(Toplumsal İlişkiler 1011)
وَاَنْ لَيْسَ لِلْاِنْسَانِ اِلَّا مَا سَعٰىۙ
“Şüphesiz her insana kendi emeğinden başkası verilecek değildir. (Herkes ancak hak ettiğine ve sebep olduğu kötülüklere erişecektir. İnsana gereken çalışıp emek vermek, maddi ve manevi kazanımlarını böyle elde etmektir.)” (Necm/39)
Hz. Mevlana; “Ey gönül! Sen, aşkı ve sevdayı onda bunda mı sanırsın? Oysa o, senin bağrında hâlâ anlamaz mısın?” sözü bize yüksek sesle bizi özel kılan şeyin sevdiklerimiz değil bizde var olan sevgimiz olduğunu haykırıyor.
İnsan elini yüreğine, vicdanına koysun, “gerçekten ben seviyor muyum?” diye önce kendine bir sorsun. Hakikaten onu aramaya koyulursa eminim ki, gönlünün bir yerlerinde o sevgi kırıntılarının en acımasız olduğuna inananlar da bile bir şekilde olduğu görülecektir.
İnsanın aradığı şey aslında tam olarak kendindedir. Lakin birçoğumuz bunun farkında değildir. Erenler der ki;
“Ne cihete hareket edersen et; şark, mağrip, şimal ya da cenup, çıktığın her seferi derununa doğru bir seyahat olarak tefekkür et. Özünün derununa seyir eden kişi, sonunda arzı cevelan eder.” Yani şu demek;
(Ne yöne gidersen git; doğu, batı, kuzey ya da güney, çıktığın her yolculuğu içine doğru bir seyahat olarak düşün. Kendi içine yolculuk eden kişi, sonunda arzı dolaşır.)
ŞEMSABAD (Kitab-ü usul-i’l Aşk) adlı henüz basılmamış tarihi romanımızda bu konu 10. usül olarak şöyle işlenir:
EY AŞK! SENİ SENELERCE YABAN ELLERDE, HOYRAT DİLLERDE ARADIM. OYSA BENDEYMİŞSİN, BİLEMEMİŞİM. OYALANMIŞIM. KALAKALMIŞIM.
Yassı Çemen savaşından sonra, Harezmşahlı Devleti yıkıldığından, Anadolu Selçuklu Devleti Moğol istilalarıyla karşı karşıya kalmıştı.
Moğol imparatoru Cengiz Han’ın, Harezmşahlılar ile Selçukluların birleşmesi durumunda Anadolu’ya girmesi imkânsız gözüküyordu. Çünkü aynı ırktan meydana gelen, Cengiz Han geliştirdiği savaş stratejileri, okçu süvarileri ve bozkır savaş taktikleriyle başarı üstüne başarı kazanıyordu. Bu taktikleri adı gibi bilen, uygulayan onun gibi Türk olan Harezmşahlılar ile birlikte Anadolu Selçuklularıydı.
Bu yüzden Cengiz Han ince hesaplarla bu iki devletin ittifak etmemesi için elinden geleni ardına koymadı. Çok çalıştı, hileli yollara başvurdu. Harezmşahlılar Alaeddin Keykubat tarafından ortadan kaldırılınca Anadolu’ya ilk taarruzu gerçekleştirip yağma ve talan hareketlerinde ilk denemesini yaptı. Bu amaçla Çor Mogan, komutasındaki Moğol ordusu, Sivas’a kadar ilerledi. Buraları yakıp yıktılar.
Alaeddin Keykubat daha önceleri Moğollar konusunda kendisini uyaran çok iyi bir komutan olan beylerbeyi Kemaleddin Kamyar’ı diğer emirlerle birlikte cezalandırmış, görevinden almış, çulsuz beş parasız bırakmıştı. Tahta çıkmasında rol oynayan, ancak bir türlü iflah olmayan, üstüne üstlük birde, kendisine suikast hazırlığı içinde olan, beylerbeyi Seyfeddin Ayaba ile emir-i ahur Zeyneddin Beşşare’yi, çok ağır bir şekilde ölümle, diğerlerini de, vazifeden el çektirerek cezalandırdı. Sonradan, Kamyar’ın iyi halini, zenginken düştüğü, o fakir perişan haline acıyarak, onu affetti.
