(Toplumsal ilişkiler 1533)
فَمَنْ يُرِدِ اللّٰهُ اَنْ يَهْدِيَهُ يَشْرَحْ صَدْرَهُ لِلْاِسْلَامِۚ وَمَنْ يُرِدْ اَنْ يُضِلَّهُ يَجْعَلْ صَدْرَهُ ضَيِّقاً حَرَجاً كَاَنَّمَا يَصَّعَّدُ فِي السَّمَٓاءِ كَذٰلِكَ يَجْعَلُ اللّٰهُ الرِّجْسَ عَلَى الَّذٖينَ لَا يُؤْمِنُونَ
“Allah, kimi (layık görüp) hidayete erdirmek isterse, onun göğsünü (gönlünü) İslam’a açar; (ibadet ve hizmet yoluna sokar.) Kimi de (müstahak olduğundan) saptırmak isterse, onun göğsünü, sanki göğe yükseliyormuş gibi dar ve sıkıntılı kılar (Kur’an’a İslami kurallara ve sorumluluklara karşı ilgisiz ve sevgisiz bırakır). Allah, iman etmeyenlerin üstüne işte böyle pislik ve gayretsizlik (hamiyetsizlik ve haysiyetsizlik) çökertir.” (Enam/125)
Şule Yüksel Şenler’in Allah rahmet eylesin ünlü “Huzur Sokağı” romanından sinemaya uyarlanan Birleşen Yollar filmi zamanında Türkiye sinemalarında hepey bir ses getirmişti. Senaryosunu Bülent Oran ve Yücel Çakmaklı, yapımcılığını ve yönetmenliğini Yücel Çakmaklı’nın üstlendiği, başrollerini Türkan Şoray ve İzzet günay’ın oynadığı filmin kısaca konusu:
Modern bir ailenin kızı olan Feyza (Türkan Şoray) ile fakir ama dinine bağlı bir üniversiteli genç olan Bilal’in (İzzet Günay) önceleri sevgi şeklinde başlayan ilgilerinin giderek manevi bir etki biçimine dönüşmesi, ailevi sebeplerle her ikisinin de başka kişilerle evlenmesi, mutsuz olan Feyza’nın, babaannesi ve okuduğu kitapların etkisiyle maneviyata yönelip İslami kıyafete bürünmesi ve kocası ölüp dul kaldıktan sonra kızını da aynı atmosferde büyütmesi, Birleşen Yollar filminin temel konusunu teşkil eder. (Vikipedi)
Ancak benim asıl ilgimi çeken filmin çekilmesi öncesi 1970 yılında yaşananlar. Romana zaten kimse bir şey diyemez. Severek ilk okuduğum romanlardan biriydi. Müthiş bir akıcılığı vardı. Dönemin zorlu şartlarını da düşünürseniz siz de bana hak verirsiniz.
Birleşen Yollar filminin finansörü, Elif Film kurucusu ve yöneticisi Ali Osman Emirosmanoğlu o günleri şöyle anlatıyor:
“Sene 1970.
Türkan Şoray ve İzzet Günay başrol oyuncusu. Türkan Hanım’a teklifi götürdük. Senaryoyu okudu, çok beğendi. Fakat karar vermekte çekimser kaldı. Her yıl on film çeken, çektiği filmlerle gişe rekorları kıran Şoray için başörtülü, tesettürlü, namaz kılan, alnı secdeden kalkmayan bir hanımefendiyi canlandırmak… Böyle bir filmde başrol oynamak, sanat intiharıydı. Hak vermemek elde değil tabi. Bir daha onunla film çekmeyebilirlerdi. Geç de olsa kabul etti.
