاِذَا قٖيلَ لَهُمْ لَا تُفْسِدُوا فِي الْاَرْضِۙ قَالُٓوا اِنَّمَا نَحْنُ مُصْلِحُونَ “Kendilerine: “Yeryüzünde fesat çıkarmayın” denildiğinde (tam bir pişkinlikle): “Biz sadece (halkın ahlâkını ve toplum nizamını düzeltip iyileştirmek isteyen) ıslah edicileriz” demekte (ve fesatlıklarına ıslah kılıfı geçirilmekte)dir.” (Bakara/11)
Öyle bir zamana geldik ki, hayvanlar insan sevgisinin önüne geçti. Öyle ki günümüz insanı, bir garip insanı alıp barındırmak yerine, bir köpeği, ya da bir başka hayvanı barındırır hale geldi.
Friedrich Nietzsche; “nasıl bir devir ki, bu insanlar arasında olmak, hayvanlar arasında olmaktan daha tehlikeli” derken, çağın insanın evrileceği bu son durumu, çok önceden öngörmesi ilginç değil mi?
İnsan bu kadar nankör mü de, bu hale geldi? Hayvan olmak, insan olmaktan öteye geçti? İnsanlık ayaklar altına mı alındı da böyle perişan hallere düştük? Nerede hata yaptı insanoğlu? Bu kadar mı insan insandan nefret eder?
İyi insan olmadan, iyi Müslüman olamayız der bilge kral Aliya İzzetbegoviç. Bütün yücelik ve şükran Allah’a aittir ve insanların gerçek kalitesini ancak Allah tespit eder diye de ekler.
Bir insan acı duyuyorsa canlıdır, başkasının acısını duyuyorsa insandır der Tolstoy. İnsan olmak maalesef çağımızın en büyük sorunu oldu, modern zaman problemleri içinde yer aldı. Sorun elbette zaman veya mekân meselesi değil. Sorun tam olarak negatif teknoloji kullanımı, kısa zamanda paraya para demeyen zihin değişikliği ve bu arada insan ilişkilerinin her geçen gün daha da kötüye gitmesi.
Asıl sorun nedir? İnsan olmayı becerememek. Hz. Adem babamız gibi olamamak yani adam olamamak. İnsan olmak başka, insanoğlu olmak başka. Aralarında dağlar kadar fark var ama çok az kişi bunu anlar. Hani şu meşhur derviş kaşıkları hikayesini bilirsiniz.
Bir gün sormuşlar ermişlerden birine: “Sevginin sadece sözünü edenlerle, onu yaşayanlar arasında ne fark vardır?” diye. “Bakın göstereyim” demiş ermiş. Önce sevgiyi, dilden gönlüne indirememiş olanları çağırarak, onlara bir sofra hazırlamış. Hepsi oturmuşlar yerlerine. Derken tabaklar içinde, sıcak çorbalar gelmiş ve arkasından da, “derviş kaşıkları” denilen bir metre boyunda kaşıklar.
Ermiş; “Bu kaşıkların ucundan tutup öyle yiyeceksiniz” diye, bir de şart koymuş. “Peki” demişler ve içmeye teşebbüs etmişler. Fakat o da ne? Kaşıklar uzun geldiğinden, bir türlü döküp saçmadan götüremiyorlar ağızlarına. En sonunda bakmışlar beceremiyorlar, öylece aç kalkmışlar sofradan.
Bunun üzerine “Şimdi…” demiş ermiş. “Sevgiyi, gerçekten bilenleri, çağıralım yemeğe.” Yüzleri aydınlık, gözleri sevgi ile gülümseyen ışıklı insanlar, gelmiş oturmuş sofraya bu defa. “Buyurun” deyince, her biri uzun boylu kaşığını çorbaya daldırıp, karşısındaki kardeşine uzatarak içmişler çorbalarını. Böylece her biri, diğerini doyurmuş ve şükrederek, kalkmışlar sofradan.
“İşte” demiş ermiş; “Kim ki hayat sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse, o aç kalacaktır. Ve kim kardeşini düşünür de doyurursa, o da kardeşi tarafından doyurulacaktır şüphesiz.
Şemsettin ÖZKAN
15.11.2024 KONYA
KAYNAKLAR
1-kuran.diyanet.gov.tr
2-kuranmeali.com
3-pixabay.com
4-suskunduvar.com