Alaeddin Keykubat, sarayında gizli bir toplantı yaptı. Toplantıda Kemaleddin Kamyar, Erzurum kumandanı Mübariziddin Çavlı ve Baturalp Hamza vardı.
Alaeddin Keykubat:
“– Şarkta durumlar nasıl Çavlı?”
Mübariziddin Çavlı:
“-Sultanımız Moğollar Harezmliler yıkıldıktan sonra sık sık istila talan hareketlerine başvuruyorlar.
Alaeddin Keykubat:
“-Kamyar, sence Moğolların bir hedefi var mı bu saldırılarında?”
Kemaleddin Kamyar:
“-Bir hedef yok, ama var?”
Alaeddin Keykubat:
“-Nasıl yani?”
“-Yani, Fetih amacı gütmeyen, Moğolların klasik talan hareketleri bunlar. Ancak bizim ne yapabileceğimizi, deniyorlar. Yani bizden de, bir taraftan gücümüzden de çekiniyorlar.”
Alaeddin Keykubat: “-Baturalp Hamza, Moğolları, saldırmaları konusunda kışkırtan birileri var mı sence?”
Baturalp Hamza:
“-Mutlaka vardır sultanım?”
“-Kim, ya da kimler olabilir?”
“-Gürcü kraliçesi Rosudan.”
Alaeddin Keykubat:
“-Hım, çok ilginç! Kraliçe haa! Çok değerli bilgiler verdiniz, sizlerin verdiği bu bilgiler doğrultusunda derhal Sivas’a gidiyoruz. Hedefimiz Moğollar. Baturalp Hamza, sen yine istihbarat toplamak için, bizden önce yola çık. Çünkü senin yapacağın istihbaratın, kazanacağımız zaferlerde çok önemli bir rolü olacak.”
“-Baş üstüne sultanımız!
Moğol saldırılarından çok geç haberi olan Alaeddin Keykubat, ordusu ile Sivas’a doğru yola çıksa da Moğollar geri çekilmişti. Moğol ordusunu Erzurum’a kadar takip etse de yetişemedi. Moğol ordusu her ne kadar Anadolu içlerine ilk saldırılarını gerçekleştirmiş olsalar da, kendilerine karşı tek güç Anadolu Selçuklularını ve onların büyük hakanı Alaeddin Keykubat’ı görüyorlar doğrusu çekiniyorlardı. Aynı şekilde Alaeddin Keykubat’ta Moğol hükümdarı Cengiz Han’ın çok kalabalık ordusundan ve gücünden çekiniyordu.
Baturalp Hamza, Selçuklu ordusunun, adeta rotasını çizen istihbari bilgiler verdi. Çor Mogan komutasındaki Moğol ordusunun, talan istila hareketinden sonra, Azerbaycan topraklarına girdiğini rapor eden Baturalp Hamza, daha önce sultanın huzurunda dile getirdiği öngörüsünün, canlı şahidi olmuştu. Kemaleddin Kamyar ve Mübariziddin Çavlı, doğuda birçok yeri ve kaleyi fethetti. Baturalp Hamza’nın dediği gibi, Moğolların saldırılarında Gürcü kraliçesi Rodusan’ın olduğu ortaya çıkınca ordu, geri dönmeyip, Erzurum’dan Gürcistan’a yola çıkarak, Gürcü sarayını kuşattı ve onları ağır bir yenilgiye uğrattı. Gürcü kraliçesi yenilince, barış teklifinde bulundu. Ayrıca kızı Tamara’yı, (Gürcü Hatun) Alaeddin Keykubat’ın, Mahperi (Hunat) Hatun’dan olan, büyük oğlu, II. Gıyasettin Keyhüsrev’e vermeyi kabul etti.