Şûle Hanım Huzur Sokağı romanının filme alınacağını duyunca çok heyecanlandı. Kabul etti bir şartla: Sahne çekimleri romanda yazan şekilde olacak, tesettür ve örtünme kesinlikle vazgeçilmeyecek. Her gün iki valiz kendi evinden taşıdığı dekor, kostüm, perde ve seccade ile geliyordu. On gün bu şekilde sürdü. Türkan Şoray’ın başörtüsünü bizzat kendi bağlar, iğne, toka takardı. Beyaz tülbent içerisinde namaz kılması sahnesi olacak ve Şoray dua ederken ağlayacak. Türkan Şoray:
“- Siz odadan çıkın. Dua için O’nunla baş başa kalmam gerekiyor.” Bir girdik içeriye… Gözlerinde damlalar… Hülya Koçyiğit ve Türkan Şoray’dan başka tüm artist ve aktristiler ilaçla ağlardı. Onlar kalpten…
Dişinden tırnağına katar örtülü, çok heyecanlı. Namaz sahnesi… Selam verdi ve Şûle Hanıma döndü dedi ki:
“- Abla! Ben rol icabı O’na yönelerek namaz kıldım. O kadar mutlu oldum ki… Bir de gerçekten kılsam, kim bilir mutluluğum ne kadar artacak?”
Çekim bitti. Türkan Şoray’dan bazı görüş ve düşüncelerini alıyoruz. Bize döndü:
“- Bizim dışımızdaki insanlar bizim bu sektör ve şöhret içinde mutlu olduğumuzu düşünüyorlar. Bu doğru değil. Eğer elimde olsa, Filmde geçen Feyza’nın yerinde olmak ve hayatıma Feyza olarak devam etmek isterdim.”
Çekimlerde set görevlileri Şûle Yüksel Hanım’ı setten uzaklaştırırlar. Emri kimin verdiği belli olamadı bir türlü. Yönetmen Yücel Çakmaklı’nın öyle bir tavra girmesi mümkün değil. Dini fimlerle iç içe. Görünmeyen bir el o baskıyı kurdu.
Hatıralarını anlatırken Şûle Yüksel Şenler şöyle dedi;
“- Eğer 10 gün daha Türkan Şoray ile beraber olabilmeme müsaade etselerdi; namaza başlar, Allah’a ulaşma mutluluğu yaşardı.”
O zaman “Sansür komisyonu” vardı. Beş kişilik sansürden geçmeyen bir film, kesinlikle vizyona giremiyordu. Ankara’ya gitti film, heyecanla bekliyoruz. Sene 1971. 12 Mart muhtıra yılı. Komisyonda Genelkurmaydan Generaller, Milli Eğitimden yetkililer var. İkiye üç, onaylanmadı. Filme normalin üzerinden fazla masraf yapmışız. İlk filmimiz. En meşhur, en iyi rol yapan oyuncuları tek tek seçmişiz, avans vermişiz. Gelecek için borçlanmışız. İlla bu film geçmeli, vizyona girmeli. Milli Eğitim adına komisyonda bulunan fert üzerinde çalışma yaptık, rica, teklif, açıklama, baskı, ne gerekiyorsa… Üst mevkiler devrede. Sonunda bize dediler ki:
“- Bakın kardeşim, filmde Beytullah’ın resmi var. Onunla ilgili sahneleri kaldırın. Onay veririm. O sahnede görünen Kabe, bizim gençlerimiz için tehlikeli sahne. (Ne kadar yazık! Beytullahın resmi gençler için nasıl tehlike oluyor?) Cumhuriyetin kuruluşunun amacı; İslâmı ve Müslümanlığı bu ülkede, Türkiye’de yok etmek.!!) Kabe görünmemeli. Sol fraksiyon filmler için de bu yöntemi önerdik şimdiye kadar. İşaret ettiğimiz sahneleri kaldırıyorlar, vizyona giriyor.”
Kaldırdık. Ankara başta olmak üzere Türkiye’nin 7 bölgesinde. Yedisinde de rekor düzeyde katılım ve beklediğimizin üzerinde hasılat. (İsmail Tekkeli)
Şemsettin ÖZKAN
06.09.2024 KONYAALTI
KAYNAKLAR
1-kuran.diyanet.gov.tr
2-kuranmeali.com
3-facebook.com
4-vikipedi
Şûle Yüksel Şenler şöyle dedi;
“- Eğer 10 gün daha Türkan Şoray ile beraber olabilmeme müsaade etselerdi; namaza başlar, Allah’a ulaşma mutluluğu yaşardı.” bu cümle çok iddialı olmuş. Zira hidayet Allah’tandır. Şule hanımın böyle dediğine pek ihtimal vermiyorum.