Alaeddin Keykubat Moğollara karşı, Eyyubiler ile iyi ilişkiler içine girdi. Ancak Ermeni krallığı saldırısından sonra Eyyubi askerlerinin iadesiyle başlayan iyi ilişkiler maalesef Ahlat kalesi yüzünden tekrar bozuldu. Moğol akınlarına karşı muhkem bir kale olan Ahlat kalesini Alaeddin Keykubat zapt etti. Kale Eyyubilerin idaresinde olduğundan Anadolu Selçuklu Devleti ile Eyyubiler arasında anlaşmazlık baş gösterdi. Eyyubiler saldırınca Alaeddin Keykubat, Harput ve Urfa’yı da alarak savaşı kazandı. Ancak giderek Moğollara karşı yalnızlaşıyordu. Eyyubi desteğinden de mahrumdu artık.
Alaeddin Keykubat Moğollara karşı bir türlü etrafında güçlü ittifaklar kuramamasından ötürü onlarla doğrudan mücadeleden hep kaçındı. Onların siyasi baskılarına boyun eğmek zorunda kaldı. Yine de yaptığı siyasi manevralarla Anadolu’yu Moğol istilalarından uzak tutmayı başardı.
Alaeddin Keykubat Amid dışında doğu Anadolu’yu Selçuklu topraklarına kattıktan sonra, Melik Kamil, Selçuklu ordusu çekilince güneydoğu Anadolu’yu işgal etti.
Alaeddin Keykubat Kayseri’nin batısındaki, Keykubat Dağının eteklerinde Şeker gölüne nazır Keykubad iye sarayında yalnızdı ve de yorgundu. Yazları genelde buraya geliyor dinleniyordu. Mis gibi dağ havasını, içine çekerek, gölün hafif durgun sularına baktı:
“-Ben ki, Alaeddin Keykubat nereden nereye geldim. Bir zamanlar Malatya zindanında dokuz küsur yıl yattım. Sonra Allah’ın inayetiyle sultan oldum. Devletimi kuzeyden güneye, batıdan doğuya geliştirdim, ekonomik, siyasi ve kültürel yönlerden doruk noktasına çıkardım. Doğuya, batıya, kuzeye, güneye seyahatler yaptım. Daha çocukken babam, abimle Bizans illerinde yaşadım, her yere gittim. Ama kendi içime seyahat edemedim. Bir sürü olaylar yaşadım, emirlerimin, vezirlerinin ihanetlerini gördüm, en ağır cezaları onlara verdim, yerlerine başkalarını getirdim. Belki de yenilerinde, komplolarını göreceğim. Bilemiyorum. Belki de düşmanlıklar benden olacak onu da bilemiyorum. Veliaht olarak İzzeddin Kılıç Arslan’ı tayin ettim. Ama Mahperi ’den olan oğlum II. Gıyasettin Keyhüsrev en büyük olduğu için, kıskançlık içinde olmayacak mı? Hele onun annesi bu konuda oğlunu haset ateşinin içine çekecek mi? Ya diğer küçük kardeş Rükneddin? Ah şimdi hocası bilginler sultanı olacaktı da bunları ona soracaktı? Sahi hocası ona dememiş miydi? “Ne yöne gidersen git; kuzey, güney, doğu ya da batı. Çıktığın her yolculuğu içine doğru bir seyahat olarak düşün! Kendi içine yolculuk eden kişi sonunda arzı dolaşır.” Seyri suluktan bahsetmişti. Tasavvuf yoluna girmiş kişiyi Hakk’a vuslata hazırlayan ahlaki eğitimden söz etmişti. Kötü ve çirkin huylardan güzel ahlaka, kişinin kendisinden Hakk’a doğru seyahat etmesinden konuşmuştu. Yapmaya değecek en güzel yolculuğun insanın kendi içine yaptığı, kendini keşfetme yolculuğu olduğunu anlatıyordu Sultan’ül ulema. Böyle derin düşünceler içindeyken nöbetçi muhafız:
“-Sultanımız, Baturalp Hamza geldi” dedi.
Alaeddin Keykubat:
“-İçeri alınız.” Dedi. Baturalp Hamza hükümdarın huzuruna çıkıp onu selamladı:
“-Beni istemişsiniz sultanım! Emrinize amadeyim.
Alaeddin Keykubat eliyle işaret ederek oturmasını istedi. Yavaşça ağır ağır söze girdi:
“-Onlarca seyahat ettim, oraya buraya gittim, Yiğitler yiğidi Hamza, kendi içime yolculuk edemedim. Rahmetli hocam nereye gidersen git kendine yolculuk et diyordu, nasıl olacak bu seyahat?
Baturalp Hamza:
“-Sultanımız, hayat yolu, çok uzun ve tekâmülümüz birçok engelle donatılmıştır. Hepsi de bizim iyiliğimize olacak şekilde en ince ayrıntısına kadar hesaplanarak yüce Yaratan tarafından tasarlanmıştır. Bizim engel olarak gördüğümüz her şey aslında bizim evrimimiz için karşımıza çıkıyor üstüne üstlük bizi daha da geliştiriyor.” Kendine yolculuk” demek, içe bakış, yani yüksek benliğimizi, keşfetmek ve evrenle aynı titreşimde olmak demektir. Yani evrenin kurallarına uygun bir pozisyon alabilmektir. Nihai amaçsa “arınmak” ve “doğru insan” olabilmektir.
Alaeddin Keykubat:
“-Harika bir mukaddime yaptın, hay aklınla bin yaşa, Hamza. İlla ki şart mı bunu yapmak? Çok gerekliyse bu yolculuğa nereden ve nasıl başlayacağız?”
Baturalp Hamza:
“-Daha huzurlu ve mutlu tam adam olmamız için bu yolculuğa çıkmamız elzem gözüküyor sultanım. Bu içsel yolculuğu yapan bir Allah eri, “ey aşk! Seni senelerce yaban ellerde, hoyrat dillerde aradım. Oysa bendeymişsin, bilememişim. Oyalanmışım, kalakalmışım.” Diyor. İşin püf noktası farkındalığımızı geliştirmekten işe koyulmalıyız. Biz yaşadığımız hadiselerin ve olayların, önümüze çıkardığı insanların, farkına vardıkça olayların bize aslında, aslında diyorum altın tepsiyle sunduğu dersleri gördükçe farkındalığımız artar. İşte bizim bunu fark etme- mizle içsel seyahatimiz başlar. Seyahatin başlaması için uykudan uyanmamız temel koşuldur. Bu seyahatte bize ışık tutan en önemli unsurlardan biri de aynalıktır. Aynalık karşımıza çıkan olaylar ve insanlardır. İçimizde olmayan hiçbir şeyi, dışımızda göremeyiz. Bir başka deyişle içimizdekileri dışarıda görürüz. Dışımızda gördüğümüz birçok şeyi beğenmez, eleştirir, hatta yargılar dururuz, bütün bunları kendimize yönelttiğimizin farkına varmadan yapar dururuz. Biz nasılsak hayatımız içinde karşımıza çıkanlarda aynıdır. Aynalık olayını iyi öğrenmemiz lazım. Aynanın karşısına geçtiğimizde saçımızı düzeltmek için, aynadaki yansımamızı mı düzeltiyoruz yoksa bozulan saçımızı mı? Mevlana Celaleddin Pirim ne güzel söyler;
“-Kişi ancak kalbine bakmayı öğrendiğinde kendini tanımaya başlar.” Hâsılı içimizde ne varsa dışımızda da o var. Onun için bizim karşımıza çıkan olaylar ve insanlardan kaçmayalım, aynalarımızın üstüne bir örtü çekerek içsel yolculuğumuzu engellemeyelim.”
Alaeddin Keykubat:
“-Tasavvuftaki seyri suluk bu olsa gerek. Kendini bilme yolculuğu. Çok, çok doyurucu bir açıklama. Allah razı olsun Baturalp Hamza! Bir de Eyyubilerle ilişkilerimizin iyice gerginleşmesi meselesine geçelim. Melik Kamil bizim ordumuz çekilince güneydoğu Anadolu’yu yeniden işgale yeltenmiş buna ne dersin?”
Baturalp Hamza:
“-Hani şu meşhur hikâye var ya sultanım! Yılanla adamın hikâyesi. Eyyubilerle aramızdaki durum, şu an, buna döndü. Bir adam yılanla çok iyi bir anlaşma yapmıştı. Elbette bu yazılı bir anlaşma değildi, ama yine de bir anlaşmaydı.
Adam her gün yılana bir tas süt ikram ediyor, yılan da ağzıyla getirdiği küçük bir altını süt kabının yanına bırakıyordu. Bu durum aylarca bu şekilde devam etti.
Günlerden bir gün adam hastalandı. Yorgan döşek yatmaya başladı. Oğluna da yılanla yaptıkları anlaşmayı sürdürmesini tembihledi.
Birkaç gün bu anlaşmayı sürdüren açgözlü oğlu, yılanın bir hazineye sahip olduğunu düşündü. Bu hazinenin tamamına sahip olmak istedi. Yılanı takip etti. Yılan bir mağaraya giri- yordu. Sonra da bir altınla çıkıyordu. Yılanı öldürerek hazinenin hepsine sahip olacağını düşündü. Bir sopa alarak yılana saldırdı. Yılan çevik bir hareketle bu saldırıdan kurtuldu. Ancak bu sırada kuyruğunu kaybetmişti. Can havliyle gencin bacağına saldırdı ve onu zehirledi.
Olanlara çok üzülen baba açgözlü oğluna kızdı. Tekrar anlaşmayı sürdürmek istedi. Yılana bu durumu belirtti.
Yılan şu karşılığı verdi:
“-Bende bu kuyruk acısı, sende de bu evlat acısı olduğu sürece hiçbir şey eskisi gibi olamaz.
Bunların durumu da tıpkı Celaleddin Harezmşah’ın durumuna döndü. Onlarda toprak acısı, bizde de onların ihanet acısı olduğu sürece hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Bu olaylarda Harezmşahlılar mücadelemizde olduğu gibi, Moğolların işine yarayacak. Şimdi de bu konuda Eyyubiler bizi yalnız bırakacaklar. Sizi tam olarak ne Harezmşahlılar anladı ne de Eyyubiler?
Alaeddin Keykubat:
“-Bizimde hatalarımız var mıdır?”
Baturalp Hamza:
“Elbette vardır sultanım! Aynaya bakmak gerekir. Aslında Harezmşahlılar da yaklaşan Moğol tehlikesine karşı bizimle iyi ilişkiler kurmak istiyordu. Bunu istemeyen biri vardı. Büyük Moğol Kağanı Ögeday Han. Ne yaptı? Askerlerine Harezmşah kıyafetleri giydirerek Selçuklu şehirlerini talan ettirdi. Celaleddin bize ben yapmadım dese de inandıramadı. Olayların sebebini, gerçeğini araştırmadık. Eyyubilerle de buna benzer hadi- seler yüzünden hatalar zinciri oluştu. Bazen her şeye rağmen olaylara hâkim olamazsın. Bundan sonra yapılacak bir şey yok! Benim söyleyeceğim geçmişteki hatalarımızdan dersler çıkararak geleceği yeniden dizayn etmektir. Bu arada dışarıyla çok ilgilenirken, içeriyi de unutmamak gerekir. Emirleriniz konusunda daha önce sıkıntılar yaşadınız. Ortadan kaldırdığınız emirlerden daha önce, sizin yerinizde gözü olanlar olduğu gibi, şimdikilerden de sizin yerinizde gözü olan olabilir. Dikkatli olmak lazım sultanım!” dedi ve sustu, sustu…
Şemsettin ÖZKAN
03.04.2023 KONYA
KAYNAKLAR
1-kuran.diyanet.gov.tr
2-kuranmeali.com
3-pixabay.com
4-Şemsettin ÖZKAN, ŞEMSABAD (Kitab-ü usul-i’l AŞK) adlı henüz basılmammış tarihi romanımdan alıntı